İslâm’ın büyük Peygamberi… Peygamberlik… İnsan cinsinin ulaşacağı en yüksek makam… O ise bu makamın en yüksek basamağında. O Peygamberler Peygamberi… Son Peygamber…
Eşim Ergun Göze’nin, mübarek Ramazan günlerinin manasına uygun yazılarını paylaşmak istedim.
“İslâm’ın âdil ve cesur reisi “… İkinci halife… Peygamber (s.a.v) onun için buyurdu ki: “Benden başka birisi peygamber gönderilseydi, bu Ömer olurdu.” Peygamberimizin hanımı Hazreti Hafsa’nın babası… Hattaboğlu diye meşhur. İran fatihi… Bu sebeple İranlılar (Şiiler), Müslüman olduktan sonra da onu sevmemişler, Müslüman saymamışlar ve böylece dalalette kalmışlardır. Esasen ölümü de bir İranlının elinden olmuştur. İslâm’a girişi bir şiir!
İlk Müslüman… İlk halife. Peygamberden sonra gelen Müslüman. En büyük sahabi, Peygamberimizin (s.a.v) kayınpederi, mağara arkadaşı. Kur’an-ı Kerim’de Cenab-ı Hakk onun için “İkinin ikincisi” buyurur. İkinin birincisi Ahir Zaman Peygamberi’nin bizzat kendileri…
1526 yılının sonları… Orta Anadolu’nun ayaklanmalarla karıştığı günler… Kanun yapıp o kanunlara uyulmasını titizlikle takip eden, bu yüzden Kanunî diye anılan Kanunî Sultan Süleyman ne yazık ki bu titizliğine rağmen bazı devlet memurlarının halka zulüm yapmasına ve haksızlıkla muamele etmesine mani olamamıştı.
Dünyâyı şereflendirişinin 117. yılında Sâmiha Ayverdi’yi hasretle, minnetle ve rahmetle anarak…
Yüzünde göz izi yok sanarak Siyaset denilen Leylaya gönül verdim. Sonradan anladım ki dört bin kişinin nikâhından geçmiş, Osman Bölükbaşı
Rahmetli eşimin bundan on altı sene önce yazdığı satırlar, bugün daha da önem kazanmış gözüküyor.
“İşte dostumuz! Amerika’nın ihaneti: “WİLSON PRENSİPLERİ” ve General Harbord Baskını
Vatanının düşmanlarıyla uğraşmaktan kendi hayatını yaşamaya vakit ayıramayan, dış seyahatlere bile Türk’ün hiç bitmeyen düşmanlarıyla mücadele gayesiyle çıkan, röportajlar yapan, kitaplar yazan, en zoru vatan toprağında yaşayıp yetiştikleri hâlde tarihimiz boyunca bizi yıkmak için bıkmadan usanmadan uğraşmış düşmanlarımızın yanında yer alan hainler ve gafillerle uğraşan eşim Ergun Göze’nin yüzlerce fıkrasından birini vefatının 13 ncü yılında tam zamanıdır diye düşünerek de sizlere sunmak istiyorum.
Sabah kahvaltısında Mustafa Kemal Paşa kat’i konuşmuştu: - Bugün İzmir’e gireceğiz. Halide Edip o muhalif ve aksi tavrını gene takınmıştı: - Bir zafer alayında gitmek istemem, teşekkür ederim. Ben sonra yalnız başıma gelirim.
İşte büyük şâîrimizin düşmanlarımızı çıldırtan o yazısı… Yahya Kemal’e Millî Mücâdele esnasında bir tek satır bile yazmadı diyerek iftira edenlerin suratına fırlatılacak yazılarından birisi. Bir Millî Mücâdele Destanı olan “Eğil Dağlar” adını taşıyan kitapta toplanan 88 müstakil yazıdan, Mustafa Kemal Paşa’nın okuduktan sonra kesip kesip sakladığı yazılardan sadece birisi…
İzmir’e girdik. Anadolu Yunanlılardan temizlendi. Şimdi işin siyasi safhası başlayacak. Hemen mümkün olduğu kadar çabuk barış yapmamız lâzım. On beş seneden beri muharebe ediyoruz. Hele son dört sene, bütün Cihan Harbi’nde çektiklerimizi unutturacak kadar zordu. Memlekette, halkta, hepimizde hiç söylenmeyen bir tek arzu var: Barış…”
Çok sevdiğim Ragıp Akyavaş Hoca “Köyüme Tahassür” der. O’da benim gibi yıllar yıllara eklendikçe “Köyüm” dediği Kadıköyü’ne hasret çekenlerdendir. Hasret tabii olarak hüznü de beraberinde getirir ve Hoca’nın kaleminden bu satırlar dökülür.
Aziz okuyucularım bu ömür gerçek bir müslüman’ın hayâtıdır. Vatanı, milleti ve inancı için çok şey ümit ederek bağlandığı kişiler tarafından aldatılan ama aldatanla mücâdele etmekten, bir vakitler en yakın dostu olsa bile hiç vazgeçmeyen eşim Ergun Göze’nin hayâtıdır… Dram tarafı çok ağır basan hayatı…
Aziz okuyucularım, “Nerden çıktı bu tahin helvası?” diyeceksiniz. Bu adı taşıyan yazının, çok sevdiğim yazarı rahmetli Ragıp Akyavaş Hoca da okuyucularına yıllar önce böyle seslenmişti...
Yaşım icabı, Nato’ya girdiğimiz o günleri ve o yılları çok iyi hatırlarım. Daha açık bir ifâdeyle, Rusya’dan ve onun Çarlık devri olsun, Komünistlik devri olsun hiç değişmeyen siyasetinden çok çekmiş bir milletin, bu hususta çok hassas olan bir âilenin evlâdı olarak çok korkup ürktüğümü de… İsmet Paşamızın perişan hâlini, başta Rus’u çok iyi tanıyan anneannem olmak üzere evimizi istilâ eden havayı da…
Her mukaddes, hürmete lâyık varlığı senede bir güne sıkıştırarak vazifesini yaptığına inanarak ferahlayan Batı’yı taklit etmekte o kadar ilerledik ki anne denilen varlığa da onlar gibi senede bir günü ayırıvererek ferahlayıp rahatladık. Çiçekçilerin ve hediye satan dükkânların da yüzünü güldürdük.
En büyük zevkimiz kesip biçmek… “Bu kadındır, bu yavrudur.” demedik. Sonu gelmişti insanın… Lâkin Seni kulsuz bırakmak istemedik. Arif Nihat Asya
Dinimiz müsamaha dinidir. Bakmayın siz bazı kişilerin “Cennet Çavuşu “kesilmesine… Her şeyiyle apaçık ortadadır dinimiz. En güzel kapısının adı da müsamahadır. Hiç suiistimale ihtiyaç bırakmayacak kadar geniş bir müsamaha. Ramazan ayındayız, misali oruçtan verelim. Bir gün birisi geldi, büyük peygamberimizin huzuruna ve aralarında mealen şu konuşma geçti: