C. Yakup ŞİMŞEK

Eğitimci, redaktör

C.Yakup_Simsek@hotmail.com

Aziz Nesinlik Ramazanlar

“Tam da Aziz Nesinlik” derler, hani...

Bu söz, Türkçede bir tâbir hâline geldi.

Garâbet ve saçmalığın daniskası; insanı hayrette bırakan, alelacâyip, görülmedik, duyulmadık hâller...

Neler de neler, maydanozlu köfteler... 
***

Peki, “Aziz Nesinlik Ramazanlar” deyince akla neler gelir?

Elbette bir sürü (onun imlâsıyla “birsürü”) şey...

Ramazanda karşılaştığımız fevkalâde güzel manzaralar yanında gülünç, aykırı, zıt, tuhaf şeyler... 

Hele sosyal medya kanallarında ibâdullah...

Desteksiz atan, bire bin katan, pireyi deve yapan çok.

Ayrıca, “Kurdu gören bağırır, görmeyen daha çok bağırır” mış.

Bendeniz farklı bir şey yapacağım.

Ve sözü daha çok Aziz Nesin’e bırakacağım.

“Aziz Nesinlik Ramazan” nasılmış, o anlatsın...

Şaşar mısınız, üzülür müsünüz, bilmem...   

*** 
Sual: Aziz amca, sence ramazan nasıl bir aydır?

Cevap: Ramazan... Yoksul evlerinde bile geçim sıkıntısının belli edilmediği aydır...

(Aziz Nesin’in bu tesbîti 1920’lerin ramazanları hakkında...

Osmanlı yıkılmış, memleket perîşan... Bu perîşanlığa rağmen o yıllarda ramazan “yoksul evlerinde bile geçim sıkıntısının belli edilmediği ay” mış...

2019’un ramazânı da “yoksul evlerinde bile geçim sıkıntısının belli edilmediği ay” mıdır, bunun cevâbını da siz verin...)

Sual: Aziz amca, sen sonradan ateist oldun. Ama çocukluğunda -bütün çocuklar gibi- sen de Müslüman’dın. Annen baban da dîni bütün insanlarmış. Meselâ iftar sofralarınız nasıldı, neler hatırlıyorsun?

Cevap: İftar soframızda annemin yaptığı iki türlü reçel, peynir, zeytin, pide... Babam, iftarlıklardan biriki lokma alır, sonra hemen cıgaraya sarılır, cıgarasını içtikten sonra akşam namazını kılar, sonra yeniden oturur sofraya...

Sual: Peki, annen baban sana da oruç tutturur muydu?  

Cevap: Annem, yaşım küçük olduğundan oruç tutmamı istemezdi. Babam, yalnız ramazanın ilk ve son günü oruç tutmamı isterdi. Ama ben bütün ramazan, hiç aksatmadan oruç tutardım. Yalnız uykudan uyanıp sahur yemeği yemek çok zor gelirdi. Nasıl olsa oruç tuttuğum için, hiç olmazsa sahur yemeği yiyeyim diye zorlıyarak uyandırırlardı. Sahurda pilâv ve pestil hoşafı olurdu...

Sual: Seni o sıralarda “Dâruşşafaka” mektebine “yatılı” vermişler. O yıllara dâir unutamadığın neler var?

Cevap: Dâruşşafakanın unutulmaz anıları ramazan geceleridir. Heyecan, daha ramazan gelirken başlar. 
Bahçede herbirimize büyük bir masa boyutunda yerler vermişlerdi. Bu küçük yerleri kazdık, çapaladık, oralara kırmızı turp, salata filân ektik. Bunlar, yetişecek de ramazanda yiyeceğiz. 
Ramazanı çok severiz, çünkü oyun çok, ders azdır. Alabildiğine bir hoşgörü vardır. Sonra, yaşamımızda büyük bir değişikliktir ramazan. Sahur saatine kadar yatağa girmek, uyumak yok, boyuna oyun, koridorlarda koşar, fink atarız. Sahuru yiyip yatarız. Öğleden sonrasına kadar uyku... Öğleden sonra iki ders, yine bahçede oyun... Sonra iftar, biraz sonra da teravih namazı... Teravih namazı kılındıktan sonra yatağa girene kadar en güzel saatlerimizdir...

Sual: Çocukluğunun en güzel günlerini geçirdiğin Dâruşşafakayı ziyâret ettiğinde neler hissediyorsun? 
Cevap: Ramazan geceleri sahurdan sonralara dek koşup oynaştığımız serin salonun yeşil boyalı, siyah çizgili sütunlarına kapanıp, doya doya ağlamak gelir içimden... 
*** 
Evet, Aziz Nesin’le bir ramazan sohbeti yapmış olsaydım ona işte bunları sorar ve kendisinden bu cevapları alırdım.

Not: Sualler bana âittir ve hayâlîdir; cevaplar ise Aziz Nesin’in yazdığı “Böyle Gelmiş Böyle Gitmez” isimli hâtıra kitabından seçilmiştir...