İsmail KAHRAMAN

Belgeselci - Gazeteci

belgeselciismail@gmail.com

Fındık Üreticiliğinin Bazı Önemli Sorunları

Türkiye fındık meyvacılığının, birçok teknik ve ekonomik sorunu bulunmaktadır. Hatırlanacağı gibi bu ekonomik faaliyet, emek-yoğun bir üretim olup, makineleşmeye pek de uygun olmayan birçok etkinliği içerir. Örneğin, ancak 1985 sonrasında MKE motorlu ve motorsuz fındık harman makinası kullanılmaya başlanmıştır. Ailelerin, daha çok patos diye adlandırdıkları bu makine kullanılmaya başlanmadan önce, bahçelerden toplanan ve zuluf diye tanımlanan çotanaklar, güneşe seriliyor; fındık harmanı denilen bu harmanlarda fındık çotanakları zaman zaman tersyüz edilerek, güneş enerjisi ile kurutuluyor; uzun sopalarla ve nemli sabahta, uzunca çubuklarla dövülerek, fındık meyvalarının çotanaklardan çıkarılmasına çalışılıyordu. Daha sonra meyva, güneşte kurutuluyordu.

Söz konusu harman işi, nemli geçen havalarda, on-on beş gün sürüyordu. Oysa patos, bu işlemi kısaltmış olup, patostan geçirilen çotanaklardan meyva ayrışmakta ve 25 ila 30 dereceye varan sıcaklıklarda yine güneşe serilerek, en fazla üç-dört günde kurutulmaktadır. Dolayısıyla da fındık harman makinası, çiftçilere büyük kolaylık sağlamış ve zaman kazandırmıştır. Ancak, yine de bu konuda, önemli bazı sorunlar vardır: 

 Bahçeler küçük işletmelerden oluşur: Miras hukuku, arazileri giderek parçalamış ve işletmeler çok küçülmüştür. Ortalama büyüklük, 14 da. dolayında olup, örneğin 2004’de 550 bin ha.a yaklaşan toplam bahçe büyüklüğünde; çiftçilerin % 50’ye yakınının sahip oldukları bahçe büyüklüğü, 20 da. (dönüm) dolayındadır. Yaklaşık 20 ila 50 da.lık alanları işletenler, % 40 dolayında olup çiftçi sayısının % 4’ü, 5 da.dan daha küçük işletmeleri işlemekte; büyük çiftlik ya da işletme diyebileceğimiz 50 da.dan daha büyük bahçeleri işleyen çiftçi sayısı ise, % 6’yı aşmamaktadır. Demek ki, fındık bahçelerine, küçük işletmeler hâkimdir.

 Bahçeler ekonomik üretim alanlarının dışına yayılmıştır: Türkiye’nin en uygun fındık bahçesi kurma sahası; Trabzon’un doğusunda Of kenti batısından, Ünye batısına kadar, yaklaşık 350-400 km.lik bir uzunluk; kıyılardan iç kesimlere doğru en fazla 35-40 km.lik bir derinlik ve yükselti olarak da, en çok 500-600 m.yi aşmayacak bir yükselti gösteren saha olabilirdi.

Ne yazık ki, üretim alanları örneğin Batı Karadeniz bölümü sınırları içinde bile durdurulamayıp, az önce de sözü edildiği üzere; Marmara bölgesinde Sakarya, Kocaeli, Bursa gibi yaz kuraklığı çok etkili olan sahalara da yayılmıştır. Oysa, fındık bitkisinin, vejetasyon devresi boyunca yağış, 650-700 mm.nin altına düşmemeli; sıcaklık ortalamaları ise, 20 ila 25 ˚C dolayında kalmalıdır. Bu değerler açısından,  Karadeniz bölümünün örneğin Samsun çevreleri ile Batı Karadeniz bölümünün, Sinop, Kastamonu, Bolu ve Düzce çevreleri bu meyvanın tarımına uygun olmayıp, Marmara bölgesi, Ege ve Akdeniz bölgeleri ile Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgeleri yetiştirilmesine hiç uygun düşmez. Yani ekolojik koşullar, ekonomik bir üretim yapılmasını önlemektedir. Nitekim fındık yetiştiriciliğinde hedef, biraz önce de değinildiği üzere, randımanın % 50’yi bulması olmalıdır (100 gr. kuru kabuklu meyva kırılıp, içi, yani tohumu tartıldığında, 50 gr. gelmelidir). Bu miktar ne kadar yüksek olursa, kg. başına ön görülmüş baş fiyat o ölçüde yükselir; bu miktar ne kadar azalırsa, baş fiyat, yani yetiştiricinin eline geçmesi gereken para da, o ölçüde düşer.

Yatay sınırlar bakımından bahçeler, ideal yetişme alanları dışına taşmış olup, bu olumsuzluk, dikey yayılış ve eğim yönünden de söz konusudur. Örneğin en ideal eğim, yaklaşık % 10’un üstüne çıkmamalı; yani, 5 ila 6˚ dolayında olmalıdır (Devlet bu limiti, 1989 yılı itibariyle, % 12=7.2˚ olarak sınırlamıştır). Yükselti sınırı ise, 500-600 m.yi aşmamalıdır (aşarsa, sıkça don vurması ve rekolte düşmeleriyle karşılaşılır). Bu limitler dikkate alındığında; Türkiye fındık bahçelerinin yaklaşık % 60’ı en uygun (ideal) yetişme sınırlarının dışına taşmıştır. Bu da, kalitesiz yani randımanı düşük fazla üretim elde edilmesi (bazı yıllar 750-800 bin ton) ve dış pazar bulunamaması gibi, köklü bir takım ekonomik sorunlara yol açmaktadır