Oğuz ÇETİNOĞLU

Ekonomist, Araştırmacı-Yazar

ocetinoglu1@gmail.com

İlahiyat Profesörü Yüce Kitabımız Kur’ân-ı Kerim’i anlatıyor

 

İlahiyat Profesörü Hasan Elik, Röportajın ikinci bölümünde Kadir Gecesinde İndirilmeye Başlayan Yüce Kitabımız Kur’ân-ı Kerim’i anlatıyor.

Oğuz Çetinoğlu: Kur’ân’ı nasıl okumalıyız?

Prof. Dr. Hasan Elik: Anlayarak okumalıyız.  Kur’ân; hem aslî dili olan Arapça okunmalı, hem de kendi dilimizde; meâli ve tefsiri okunarak anlaşılmalıdır.

Yalnız, Kur'ân'ın mânâsını anlamadan okumanın hiçbir yararı olmadığını söyleyerek insanımızı üzenlere ben katılmıyorum: Diyorum ki: O bizim ruhumuzu okşayan, mânâsını anlamasak da bizi bir yerlere götüren o okumaya devam...

Asırlardan beri takip ettiğimiz anlamadan hatim indirme âdetini Kur'ân'ın mealini okumaya dönüştürürsek, fert, aile ve cemiyet hayatına dâir daha fazla bilgi elde etmiş olacağımız için, daha çok sevap alacağımız, yâni fayda sağlayacağımız, muhakkaktır.

Bu namaz gibi huşû içinde edâ edilen bir ibâdettir.

Fakat Kur'ân sâdece bir ibâdet kitabı değildir.

Ne diyor bu kitap? Onu da bilmek lâzım.

Özellikle, dâvet üzerine evlere, mezarlıklara veya ihtiyaç sâhiplerinin mekânlarına gidip Kur’ân okuyan hâfızlarımız, okuduklarının mânâsını bilmeliler.

Okuduğu aşr-ı şerifin anlamını bilmeyen hâfız bir arkadaşımız, çok da iyi bir hafız olmasına rağmen, bir cenaze evine gittiği zaman, ölümle, ahiret ve cennetle ilgili âyetler okuyacağına, gidiyor savaşla ilgili âyetler okuyor.

Hasta döşeğinde; ‘Gel bana biraz Kur'ân oku!’ Diyen hastaya gidiyor, miras âyetlerini okuyor.

Biz şimdi buna ‘Kur'ân okumak’ Diyebilir miyiz?

Çetinoğlu: Kur’ân’ın tercümesi olur mu?

Elik: Ülkemizde ‘Kur'ân-ı Kerim'in tercümesi caiz midir, değil midir?’ Tartışması uzun yıllar boyunca yapıldı.  Mukaddes kitabın anlaşılarak okunup okunamayacağı tartışmasının yapıldığı bir ülkede dinî mantığın, dinî mantalitenin hangi noktada olduğunu varın siz düşünün.

Yani Müslüman, daha bu kitabın kendisi okusun diye indirildiğinin farkında değil. Farkında olsa, ‘Kur'ân'ı Türkçe’ye çevirmek caiz mi değil mi?’ diye bir tartışmaya girmez.

Bu işin doğrusu varken, doğrusunu yaparak daha çok sevap almak varken, yanlışını yapıp az sevap almanın mânası var mıdır?

Çetinoğlu: Bu sözlere açıklık getirmeniz mümkün mü Hocam?

Söylediklerinizi; ‘İşin doğrusu; Kur’ân’ı aslından okumaktır. Orada ne denildiğini öğrenmek isteyenler, ister meal olsun, ister tefsir… Kur’ân’ın tercümesini okuyabilirler. Birinci gruptakiler daha çok, ikinci gruptakiler daha az sevap kazanırlar…’ şeklinde anlayabilir miyiz?

Elik: Efendim, mesele şudur: Bir mü’min için Kur’an’ın anlamı; hayatını ona göre yönlendirmesidir. Bu da O’nun ne dediğini anlamakla mümkündür. Ancak Kur’an, din hakkında bilgi veren bir bilgi kaynağı olmanın ötesinde, kendisine inanan kişinin din duygusu üzerinde de çok etkili bir kitaptır. Bu yönüyle O’nu; aslından, orjinalinden okumalı;  verdiği bilgilerden istifade etmek için de Türkçe çevirilerinden okumalıdır.

