Prof. Dr. Hacı DURAN

Akademisyen

duranhaci@gmail.com

Öğretmen ve Öğrenci Rollerinin Yeni Eğitim Teknolojileri Karşısındaki Konumu

ÖZET: Bu çalışmada öncelikle klasik çağ, modern uygarlık veya endüstri toplumu olarak bilinen ve on sekizinci yüzyıldan itibaren önce Batı Avrupa daha sonra da bütün dünyada egemenlik kuran endüstri çağının eğitim araçlarının ve güçlerinin neler oldukları ve bunların öğretmen ve öğrenci rollerini nasıl belirlediği ortaya konmaya çalışılacaktır. İkinci olarak yirminci yüzyılın son çeyreğinden itibaren eğitim araçları ve güçlerinin yapısında ve niteliğinde önemli değişmelerin meydana gelmesinde etkili olan yeni eğitim teknolojilerinin öğretmen ve öğrenci rolleri üzerindeki etkisi ve dolayısıyla eğitimin amaçları ve niteliğinde ne gibi dönüşümleri beraberinde getireceği açıklanacaktır.

ANAHTAR KELİMELER: Klasik Eğitim Sistemi, Öğretmen Rolü, Öğrenci Rolü, Eğitim Araçları, Eğitim Güçleri, Endüstri Çağı,

Eğitim bilimciler on dokuzuncu yüzyılın ikinci yarısından bu yana, kişilik geliştirmeyi, yetenek kazandırmayı, kendi kendine öğrenmeyi, yaşantılara ve deneyimlere bağlı bir eğitim planlanmasını, öğrenci merkezli bir eğitim sistemini, çevre şartlarına uygun bir esnek eğitimi ve her şeyden önce demokratik bir kişilik tipolojisini geliştirmeyi hedefleyen çeşitli eğitim modelleri ve sistemlerini geliştirmişlerdir. Bu eğitim modelleri ve sistemleri arasında özellikle J.Piaget’nin “özümleme-uyma etkileşim” modelini[1], J.Dewey’in “tecrübenin eğitimi, tecrübe ile eğitim ve tecrübe için eğitim”[2]modelini, J.J. Rousseau’nun “doğal eğitim ve doğanın çizdiği yola göre  eğitim”[3] modelini ve Pestallozzi’nin “iş eğitimi” modelini belirtmek gerekir. Bu kuramların tümü eğitim alanında önemlidir. Yenilikçidirler. Bireyi merkez alırlar. Aktif öğrenmeye vurgu yaparlar. Öğrenci merkezli bir eğitim sistemini önerirler.  Ülkemizde de 150 yıldır eğitimde yeni yöntemler, yaparak-yaşayarak öğrenme ve öğrenci merkezli eğitim tartışılmaktadır[4]

Bu geliştirilen yeni eğitim sistemleri ve modelleri eğitimciler tarafından benimsenmiş, ders kitaplarına girmiş ve eğitimin en önemli hedefleri olarak kabul edilmiştir. İlginçtir, bütün bu yeni fikirlere rağmen, öğretmen ve öğrenci rollerinin sistem içindeki konumu değişmemiştir. Yani çelişkili bir durum ortada bulunmaktadır. Yani öğrenci merkezli eğitimi savunan eğitim sistemlerinin öğrencileri söylenenin tam tersi bir şekilde pasif kalmaktadırlar. Hiçbir şekilde aktif olamıyorlar.

Türkiye açısında bu çelişik durum daha da açık bir şekilde ortaya konabilir. Mesela, J. Dewey’in tecrübenin eğitimi, tecrübe eğitimi ve tecrübe için eğitim olarak ifade edilen ilerlemeci ve faydacı eğitim kuramı 1925’li yıllardan itibaren, Türkiye’de resmen benimsenmiş ve uygulamaya konmuş olarak bilinmektedir. Ancak fiili duruma baktığımızda gerek Türkiye’de gerekse benzer fikirlerin benimsendiği çağdaş dünyanın önemli ülkelerinde, kuramda ileri sürülen bir eğitim ortamının oluşturulamadığı da açıktır. Öğretmen merkezli, ders kitabına bağlı bir eğitim uygulaması her zaman uygulana geldi.

