Oğuz ÇETİNOĞLU

Ekonomist, Araştırmacı-Yazar

ocetinoglu1@gmail.com

‘Din, İnsanoğlunun Tabiatından Kaynaklanan Bir İhtiyaçtır. İhtiyaçlardan Kaynaklanan Bir Sonuç Değildir.’

 

Üç ayların başlaması vesilesiyle, İslam Felsefesi Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. BEKİR KARLIĞA ile İslâmiyet’in huzur okyanusunu konuştuk.

Oğuz Çetinoğlu: Muhterem Hocam, Üç aylardayız.  Bu aylarda İslamiyet,  söz ve hareketlerimizi her zamankinden daha fazla disiplin altına alır. Dinî vecibeler, daha bir şevkle ifa edilir. Bu aya ait hareketlerin, alışkanlıkların, bütün bir yıla yayılmasına vesile olur ümit ve düşüncesiyle, sizinle yapacağımız röportajda, Yüce dinimize ait genel meseleleri ele alalım istiyorum. İlk soru, verirseniz; çok genel ve geniş bir alanı kapsayacak tarzda olsun.

Din nedir? Genel kabul görmüş kapsamlı bir tarifini yapar mısınız?

Prof. Dr. Bekir Karlığa: Dinin ne olduğu ve tanımı konusunda çok farklı yaklaşımlar var, farklı değerlendirmeler var ve her dinin kendine göre bir tanımı var. İslam dini bakımından ‘din’ denildiğinde; genel kabul gören tanımı şudur: ‘Din, Allah (cc) tarafından insanları bu dünya ve ahirette saadete erdirmek üzere gönderilmiş olan ilahî buyrukların bütünüdür.’

Bu tanım çerçevesinden baktığımız zaman insanın hem bu dünyada hem öteki dünyadaki mutluluğunu sağlamak, dinin ana görevi sayılır. Bir inançlar bütünüdür, davranışlar bütünüdür. Bir yanıyla inancı ilgilendirir. Eskiler buna; ‘İman ve itikat’ derler. Bir tarafı da davranışları ilgilendirir. Ahlak, ibâdetler gibi davranışlar vardır. Bir yandan da insanlar arasındaki ilişkileri belirler. Buna da ‘Muamelat’ denir.

İslamiyet’in din anlayışı öteki dinlerden oldukça farklıdır. Bazı temel vasıfları itibâriyle ortak tarafları olsa da İslam dini, hayatın bütünü içerisinde her alanını içine alan bir düzen olarak tasarlamıştır. Dolayısıyla burada dinin ana umdeleri Allah tarafından vazedilmiştir. Allah tarafından gönderilmiş olan kurallar bütünüdür. Bu kurallar bütününe, insan aklının, zaman içersindeki katkıları olur. Bu husus, dinin tarihî boyutunu ortaya koyar.

Dinin 3 temel boyutu vardır.

1- Otantik boyutu: ‘Özgün din’ dediğimiz dinin kaynağı ve esasları. Allah tarafından gönderilen, peygamberler tarafından bize aktarılmış olan ve sınırları belirlenmiş olan kurallar bütünüdür. Bu özgün din anlayışıdır. Mesela biz İslamiyet’ten söz ediyorsak; senin İslamiyet’ini, benim İslamiyet’imi veyahut falanca zevatın İslamiyet’ini değil, Allah tarafından Hz. Peygamber’e (sav) gönderilmiş ve Hz. Peygamber’in de bize tanımladığı ‘sahih sünnet’ dediğimiz sağlam kurallarla bize aktardığı yahut herkesin kabul ettiği mütevâtir (1) derecesine varmış hükümlerle bize aktardığı bilgi ve emirlerin bütünüdür.