Burada teknik bir hususu da ifade edelim ki, Kur’an’ın lafız olarak kelime ve kavramlarının tam karşılığını bulmak, Türkçe’ye veya herhangi bir dile çevirmek mümkün değildir. Mesela;  Allah, din, ibâdet, ahret vb. kavramların tam olarak karşılığını hiçbir dilde bulmak mümkün olmadığından, bu kelime ve kavramları başka dillere aktarmak da mümkün değildir; ancak, Kur’an’ın mesajını başka dillere aktarma mevzusuna gelince; bu hem mümkün hem de gereklidir. Bizim, tercümeden kastettiğimiz de budur.     

Çetinoğlu: Teşekkür ederim. Bu açıklamanızla, yanlış anlamaların önüne set çekmiş oldunuz.

Elik:Yaz aylarında, ‘Ben Kur'ân öğrenemedim; bâri yavruma öğreteyim!’ diyerek bir mahalle kursuna teslim ettiğiniz çocuklarınızın Elif Bâ'yı veya yüzünden Kur'ân okumayı öğrenmesini çok büyük bir görev addediyor ve vazifesini yapmış insanların rahatlığına bürünüyoruz.

Yavrularımızın mukaddes kitaplarını aslından okuyabilmesine karşı değiliz, elbette. Çünkü bir Müslüman’ın bir defa, -ne olursa olsun- Arapça, Türkçe, Farsça, Fransızca, İngilizce bir kitabı okuyabilmesi fevkalâde güzel bir şeydir. Hele bu, Kur'ân olursa çok daha güzeldir. Ama ‘Elif Bâ’ veya yüzünden Kur'ân okumak, o çocuğun Kur'ân okuduğunu göstermez. Okuduğunu anlayabilmeli. Söylemek istediğim bu...

Özetle; insanlarımız Kur’an-ı Kerim’i hem aslından okuyacaklar hem de meale bakıp ne demek istediğini öğrenecekler.

Çetinoğlu: Belli bir yaştan sonra öğrenmenin zorluğundan bahsediliyor…

Elik: 68-70 yaşlarında bir tanıdığım var. Bu yaşına kadar hiç namaz kılmış değil. Geçen sene oruca başladığını söyledi. Bizim Kur'ân'la ilgili bir değerlendirmemizi dinlemiş. Gitmiş bir Kur'ân meali almış. Bir defa okumuş, ilk anda şöyle bir şeyler anlamış. İki, üç, dört, beş derken, bir sene içinde Kur'ân'ı 15 defa mealinden okumuş. Bana geçenlerde 60 daktilo sayfası yazı gönderdi. Öyle bir noktaya geldi ki, şu anda ben bir âyetten söz ettiğim zaman, âyetin hangi surede olduğunu söyleyebiliyor.

Bu kadar basit bu iş. Zâten tamamı 600 sayfa. Her birimiz hayatımızda okuduğumuz romanların, hikâyelerin, çeşitli edebî eserlerin sayısını hesaba katacak olursak 6000 sayfayı çok aşar. Allah'ın bize gönderdiği dini; Kur'ân'a lâyık olduğu şekilde değerlendirmek için, O’nu mutlaka Türkçe’sinden okumamız lâzım.

Hâfızlık müessesesi de ayrıca devam etsin. O ayrı bir mesele. Biz buna bir şey demiyoruz. Ama bir çocuğu hâfız yap, Kur'ân'ı baştan sona ezberlettir, mihrapta imam yap; 60 yıl imamlık yapsın, yüzlerce, binlerce defa hatmetsin, ‘Kul huvallâhü ehad’ın mânasını bilmeden gitsin; cenaze evinde veya hastanın başında hırsızlığın kötülüğünden bahseden âyetleri okusun. Bu; en azından ayıptır.

Bu bakımdan, yaşı ne olursa olsun, hiç kimse için vakit geçmiş değildir. Her şeyi okuduğunuz gibi Kur'ân-ı Kerim'i de mealinden okuyabilirsiniz.