Son yıllarda Türkiye’de Milli Eğitim Bakanlığı “Yapılandırmacı Eğitim” kavramı çerçevesinde J.Dewey’den bu yana resmen yürürlüğü konduğu söylenen eski söylemleri tekrar uygulamaya koymaktadır. Öğrenci merkezli eğitim olarak şuyu bulan bu eğitim anlayışı ülkemizde son yıllarda tekrar gündeme oturdu. Bu amaçla Milli eğitim alanında önemli reformların yapıldığı da söylenmektedir. Yeni ders kitapları hazırlandı. Ancak gerçekten iddia edilen ve yürürlüğe konduğu resmen açıklanan yapılandırmacı bir eğitim anlayışı uygulanıyor mu? Bu konuda şimdiden bir şey söylemek zordur. Ancak daha önce de benzeri uygulamalar yapıldığına göre uygulamanın fantastik bir görüntü ile sınırlı kalacağını şimdiden söylemek de mümkündür.

Öğretmen müfredat, zaman, mekan ve okul idaresi karşısında edilgen kalmıştır. Öğrenci ders kitapları, ders saatleri, sınıf, öğretmen ve okul idaresi karşısında edilgen konumda olmuştur. Bu makalede bu çelişik durumun, modern/klasik eğitim sistemini oluşturan eğitim araçları ve güçlerinin endüstri çağı boyunca, aynı kalmış olmaları ve değişmemeleri ile olan ilişkisi açıklığa kavuşturulmaya çalışılacaktır. Dolayısıyla eğitim alanında gerekli olan bilimsel bilgiler ve önerilen uygulama modelleri modern çağın ortalarından itibaren savunulmuştur. Önerilmiştir. Ancak öğrenci merkezli, uygulamalı ve yukarıda isimlerini andığımız eğitimcilerin eğitimle ilgili kuramları bir türlü uygulanamamıştır. Uygulama çalışmaları Türkiye’deki köy enstitülerinde olduğu gibi, sürekli bir geleneğe dönüşememiştir. Bunun nedenini tartışırken öyle düşünüyorum ki aynı zamanda öğrenci ve öğretmen rollerindeki geleneksel uygulamalar da kendini göstermiş olacaktır. Tartışmanın odak noktasını eğitim alanındaki kuramsal yenilikler, ya da kuramsal tutuculuklar oluşturmuyor. Eğitim araçları ve güçlerinin modern klasik çağ boyunca aynı kalmış olması oluşturmaktadır. Ancak son yıllarda yaygınlaşan yeni eğitim teknolojileri muhtemelen öğretmen ve öğrenci rollerinde önemli bazı değişmelerin meydana gelmesine neden olacaktır. Çünkü eskiden mevcut hudutlu bilginin tek hakimi konumunda olan hocalar, zamanla bilgi hazinesinin sadece bir parçası haline gelmiş bulunmaktadırlar.[5]

Bu çalışmada öncelikle klasik çağ, modern uygarlık veya endüstri toplumu olarak bilinen ve on sekizinci yüzyıldan itibaren önce Batı Avrupa daha sonra da bütün dünyada egemenlik kuran endüstri çağının eğitim araçlarının ve güçlerinin neler oldukları ve bunların öğretmen ve öğrenci rollerini nasıl belirlediği ortaya konmaya çalışılacaktır. İkinci olarak yirminci yüzyılın son çeyreğinden itibaren eğitim araçları ve güçlerinin yapısında ve niteliğinde önemli değişmelerin meydana gelmesinde etkili olan yeni eğitim teknolojilerinin öğretmen ve öğrenci rolleri üzerindeki etkisi ve dolayısıyla eğitimin amaçları ve niteliğinde ne gibi dönüşümleri beraberinde getireceği açıklanmaya çalışılacaktır.

Modern veya Klasik eğitim sistemi olarak bilinen endüstri çağı, eğitim kurumları; okul, öğretmen, öğrenci ve eğitim programlarına dayalı bürokratik bir yapı şeklinde örgütlenmiştir. Bilindiği gibi, klasik eğitim sisteminin mevcut örgütlenme biçimi, endüstri devrimi ile başlayan bir dizi kültürel, siyasal, ekonomik, düşünsel ve toplumsal dönüşümlere paralel olarak ortaya çıkmıştır. Bundan dolayı, endüstriyel toplumsal dönüşümler ve yapılanmalar etkisini eğitim kurumlarında da göstermişlerdir. Sanayi tipi okulların ortaya çıktığı bir çok eğitimci tarafından çok önceden dile getirilmiştir.  Öğretmen ve öğrenci rolleri sanayi tipi okullarda yasaldır, bürokratiktir, hiyerarşiktir, önceden belirlenmiştir, mantıksaldır ve sistemin yapısına uygun olarak önceden planlanan hedeflere göre tanımlanmışlardır.

