Oğuz ÇETİNOĞLU

Ekonomist, Araştırmacı-Yazar

ocetinoglu1@gmail.com

‘Ahlak; Size Yapılmasını İstemediğiniz Bir Hareketi, Karşınızdakine Yapmamak’

 

Oğuz Çetinoğlu: Sâde ve sıradan bir Müslüman, dinini öğrenmeye nasıl ve nereden başlamalı?

Prof. Dr. Bekir Karlığa: Sâde bir Müslüman dinini öğrenmek isterse bana göre çevresinde güvendiği bir kişiye başvurmalı. Bu kişi, ilahiyatta hoca olabilir, camide hoca olabilir yahut aileden birisi olabilir. Onunla istişare ederek bilgilenmesi yararlı olur.

İnsanlarımız arasında şöyle bir anlayış var; ‘Efendim dinini öğrenmek için hemen Kur’an’ı alsın okusun, her şey biter.’ Bu tavsiye gerçekçi değil, üstelik çocukları zihin dejenerasyonuna da uğratır. Onun için belli bir ölçü içersinde yâni basitten mürekkebe doğru dediğimiz şeyleri bilmesi gereken ilmihal bilgileridir. Bunu öğrenmesi lazım. Dinin temel misyonlarıyla fonksiyonları konuştuğumuz konuları anlatan kitapları okuması lazım. Belirli seviyede din bilgisine sahip olduktan sonra Kur’an’ı Kerim’i okuması lazım. Kur’anı Kerim’i okuduktan sonra Tevrat’ı İncil’i okuyabilir.

Çetinoğlu:  İyi bir Müslüman; aynı dinden olsun, olmasın… beşerî ilişkilerinde nelere dikkat etmelidir?

Karlığa: Eskiler; ‘İslam edep dinidir.’ Derler. Edep; ‘Karşılıklı ilişkilerde uyulması gereken kurallardır.’ Peygamberimizin de buyurduğu gibi; Müslüman; insanların kendisini elinden, dilinden, davranışlardan sâlim olduğu insandır. Dolayısıyla Müslüman davranışlarında, konuşmalarında belirli bir üsluba, edebe riayet edecek ve bunun yanı sıra aynı zamanda insanlar için kırıcı olmamak, onları birleştirici, yapıcı olmak, hoşgörülü davranmak, karşısındakine saygı göstermek… gibi gelenekleri, örf ve âdetlerin belirlediği kurallara riayet etmesi gerekir. Müslüman da bu kurallara kendi toplumunun değerleri çerçevesinde riayet edecektir. Ancak bu kurallar dinin özüyle çatışmayacak, dinin özünü yok etmeyecek ortadan kaldırmayacak şekilde olacaktır.

Bir Müslüman’ın bir Müslüman’a karşı davranışı nasıl olacak? Bir Müslüman’ın, Müslüman olmayana karşı davranışı nasıl olacak? Herhangi bir insana karşı davranışı nasıl olacak? Bunların ölçüsünü belirlemesi gerekir. Zaten din bunların ölçülerini belirlemiştir. Özellikle Hadis-i şeriflerde bu konuda çok genel bilgiler vardır. ‘Din ahlaktır.’ Hadisi burada bizim için önemli bir ölçüdür. Din ahlaktır.

Çetinoğlu: Ahlakın tarifini yapabilir miyiz?

Karlığa: Ahlak, çok izafî bir kavram… Ahlak kavramını dinin târifinde olduğu gibi net bir şekilde yapmak kolay değildir. Bizim ‘huy’ dediğimiz davranışlarla ilgilidir. Ahlak, Arapça’da ‘hunk’ kökünden gelir. Hunk da yaratılış demektir. Yâni insanın kendi tabiatına uygun şekilde yaşamasını sağlayan kurallar ve prensiplerdir bütünüdür. Tabiatın da insanla insanın tabiatıyla ters düşmemesi, birbiriyle örtüşmesidir. Dolayısıyla insanın kendi kendine ters düşmemesi ahlakın temel kuralıdır. Yaptığım şey acaba başka birisi bana yaptığı zaman o uygun olacak mı diye düşündüğümüz zaman kendi davranışını belirler. Birisinin bana yapmasını istemediğim şeyi ben de başkasına yapmam. Temel budur.