 

KADİR GECESİNDE İNDİRİLMEYE BAŞLANAN KUR’AN-I KERİM:

Yüce Allah tarafından vahiy yolu ile Arapça olarak bölümler hâlinde Peygamberimiz Hz. Muhammed (a.s.)'a indirilen, nesilden nesile bize kadar gelen, mushaflarda yazılı, Fatiha sûresi ile başlayıp Nas sûresi ile sona eren, okunması ile ibâdet edilen ve sevap kazanılan, 323.015 harf, 77.439 kelime, 6.666 âyet ve 114 sûreden oluşan mûcizevî bir kitaptır. Allah sözü olduğunda hiç şüphe yoktur. Kendisinde hiçbir eğrilik ve tezat mevcut değildir. Önünden ve arkasından O’na bir bâtıl gelip karışmaz.  Dosdoğru, mübârek ve Allah'tan gelen hak bir kitaptır. Âyetleri insanların muhtaç oldukları şeyleri beyan edicidir. Öğüt alanlar, anlayanlar, bilenler, düşünenler ve aklını kullananlar için âyetler şeklinde düzenlenmiştir.

Kur'ân; insanlar ve cinler bir araya gelseler bir benzerini meydana getiremeyecekleri bir kitaptır. Kendinden önceki kitapları doğrulayıcı ve gözeticidir. Müjdeleyici ve uyarıcıdır. Özellikle zâlimleri, inkâr edip isyan edenleri, ilahî azap ile uyarır.

Allah'ın, insanlara özellikle inananlara, Allah'tan korkanlara öğüdüdür. Öğüt almak isteyenler için kolaylaştırılmıştır. Bütün insanlar, özellikle Müslümanlar  için bir rahmet, müjde ve göğüslerdeki sıkıntılara şifadır. İnsanları karanlıklardan aydınlığa çıkarır ve en doğru yola iletir. İnsanlar için gerekli olan her şeyi açıklayıcı ve apaçıktır. Hakkı batıldan, doğruyu yanlıştan, helali haramdan ayırır. İnsanlar için gerekli her türlü misal / örnek anlatılmıştır. Kıssalarında akıl sahipleri için ibretler vardır.  İnsanları hakka, dosdoğru yola götürür.

Kur'ân, tamamen Allah sözüdür. Kelimelerinin seçilişi, cümlelerinin kurulumu, âyetlerinin tertibi, lafızları ve manası ile tamamen Allah'a aittir. Bu konuda, vahiy meleği ve Peygamberimiz (a.s.) sâdece birer vasıtadır.

Kur'ân, sadece Hz. Peygamber dönemine ait bir kitap değil, varlığını ve rehberliğini dünya durdukça sürdürecek olan, çağları aşan ve kucaklayan bir kitaptır. Sadece ilk indiği Arap toplumunun değil bütün insanların kitabıdır.

Kur'ân, zamanın geçmesiyle eskiyen değil daima tâzeliğini ve güncelliğini koruyan, insanları geriye değil daima ileriye götüren, ilim, teknik ve gelişmelerle çatışan değil örtüşen ve kucaklaşan bir kitaptır. Emir ve yasakları, helal ve haramları, hüküm ve tavsiyeleri, öğüt ve ilkeleri, misal ve kıssaları, va'd ve vaid-leri, geçmişe, geleceğe, Allah'a, insana ve diğer varlıklara dair bildirdiği gerçekler, bilgiler ve tanımlar, zamanın geçmesiyle değişmez ve değerini yitirmez.

Prof. Dr. İSMAİL KARAGÖZ

Çetinoğlu: Kur’ân-ı Kerim mealleri hakkında bilgi verir misiniz?

Elik: Kur'ân hem aslî dili olan Arapça’sından, hem de herkesin kendi dilinde anlayarak okunmalıdır. Zira milyarlarca insanın Arapça öğrenip Kur'ân-ı Kerim'in mânasını öğrenmesi mümkün olmayabilir. Fakat Müslümanlar mukaddes kitaplarını -ister Fransızca, ister Farsça, ister İngilizce ister Türkçe- ana dillerinde yazılmış Kur'ân meallerinden rahatlıkla okuyup anlayabilirler.

