Oğuz ÇETİNOĞLU

Ekonomist, Araştırmacı-Yazar

ocetinoglu1@gmail.com

Din Nedir?

Herkes dinin ne olduğunu çok iyi bildiğini zanneder. Fakat efrâdını câmi – ağyarını mâni kıvamında veya ilmî bir târif yapmak gerektiğinde yeterli donanıma sâhip olmadığını anlar. 

Din; anlatılması zannedildiği kadar kolay olmayan, kolay olmadığı için de birbirinden çok farklı târiflerin verildiği karmaşık bir kavramdır. Buna rağmen kolaylaştırmak mümkündür. Önce; Al-i İmran Suresi 19. âyet’i hatırlamamamız gerekir: ‘Allah katında din İslâm’dır.’

Burada yapılacak târif ‘İslâm dini’dir.

İslâm dini ile ilgili olarak pek çok târifler yapılmıştır

Din ile ilgili bütün târiflerden elde edilen bilgilerin ışığı altında din kavramını şöyle târif edebiliriz:

Mukaddeslere, ahrete, metafizik değerlere veya tabiatüstü bir güç olarak Allah fikrine yer veren ve inananlara bir hayat tarzı öğütleyen inanç sistemidir.

Bir başka ifâde ile akıl sâhiplerini kendi arzuları ile iyi işler yapmaya sevk eden, Allah tarafından konulmuş ilahî bir nizamdır.

Din olgusu, ilk insandan itibâren var olagelmiştir. Yüce Allah, hak dinin ilkelerini vahiy (*) yoluyla bütün insanlara bildirmiştir. İslâmiyet’i Musevilik ve Hıristiyanlıktan farklı ve üstün kılan, bütün insanlara hitap etmesidir.

Dolayısıyla ‘İslâmiyet Araplara indirilmiş hükümlerdir.’ İddiası; İslâm’ı bilmeyenlerin, ısrar etmeleri hâlinde ise, İslâmiyet’i inkâr edenlerin düştüğü vahim bir hatâdır.

Din ile ilgili olarak bir soru da şöyle sorulabilir: Bütün kültürlerin medeniyetlerin kaynağı dindir. Peki din olgusunun kaynağı nedir?

Bu soruya da şöyle cevap verilebilir: ‘İnanma ve tapınma, bir güce sığınma, o gücün iyiliklerinden yararlanma, kötülüklerinden korunma ihtiyacı.’

Târihî incelemeler; medenî ve bedevî hattâ vahşî insanların hepsinde inanma, tapınma, sığınma ve güvenme gibi duygular umûmî bir ihtiyaçtır. Vaktiyle mağaralarda ve taş kovuklarında vahşî bir hayat yaşayan ilkel kabileler de bu özelliklerden uzaklaşamamışlardır.

Din duygusu, yaratılışımızın değişmez bir vasfı ve ayrılmaz bir özelliğidir. İnsanın mâhiyeti araştırılırken berâberinde ‘din’ fikrinin düşünülmemesi mümkün değildir. Bu fikrin değişik zaman dilimlerinde ve farklı mekânlarda, çeşitli şekillerde doğması ve yayılması neticesinde dinler ortaya çıkmıştır. Özet olarak din, ruhun; fıtrî ve doğuştan özelliğidir.

Doğuştan gelen din fikri, milletlerde sosyal hayatın ihtiyaç ve gereklerine göre gelişmiş, her kavmin ve milletin medenîleşmesinde temel esas olmuştur. Târih ilmi, toplu olarak yaşayan sosyal grupların hepsinde bir dinin hâkim olduğu gerçeğini ortaya koymaktadır.

Bütün insanlarda inanma, tapınma, sığınma ve güvenme gibi duygular ihtiyaç olmakla birlikte; din fikri yalnızca korku ve ümit gibi haller neticesinde varlığını devam ettiren bir olgu değildir. Öyle olsaydı; insanların ilerlemesi ve gelişmesi sonucunda tabiat kuvvetlerinin niteliğini öğrenmeleri ve onlardan korunmayı becerebilmeleri ile bu fikir sona ermiş olurdu. Gerçekleşen olaylar, bunun aksini ortaya koymaktadır.

Tabiat kuvvetleri karşısında ilkel insanlarda uyanan korku ve ümit, bu kuvvetlerin mâhiyetini ve son derece düzenli bir şekilde işleyişlerini fark eden kimselerde görülen kendinden geçme duygusu, din fikrini yeniden meydana getirmemiş, doğuştan var olan bir şeyin canlanmasına sebep olmuştur.  Sosyal hayatın gerektirdiği durumlar da aynı neticeyi hazırlamıştır. Özetle din fikri, insan ruhunun özel bir durumudur. Bu özellik, değişik gruplarda tabiat kuvvetleri ve sosyal hayatın çeşitli etkileri altında grupların bilgi seviyelerine uygun bir tarzda farklı şekillerde ortaya çıkar. Bu fikir, kendilerine peygamber gelmeyen gruplarda garip bir şekilde kendini göstermiş, birçok efsâne, hurâfe ve ibâdetlerin ortaya çıkmasıyla neticelenmiştir. İlahî vahiy ile kendine tâbi olanları aydınlatan peygamberlerin irşadına nâil olan kavimler ise gerçek yaratıcıyı tanımış, kendi elleriyle yaptığı putları ve âyinleri terk ederek gerçek yolu bulmuşlardır.

(*) vahiy: Allah (cc) tarafından Peygamberlere gönderilen ilahî kelam ve haber.