Çağdaş uygarlığın oluşumunun başlangıç dönemlerinden bu yana şekillenen mevcut eğitim sisteminin eğitim araçları ve eğitim güçlerinin niteliği, öğretmen ve öğrenci rollerinin belirtilen özelliklere göre şekillenmesinde etkili olmuştur. Bundan dolayı öğretmen, düşünsel ve davranışsal disiplinleri öğrenciye kazandıran, öğrenci ise bunları öğrenen bir konumda olagelmiştir. Hatta öğretmen rolü öğretmenin kendisine verilen ders zamanları, mekanları ve eğitim programları karşısında edilgendir, öğrenci karşısında aktiftir, öğrenci rolü ise tamamen pasif bir konumda olmuştur. Tartışmayı şekillendirmek için modern çağın eğitim araçları ve güçlerinin temel özelliklerini ortaya koymak gerekir.

Modern çağın eğitim araçları ve güçlerinin genel özelliklerinden birincisi, tam zamanlı okul, ikincisi ekonomik, siyasi ve ideolojik ölçülere göre yasal bir statü kazanan öğretmenlik mesleği, üçüncüsü vatandaşların toplum içindeki statüsünü tam zamanlı eğitime göre yeniden üreten eğitim anlayışı, dördüncüsü eğitimin hiyerarşik bir düzen içindeki örgüt yapısı ve beşincisi insanı verilen eğitim karşısında edilgen olarak tanımlayan davranışçı bilim kuramlarının mutlak egemenliğidir.

Tam zamanlı okul, kişilerin mesleğe girmelerini, hayata atılmalarını ve belli bir konuda kendilerini ifade etmelerini çocukluktan başlayan ve yetişkinliğe kadar devam eden süresi belli bir takvim ve saatle belirlenmiş olan okul eğitimidir. Bunun belirgin örnekleri beşyıllık/sekizyıllık temel eğitim, orta öğretim, ön lisans eğitimi ve lisans eğitimidir. Öğrenciler eğitim dönemi takvimlerine göre hayata hazırlanır, özel bazı sorumlulukları yüklenmeleri okuldan alacakları diplomalara göre geciktirilir. Okul yaşında olup okula gitmeyen öğrenci velileri yasal ve ahlaki olarak suçlanır. Dolayısıyla öğrencilerin hayata atılmaları formel olarak düzenlenmiş olan okullardaki eğitim aşamalarını birer birer tamamlamalarına bağlıdır. İş ilanları, meslek standartları, belli okullarda okuma ile ilgili şartlar, siyasal hareketlere katılma ve buralarda seçilme ve yetkilendirme ile ilgili ölçüler ve toplumda belli bir itibara sahip olma ile ilgili kamu oyu beklentileri tam zamanlı okulların belirli aşamalarından mezun olmaya bağlı kılınmışlardır.

Öğretmenlik mesleği modern eğitim sisteminde ekonomik, siyasi ve ideolojik ölçülere göre yasallaştırılmıştır. Çünkü bir etkinliğin mesleğe dönüşmesi belli süreçlerin varlığına, söz konusu süreçle ilgili standart görevlerin, iş biçimlerinin, sorumlulukların açık bir şekilde tanımlanmasına, tanımlanan sorumlulukların hukuksal bir statüye kavuşturulmasına, etkinlikle ilgili görevleri üstlenen uzmanların kurumlaşmasına ve toplumdaki mevcut iktidar ilişkilerinin yani siyasi otoritenin ilgili mesleği kendi geleceği için yararlı görüp desteklemesine bağlıdır.

Bu bağlamda öğretmenliğin ekonomik yasal süreçlerini şu uygulamalarla örneklendirebiliriz: Önceden belirlenmiş ücretlerle belli ders saatlerine göre öğretmenlerin çalıştırılması. Bilgi ve yetenek kazandırmanın bir gönül ve varoluş etkinliği olmaktan çıkması ve ekonomik bir değere dönüşmesi. Eğitimin amacının kültürlü adam yetiştirmekten çıkıp uzman eleman yetiştirmeye[6] göre, yeniden biçimlenmesi, bilimin fabrikalarda, laboratuarlarda istatistiksel dosyalama sistemleriyle gerçekleştirilen bir hesap işi olması, yani gönül ruhuyla yapılan bir iş olmaktan çıkması[7] öğretmenliğin sadece ekonomik amaçlarla yapılan bir mesleğe dönüşmesiyle sonuçlanmıştır. Öğretmen görevlerinin fabrikadaki iş süreçlerine benzer şekillerde standartlara bağlanması. Öğretmenlerin toplumsal statülerinin aldıkları ücretlerle tanımlanmaya çalışılması. Öğretmenliği meslek olarak seçenlerin seçimlerini alabilecekleri asgari ekonomik imkanlara göre yapması.