Kur'ân-ı Kerim'in mânasını bilmeden hatmeden insanlar, Kur'ân'ın mealini okusalardı, şimdiye kadar 50 defa hatim indirmiş olanlar Kur'ân'ı 50 defa anlayarak okumuş olsalardı, şu anda herkesin kafası daha sağlıklı din bilgileri ile dolu olurdu.

 Yalnız, Kur'ân'ın Türkçe çevirileri de pek başarılı değildir. Birçok insana okuyunuz diyoruz. Alıyor, okuyor, ama meallerdeki dil, üslup bir hayli yadırgatıcı. Allah'ın kelâmındaki manevî câzibeyi, müzikal ahengi, şiiriyeti yansıtmaktan çok uzak. Genelde kekre bir dil hâkim. Çok berbat çeviriler var.

Meal, tercüme-çeviri veya tefsir bunlar akademik kelimeler. .. Aralarında farklar var; ama kabaca ‘Herhangi bir dildeki bir kelimeyi, cümleyi, metni bir başka dile aktarmak…’ demek.

Tercümelerde şu husus dikkatten kaçmaktadır: Mâna kelimede değil, kafadadır. Kelime lügat anlamı itibarı ile size ayağınızı basabileceğiniz bir yer, bir istinatgah verir. Bundan sonra mantık, kafa devreye girer.

Dolayısıyla, bir kelimenin sözlük anlamını bulmak, karşılığını bulup Türkçe yazmak Kur'ân'ın Türkçe’ye çevrilmesi demek değildir. Kelimeleri değil, anlamı esas alınarak Kur’ân üzerinde ciddî çalışmak gerekiyor.  Kur'ân üzerinde en ciddî çalışmayı yapan kim biliyor musunuz? Avusturyalı, Yahudi asıllı bir Müslüman: Muhammed' Esed. Bir Müslüman olarak, bir İlâhiyatçı olarak utandım; ama insanlık adına da sevindim. Yahudi asıllı bir mühtedî; ‘Araplar hangi kelimeyi hangi anlamlarda kullanıyor? Falan kelime değişik bağlamlarda nasıl farklı anlamlara geliyor?’ diye 25 yıl Arabistan çöllerini kabile kabile dolaşarak 3 ciltlik muazzam bir çalışma yaptı. Bana göre, Türkiye'de ve İslâm âleminde yüzlerce yıldan beri yapılan bütün çalışmaların pabucunu dama attı.

Bugün bizim ne yazık ki ilmî ve icraî kurumlarımızın yaptırdığı çalışmalar, bunun yanında çok yetersiz kalmıştır.

Bu başarının sebebi nedir?

Kur'ân'ı sözlük yardımıyla tercüme edilebilecek Arapça kelimeler yığını olarak değil, bir ilim ve ahlâk kitabı olarak, bir mesaj olarak kabul ediyor. Bizimkilerin felsefesi ise şu: ‘Arapça okuyacaksın, Arap dilini öğreneceksin; bitti. Yani, Arapça bilen biri Kur'ân'ı bilir.’

Hayır efendim! Bu, işin anahtarıdır. Sözlük bilgisinin yanı sıra, o günkü sosyal yapıyı, Kur'ân'ın indiği şartları bilmek şarttır. Bu konuda söylenecek çok şey var. Sayfalar yetmez…

Sonuç olarak; bütün bu âyet ve surelerin anlaşılarak okunması, üzerinde derin derin düşünülmesi gerekmektedir. Kur'ân'ın bizden istediği okuyuş ancak bu takdirde gerçekleşebilir.

Çetinoğlu: Okuyucularımızdan merak edenler, sözünü ettiğiniz kitabı almak isteyenler olabilir. Buradan bir  açıklama ile yardımcı olur musunuz?

Elik: Kitabın İngilizce ismi: The Message of Qur’an. Câhit Koytak ve Ahmet Ertürk tarafından ‘Kur’ân Mesajı / Meal-Tefsir’ adıyla Türkçe’ye çevrilen eser İstanbul’da, 1996 yılında yayınlanmıştır. Daha sonra da çeşitli baskıları yapılmıştır.

Çetinoğlu: Teşekkür ederim.