Çetinoğlu: İslam, dönüştürülmek üzere değil, dönüştürmek üzere geldiğine göre, ‘ılımlı İslam’ kavramını nereye yerleştirebiliriz?

Karlığa: Bu kavramlar daima kargaşa doğurmakta, zamana göre kavramlarda çeşitli anlamlar çıkarılmaya çalışılmaktadır. Ilımlı İslam kavramı aslında farklı niyetle söylenmiş bir sözdür. İslam tektir. İslam’ın ılımlısı, ılımsızı, sıcağı, soğu yoktur. Bu hakikattir. O İslam’daki veya dindeki aşırılıkları söylemek üzere veya ona karşı olmak üzere bu kavram türetilmiştir. Ama ölçüsüz kullanıldığı için ve ılımlı İslam diyerek İslam’ın sâhip olduğu birçok özellikler ortadan kaldırılmak istendiği için ılımlı İslam sözcüğü biraz rahatsız edici olmaktadır. İslam tektir. İslam’ın temel ilkelerinden tâviz vererek, fedakârlık yaparak Müslüman kalınamaz. Fakat, İslam’ı aşırı şekillerde yorumlayıp da ‘Benim anladığım İslamiyet budur, bunun dışındakiler İslamiyet değildir.’ Diyerek bir totaliter veya baskıcı bir havaya girerek kendisinin oluşturduğu düzeni, din zannetmek, din hâline getirmek de İslam’da yoktur.

Çetinoğlu:  ‘Zorlaştırmayınız, kolaylaştırınız’ sözünü yorumlar mısınız? Müslümanlar bu tavsiyeyi, kendilerine mi, başkalarına mı uygulamalılar?

Karlığa: İkisini de içeren bir kavramdır. İslam kolaylık dinidir. Müsâmaha dinidir.

Tarihteki dinlere baktığımız zaman genelde; bedene sıkıntı verme, bedeni zora sokma, hatta bazı dinlerde işkenceye tâbi tutma ve insanın kendisini tamamen yok sayan, nefsini öldüren bir anlayışla karşılaşıyoruz. Hinduların yaptığına bakın hatta Hıristiyanlıktaki duruma bakın. Din adamı evlenmemekte, hayatın nimetlerinden mahrum kalmakta daha buna benzer çok ağır kurallar içermektedir.

İslamiyet demin söylediğimiz gibi sırat-ı müstakim dediğimiz orta yolu tuttuğu için hiçbir şekilde bedene işkence yaparak manevî huzuru öngörmez. Ruhu tatmin ederek bedeni yok etmez. Aksine bunların her birini yerli yerine konmasını sağlar. İnsanlar dinde zorlamaya niçin başvurur? Bilgisizliklerden başvururlar. Hâlbuki Kur’an’ı Kerim diyor ki; ‘Allah’ın size helal kıldığı nimetleri kim haram kılmıştır. Allah’ın helal kıldığı bir nimeti haram sayan da küfre düşer.’

Bu İslam nokta-i nazarından böyledir. Çünkü Allah’ın helallerini haram, haramlarını helal saymak, insanı küfre sokar. Dolayısıyla biz Allah’ın nasıl bize verdiği nimetleri reddetmek, yok saymak, haram kabul etmek imkânına sahip değilsek, onu kötüye kullanmaya da hakkımız yoktur. Dolayısıyla din kolaylık dinidir. Zorluk değildir. Ama din kolaylıktır derken burada hassas olunan bir nokta var. Dinin kurallarını bir kenara bırakıp hiçbir esası dikkate almadan ‘Benim dinim kolaylık dinidir, istediğim gibi dinimi yaşarım.’ Demek de yanlış bir tutumdur, yanlış bir davranıştır.

Zaten dinin temel emirleri bunu sağlamaktadır. Oruç tutuyoruz, aç kalıyoruz. Bu; bedene işkence değil bir yıl boyu insafsızca çalıştırdığımız organizmamızı hiç olmazsa yılın bir ayında dinlenmeye tâbi tutmaktır. Dolayısıyla İslamiyet’in ibâdetlerinde ve emirlerinde insanı zorlayacak hiçbir şey yoktur.