2- Tarihî boyutu: Bu özgün İslam’ın yanı sıra bir de dinin geleneksel boyutu vardır. Bunu inkâr edemeyiz. İnsanlar zaman içersinde dini algılayışı, yaşayışı, uygulayışı, dine bakışı farklılık arz etmektedir. İnsanın kültürel seviyesine göre, sosyal seviyesine göre, hayata bakış tarzına göre dini uygulayışı da elbette ki farklı olacaktır. Bu sebeple ‘tarihî İslam’ dediğimiz veya ‘tarihî din’ algısı dediğimiz geleneksel din yaklaşımı da ayrı bir yaklaşımdır.

3- Güncel din algısı: Bugün bizim yaşadığımız zamanda dini nasıl algıladığımızı, nasıl tasarladığımızı ifâde eder. Bu da güncel dindir. Bunlardan gerek tarihî gerek güncel olan yaklaşımlar bağlayıcı değildir. Bağlayıcı olan özgün olan yaklaşımlardır. Yâni biraz önce ifade ettiğimiz gibi Allah tarafından Hz Peygamber’e gönderilen Hz. Peygamber tarafından da sahih olarak açıklanmış olan kısımlar hepimiz için bağlayıcıdır. Bunun ötesindekiler bağlayıcı değildir.

Fakat bunları yok da sayamayız. Çünkü bu dini yalnız biz yaşamıyoruz, bizden öncekiler de yaşadı. Geçmekte olan süreç içersinde yaşıyor, bizden sonrakiler de yaşayacaklar. Öyleyse bunların arasında sağlıklı bir denge kurmak mecburiyetindeyiz. Güncel yaşayışı da inkâr edemeyiz. Bugün insanımızın dinî hayatı yaşayış tarzını da yok sayıp illa şuradaki gibi şu şekilde olacak deme imkânımız da yoktur. O zaman esas bağlayıcı olan, herkesin uyması gereken özgün dindir. Yâni mukaddes kaynağı olan ve peygamber tarafından açıklanan dindir. Diğerleri ise bir tercihe bağlı, algıya bağlı, insanların isteğine bağlı olarak, biraz da bölgelere, zamana bağlı şartlar içersinde olur. Şimdi burada iki anlayış var. Bazıları bu geleneksel ve güncel yaşayışı hiç saymıyorlar ve diyorlar ki;  ‘Yok, hepsini eskiden olduğu gibi aynıyla tekrarlamak lazım.’ Diyorlar. Bu güncel yaşayışı ve tarihî yaşayışı inkâr etmekle dinin özünü kavrayamayız. Fakat bu tarihî ve güncel yaşayışı din hâline getirmek de doğru değildir. O; din değildir. Dinin algılanış tarzıdır. Her fert, her toplum her zaman diliminde yaşayan insanlar dini farklı şekilde algılarlar ve farklı şekilde yaşarlar.

Çetinoğlu: İnsanların dine inanmakla umdukları, faydalar nelerdir?

Karlığa: Öncelikle şunu vurgulamamızda fayda var. Din insanoğlunun doğasından kaynaklanan bir ihtiyaçtır. İhtiyaçlardan kaynaklanan bir sonuç değil, doğal bir ihtiyaçtır.

Nasıl hava almak, teneffüs etmek istiyorsak inanmak da istiyoruz. Bu bizim ihtiyacımız. Bu inanacağımız şey doğru olabilir, yanlış olabilir, hak olabilir, bâtıl olabilir. Her hal ü kârda bizim tabiatımızda bir inanma ihtiyacı var. Tabiatımızdan kaynaklanan bu ihtiyacı karşılarken burada birtakım amaçlar güderiz. Bu amaçlara ulaşabilmek için bize yardımcı olmasını istediğimiz, bizim üstümüzdeki güçle, aramızdaki irtibâtı, din sağlar. 