Hocam, Kur’ân’ı okumak… ve hattâ anlamak yeterli mi?

Elik: Bize dinimizi gönderen yüce Yaratıcı bu dinin programı olarak da kitap göndermiştir.

İslâm dininin bir tek kitabı vardır. Kur’ân-ı Kerim. Onun dışındaki bütün kitaplar bu kitabı anlamak ve ondan anladıklarını anlatmak için yazılmıştır. Din adına konuşulan, yazılan her şey Kur'ân'dan onay almak mecburiyetindedir.

Dinî bilgi; önceki toplumların yorum ve yaşama biçimlerinden öğrenilmez. Dinî bilgi; filozof, bilge, efendi, hoca ve şeyh gibi birtakım kişiler tarafından belirlenemez. Hayatın dinamizmine bağlı olarak üretilmesi gereken dinî bilgiler skolastik anlayışlara değil, işbu kutsal kitaba dayandırılmak durumundadır.

Ne yazık ki, İslâm toplumu uzun zamandan beri Kur'ân-ı Kerim'i nihaî kaynak olarak, kıstas olarak hayatlarına sokamamakta. Problem buradadır. Hâla falan efendinin, filan hocanın, falan yazarın, filan kurumun görüşleri otorite olarak kabul ediliyor.

O görüşlerin bir anlamı olabilir, olmalıdır da. Ama bütün din kitapları sonuçta bir tek kitabı anlayabilmek ve anlatabilmek içindir.  Eğer bu kitapların kaynağı olan Kur'ân zaman içinde devreden çıkarılıp bu kitaplar O’nun yerine konulursa, problem başlamış demektir. Bu durum yüzyıllardır devam ediyorsa, sonuç ne olur?

Hatırlayın, babalarınızın, dedelerinizin evinizde okuduğu eski yazıyla yazılmış kitapları... Hatta şu anda bile koca koca ciltlerle yazılmış, kütüphanelerimizde din adına bulundurduğumuz kitaplara bakın; üzülerek söylüyorum ki bunlar yazarının kendi kabiliyet ve bilgisine göre yazılmış kitaplardır. Ama onu okuyan bir Müslüman: ‘Efendim, kitap böyle yazıyor; kitapta böyle diyor.’ Diyerek bu kitapları delil olarak gösterebilmektedir.

Elbette kitaplar yazılacak. Elbette felsefî düşünceler geliştirilecek; fakat bütün düşünceler, sistemin ana kitabı olan Kur'ân'la uyumlu olacak.

Netice itibâriyle; Kur’ân okunacak. Mutlaka okunacak. Okumakla yetinilmeyecek. Anlanacak… yâni öğrenilecek. Daha da önemlisi: Hayata uygulanacak. Tatbik edilmeyen bilginin hiç kimseye hiçbir faydası yoktur.

Çetinoğlu: Günümüz Müslüman’ı ile sahâbeyi  karşılaştırır mısınız?

Elik: Öncelikle şunu ifade edelim ki, Hz. Peygamber'in sâdık arkadaşları, dine çok büyük hizmet etmişler; dini bize kadar sağ değişmeden, bozulmadan ulaştırmak için canlarını vermişlerdir.

Aslında, Ashabın genel bilgi seviyesi, bizim bugünkü bilgi seviyemizin çok altındaydı. Düşünebiliyor musunuz, Sahabe-i Kiram zamanında 7 tane Kur'ân nüshası vardı. Biri başkent Medine'de kaldı. Diğerleri Mekke, Küfe, Yemen, Mısır, Basra, Bahreyn gibi merkezlere gönderildi. 100.000 Sahabi içerisinde hafız sayısı çok azdı ve bunların 70'i harplerde şehit oldu. Kur'ân'ı Kerim kaybolacak endişesi bu yüzden yaşanmıştı. Bugün bir ilçede 70 tane hâfız var. O gün topu topu 7 tane Kur'ân nüshası vardı. Bugün ise hemen herkesin evinde 3-5 tane Kur'ân var. Ashab'ın hayal bile edemediği birçok şey bugün bizim günlük hayatımızda ilim olmanın ötesinde, alışkanlık hâline gelmiştir.