Dinde zorlamayı dine dönme mânasında zorlama değil aynı zamanda, ‘Dînî emirlerde zorlama, ikrah yoktur.’ Şeklinde anlamalıyız. Hakikaten bütün dinler üzerinde yakından çalışma yapmış bir kişi olarak, din felsefecisi olarak, görüştüğüm kişilere baktığım zaman, hayat tarzlarına baktığımız zaman İslam dininin getirdiği rahatlığı hiçbirisinde bulmak mümkün değil. Şu manada;  kimileri ruhu sıkıntıya sokmakta, veya aklı sıkıntıya sokmakta, veyahut da  bedeni sıkıntıya sokmakta... Yâni bir Budist’in bedeni sıkıntıya soktuğunu ve nimetlerin hepsinden mahrum kaldığını düşünün. Bir Hıristiyan’ın dünyevî nimetlerden –tabii hakiki manada bir Hıristiyan olmak için çalışırsa– mahrum kaldığını düşünün. Veya bir Hıristiyan’ın teslis inancı karşısındaki aklını zorlamasını düşünün. Veya haçın kutsallığı mânâsındaki bir takım inançlarında ekmek ve şarabın İsa’nın kanına dönmesi şeklindeki anlayışların… Bunlara baktığınız aman insanı bir cendere içersine sokmaktadır.

Hâlbuki İslamiyet insan aklını o kadar rahatlatmıştır ki, hiçbir şekilde bizim aklımızı zorlayan dînî bir kural koymamıştır. Bedenimizi zorlayan bir dînî kural koymamıştır. Bedenin bütün nimetlerden istifâde etmesini…  fakat ölçülü davranmasını, israfa gitmesini ve cimri olmamasını tavsiye etmiştir.

Çetinoğlu: İman ve amel ilişkisinden söz eder misiniz? Kimi Müslümanlar; ‘İmanım kavi. O bana yetiyor.’ Diyorlar. Yalnızca iman sâhibi olmak yeterli mi?

Karlığa: Tabii ki imanın pratikteki tezahürü amelle olacaktır. ‘Ben inanıyorum.’ Demek yetmiyor. Pratikte de ortaya çıkan şekline bakmamız lazım. Bu ameldir. İnancına göre yaşamadır. İnancına göre yaşamıyorsan, o zaman ona inanmıyorsun demektir. Bir müddet sonra inancın da ortadan kalkar. Yaşadıkların inanç olur yahut tamamen inançsızlığa düşebilirsin.

İslamî düşünce geleneğinde bir şey var. Amel imanın bir cüz’üdür diyemeyiz. Hanefi ve Mâturidi (2) geleneğinde amel imanın bir cüz’ü değildir. Dolayısıyla ameli olmayan bir insan, imanını kaybetmez. Bu bakımdan dinin bütün emirlerini yerine getirmeyen insana, ‘imansız’ denilemez. Dini inkâr etmiyorsa, ‘Vazifemi yapamıyorum. Bu da benim şahsî kusurum…’ Diyorsa o davranışlarının sosyal bir müeyyidesi yoksa veya sıkıntıya sebebiyet vermiyorsa… mesele yoktur. Özetle; amel imandan bir parça değildir ama imanın belirdiği tezâhür ettiği bir koruyucu, bir platformdur.

(2) Maturidî:Maturidiyye’ olarak da anılır. Muhammed ibn Muhammed Ebû Mansur el-Maturidî’nin kurucusu olduğu itikadî bir mezheptir. Akıl ve nakli temel alan İmam Maturidî’nin görüşleri şöyle özetlenebilir: İnsan, kendisine bir din tebliğ edilmemiş olsa bile, aklıyla Allah’ı bilebilir. İman bir bütündür. Artması, eksilmesi söz konusu değildir. Maturidiyye, Türkistan kökenli bir mezhep olduğundan, Türkler arasında yayılmıştır.

 

 

(DEVM EDECEK