Öğretmenliğin siyasi yasal prosedürleri ise modern eğitim sistemlerinde genellikle kendini şu şekillerde ortaya koymuştur: Eğitim 19.yüzyıldan bu yana siyasal güçlerin kontrolünde şekillendi. Siyasi güçler toplum üzerindeki egemenliklerini meşrulaştırmak, sahip oldukları gücün sürekliliğini sağlamak, gelecekle ilgili beklentilerini standartlaştırmak, iktidarlarını ekonomik ve ideolojik bakımlardan güçlendirmek için bütün eğitim faaliyetlerini kontrol edilebilir bürokratik ve planlı şekillerde yeniden düzenlediler. Bu düzenlemenin sonucunda eğitim yöneticileri, eğitim planlamacıları, öğretmenler ve öğrenciler siyasal anlamda yasallaştırılan yeni rollerle hareket etmek durumunda kaldılar.  Bu rollerin tümünün ortak özelliği iktidar güçlerinin düşündükleri ekonomik, toplumsal ve kültürel gelişmeyi hedefleyen bir planlamanın uzanımları olmasıdır. Öğretmenler bu amaçlar doğrultusunda kendilerine resmi kurumlarca verilen rolleri yerine getirdiler.

Yüksek öğrenimde akreditasyon, eğitimi standartlara bağlama vb. uygulamalar Amerika Birleşik Devletlerinde ve Avrupa ülkelerinde yönetimler, meslek kuruluşları ve üniversite mensuplarınca yirminci yüzyılın başından itibaren oluşturulmaya başlandı[8](Gürüz K.2000:125-132). Bu standartların tümünün temel amacı, ülkenin ve toplumun gelecekteki ihtiyaçlarına göre eleman yetiştirmektir. Bundan dolayı modern eğitim kurumları başından itibaren toplum üzerinde etkili olan iktidar güçlerinin isteklerine göre zorunlu olarak şekillenmiştir.

Weber’in modern ideal toplumu bürokratik özellikleriyle tanımlaması, esas alınarak denebilir ki, kamusal sorumluluklara göre ihtiyaç duyulan elemanların bürokrasinin bir aktörü olarak yetiştirilmesi gerekir. Çünkü kıta Avrupa’sındaki öğretim kurumları  çağdaş bürokrasi için giderek vazgeçilmezleşen uzmanlık eğitimi ve özel sınav sistemi üreten bir eğitim türüne olan gereksinimin etki ve egemenliğine girmiş bulunmaktaydılar.[9] Öğretmenlik çağdaş toplumların yapısı gereği bir devlet memurluğu mesleğidir. Weber’in ifadesine göre: siyasal egemenliği dışsal olarak temsil eden devlet memurları iktidar sahiplerine itaat, maddi çıkar ve toplumsal onurla bağlıdırlar. Devlet memurlarının maaşlarını kaybetme, memurluk statüsünden mahrum kalma korkusu, memurlarla iktidar sahipleri arasındaki nihai dayanışmanın temelidir.[10] Bundan dolayı öğretmenler iktidar güçlerinin kendilerine verdikleri rollere göre çalışmak zorunda kaldılar. Ayrıca modern sanayi toplumunda öğretmenlerin iktidar güçlerinin planlamaları doğrultusunda çalışmaları ve eğitim vermeleri mevcut toplumsal yapının zorunlu bir sonucudur.

Öğretmenliğin ideolojik süreçleri ise kendini klasik eğitim sisteminde iki farklı alanda göstermiştir. Bunlardan birincisi çağın en önemli değeri olan milli devlet düşüncesi, sosyalizm ve liberalizm gibi kitleselleşen ve hepside bürokratik bir kamusal iktidarı savunan kitlesel hareketler, ikincisi ise çağın egemen zihniyeti ve paradigması olarak tanımlayabileceğimiz felsefe ve bilim kuramları. Bu kuramların başında ise konumuzla ilgili değişkenleri doğrudan etkilemeleri ve ortaya çıkarmaları bakımından daha çok rasyonalizm, davranışçılık, pozitivizm ve neo-pozitivizm gibi akımlar gelmektedir.