Biraz daha açmamız gerekirse biz kâinatı bütünüyle algılayamıyoruz. Bütünüyle anlama imkânımız yok, değerlendirme imkânımız da yok. Biz bilinmeyen bir dünyadan geliyoruz. Bütünüyle bilemediğimiz bir dünyadan geçiyoruz. Ve bilinmeyen bir dünyaya gidiyoruz. Kur’an’ı Kerim’in tâbirine göre üç karanlık içindeyiz. Hayatımız üç karanlık içersinde geçiyor. Dolayısıyla bu bilinmeyen dünyaları da yani geçmişimizle ilgili bilgi almak istiyoruz. Hayatımızı bilmeye çalışıyoruz ve geleceğimizle ilgili bilgi edinmeye çalışıyoruz. Bir bilinmezlikler ummanında yüzüyoruz. Bilebildiğimiz sadece içinden geçmekte olduğumuz zamanlardır. Yâni yaşadığımız hayatı bilebiliyoruz. Fakat bu yaşadığımız hayatı da bütünüyle kavrayabilme imkânına sâhip değiliz.  Yaşadığımız yeri biliyoruz ama küremizin üzerindeki başka yerleri bilemiyoruz. Bilmediğimiz konularda bize ışık tutacak, bizi rahatlatacak, bizi doyuracak, bizi tatmin edecek kaynağa ihtiyacımız var. Din her şeyden evvel bizim bu ihtiyacımızı karşılıyor. Felsefî tâbirle; metafizik âlemle fizik âlem arasındaki bağlantıyı kurarak bizi rahatlatıyor. Bu bakımdan inanan insan, mümin insan mütevekkildir, daha rahattır. Çünkü bilir ki benim geçmişimi de bilen, geleceğimi de bilen şu an yaşadığımı da bilen bir yaratıcım var. Bir inanç sahibiyim ve bu inancım bana bu noktada bilgiler veriyor. Bundan kendine güven gelir, özgüven gelir. Ve mutsuz olmak strese girmek diye çok önemli olan hayatta mutsuz olmanın sebeplerini böylece ortadan kaldırır.

İnanmamış adam için bu sıkıntılar daha çok söz konusudur. Çünkü en küçük bir sallantıda, en küçük bir sarsıntıda birdenbire özgüvenini yitirebilir. Demek ki bize bir manevî doyum sağlıyor din, mutluluk sağlıyor. Bizim geçmişimiz ve geleceğimizle ilgili açıklamalar yapıyor, aydınlatıyor bizi ve bunun da ötesinde bizim ilişkilerimizi düzenliyor. Düzenlediği ilişkilerimizde başkalarına yapacağımız kötülüklerin, yanlışlıkların akıbetinin ne olacağını bize haber veriyor. Dolayısıyla insanlar arası ilişkilerde çok geçici davranmak yerine kalıcı değerlere göre davranma sunuyor. Bu da bizim hayatımızı düzene sokuyor. Belirli ölçüler getiriyor. Disiplinler getiriyor. Bu disiplin sâyesinde biz hayatımızın rahat geçmesini sağlıyoruz.

Belki biz bunları yaşarken farkında değiliz, fakat  kaybettiğimiz zaman çok iyi fark ederiz. Tıpkı sağlığımızı ve gücümüzü kaybettiğimiz zaman ne kadar büyük şey kaybettiğimizin farkına vardığımız gibi… Gerek beden sağlığı, gerek ruh sağlığı, gerek toplumsal sağlık, gerekse insanlar arası ilişkiler ve insanın insanla ilişkileri, insanın tabiatla ilişkileri, insanın yaratıcı ile ilişkileri v.s. hayatın her alanında bize rahatlık getiriyor, rehberlik yapıyor. Bizi düzene sokuyor. Bu bakımdan da zaten din, ilahî bir nizam olarak tanımlanmıştır.

Çetinoğlu: Halk arasındaki ifadeyle din aynı zamanda insanoğlu için bir sığınak.

Karlığa: Evet.

(1) mütevâtir: Ağızdan ağza yayılan, kulaktan kulağa duyulan, halk arasında sık sık söylenen.

 

(DEVAM EDECEK