Buna rağmen, Sahabe ile aramızda muazzam bir fark var. Çünkü Sahabe az biliyordu, ama bildiklerini uyguluyordu. Biz çok şey biliyoruz; inanın çok şey biliyoruz; Aristo'nun Sokrat'ın bilmediği konuları bugün ilkokul çocukları bile biliyor. Ama mesele çok şey bilmek değil; mesele, bilinen faydalı şeyin uygulanmasıdır.

Aramızdaki en büyük fark budur: Sahabe az biliyordu, fakat yapıyordu. Biz çok şey biliyoruz, çok konuşuyoruz, ama bildiklerimizin neredeyse hiçbirini yapmıyoruz. Şunu yapın, bunu yapın diye herkes başkalarına emrediyor: ama sıra kendine gelince görevden kaçıyor.

Kur'ân'a karşı gerçekten büyük bir saygımız var, ama maalesef, onu okuyup anlamada son derece zayıfız.

Çetinoğlu: Kur’ân’ın insanlığa getirdiği mesajdan söz eder misiniz?

Elik: Cenab-ı Hak, Kur’ân’ı göndermekle şunu söylemiş oluyor: ‘Biz size; en doğru, en güzel, en ahlakî yolu gösterdik. Uygulamayı siz yapacaksınız. Biz Kur’ân-ı Kerim’le size rehberlik ettik. Sizi okuduk, sizin içinizi seslendirdik. Bu kitap sizin sesinizdir. İnsan ve varlık dünyasının seslendirilmiş hâlidir.’

Dolayısıyla, Kur’an dediğimiz zaman, ‘Allah kelamıdır.’ Diye O’nu kendimizden uzaklarda düşünmeyelim. O, Allah kelamı ise, biz de Allah’ın kullarıyız.

Öncelikle, Kur’ân ile aramızdaki mesâfeyi kaldırıp O’nu kendimize yaklaştırmalıyız. Mesâfe o kadar açılmış ki… ‘Dokunma çarpılırsın…’ noktasına kadar gelmiş. Neden çarpılacaksın? Kur’an çarpmak için gönderilmedi ki… O’na elimizi değdirmediğimiz zaman çarpılırız.

Çetinoğlu: Bâzı insanlar şöyle bir problemle karşı karşıya: Eskilerin Kur’ân’dan ürettikleri fikir ve düşünceleri Kur’ân zannederek aynen uygulamak istiyor. Fakat hayatın gidişatı buna müsaade etmiyor.

Çözün olarak ne tavsiye edersiniz?

Elik: Sanayi çağında yaşayan bizlerin;  yontma taş veya cilalı taş devrindeki insanlar gibi yaşamamız mümkün değildir.

Cenab-ı Hak diyor ki: ‘Zaman değiştiği, toplum geliştiği için, daha önce indirdiğimiz Tevrat ve İncil'in yerine başka bir kitap indirdik. Her ne kadar amaç, ana gaye değişmiyor ise de en azından dili değişiyor: ‘Kur'ân, bizim indirdiğimiz mübârek bir kitaptır. O’na tâbi olun ve kendinize çeki düzen verin ki size merhamet edilebilsin.’

Kur'ân-ı Kerim'e anladığımız zaman, elimizde sorunlarımızı çözecek çok büyük bir hazinenin olduğunu görüyoruz. Mesele, bu kaliteli kumaştan güzel bir elbise dikmekte düğümleniyor. Piyasaya çıkıp da çok eşlilik, şeriat, el kesme gibi meseleleri tartışanlar; Kur'ân'ın mânevî-rûhî yücelişe katkılarını ihmal edip onu sloganlaştıranlarla Kur'ân'a ‘çöl kanunu, köhne kitap’ falan diyenler; her ikisi de Kur'ân'ı okumuş değildir. Bu kavgada başı çekenler Kur'ân'ın kapağını dahi açmış değillerdir. İşin Elifba'sını bilmeyen birinin Kur'ân'ı yargılaması kadar acayip bir şey olur mu? Bu durumda, olan bize oluyor; insanlık kaybediyor.

 

(İKİNCİ BÖLÜMÜN SONU. ÜÇÜNCÜ VE SON BÖLÜM YARIN VERİLECEKTİR.)