Psikolojideki davranışçılık kuramının ve çağa damgasını vuran rasyonalizm ve neo-pozitivizm akımlarının modern çağın bütün kurumları üzerinde etkisi vardır. Bu etki bazen dolaylı bazen de dolaysız olmuştur. Davranışçılık her ne kadar önce psikolojik araştırmalarda kendini gösterdi ise de Russel’in açıklamalarına göre, aslında modern çağın bütün eğitim etkinliklerinde ve bilhassa eğitim sistemlerinde mutlak bir egemenliğe sahip olmuştur. Rasyonalizm; eylemlerimizin etkilerini önceden tahmin etme sürecinde, bilimsel düşünme alışkanlığı demektir. Günümüzde rasyonalizmi yaratmak erdem/ahlak yaratmaktan daha kolaydır.[11] Endüstri toplumunun ahlakı rasyonalizm olmuştur. Duyguya, sevgiye, birlikteliğe, inanca ve her çeşit ruhi tezahüre bağlı insan faaliyeti dışlanmıştır, hesap dışı tutulmuştur. Bundan dolayı akıl ve mantık her çeşit insan davranışında temel ölçü alınmıştır; İnsanları bir hedefe yöneltmek için söz konusu hedefe varmanın rasyonel bir amaç olduğunun önceden mutlaka ilgililere kabul ettirilmesi gerekir.

Eğitim alanında davranışçılık akımını davranışçı psikologlardan ziyade öncelikle J.Locke’dan başlatmak gerekir. Çünkü Locke’un çocuk zihnini boş bir levha olarak tanımlaması[12] aynı zamanda ilgili levhanın içeriğini doldurma işlevini de okula vermek, sorumluluğu öğretmene yüklemek anlamına gelir. Bunun zorunlu sonucu boş levhayı doldurma işlevi öğretmenindir. Bundan dolayı öğrenci pasif olacaktır, edilgen kalacaktır. Her ne kadar Locke, zihnin/boş levhanın yaşantılarla doldurulduğunu ve işlendiğini varsayıyorsa da aslında kuram üzerinde farkı bir inşa yoluna gidilirse boş levhanın denetimli bir eğitim ortamında disiplinli bir eğitim programıyla doldurulması gereği kendiliğinden ortaya çıkmış olacaktır. Zaten okuldan ve öğretmenden istenenler yukarıdan beri göz önünde bulundurulursa denetimli ve kontrollü bir ortamda istendik ve kalıcı davranış değişikliği meydana getirme kendiliğinden okulu ve öğretmeni bürokratik bir sistemin aktörleri haline getirmektedir.

Davranışçı eğitim kuramcılarının öncüleri İ.Pavlov, E.Thorndike ve F.Skinner, öğrenmeyi nedenselliğe bağlamışlar, insan tabiatı ile doğayı eşdeğer görmüşler, uyaran-tepki kuramını eğitimin temel yöntemi olarak değerlendirmişler, eğitimi alıştırma, pekiştirme ve şartlandırma yöntemlerine indirgemişlerdir.[13] Davranışçıların öğrenmeyle ilgili olarak geliştirdikleri bu kavramların tümünün ortak özelliği, tabiatta fizik ve kimya kuramlarıyla meydana getirdiğimiz değişiklikler, alıştırma, şartlandırma ödüllendirme ve uyarma teknikleriyle insan tabiatında da meydana getirilebilir. İnsan yapısı tabii bir nesneye indirgenince yapılacak olan kendiliğinden ortaya çıkmış olacaktır. Bu manada denebilir ki, modern eğitim kurumları olan okullar insan yetiştirme laboratuarları konumundadır. Okulların sosyal çevrenin dışında kampüslere kapatılması, doğal coğrafik çevreden ve kültürel çevreden ayrı mekanlar olarak örgütlenmesi bu konudaki değerlendirmemizi doğrulayacak niteliktedir. Hatta akımın öncüsü Watson:“Bana bir düzüne sağlıklı çocuk verin, gelişigüzel seçtiğim her bir çocuğu kendi seçtiğim her hangi bir alanda doktor, sanatçı, hakim uzman yapacağıma garanti ederim. Hatta dilenci ve hırsız bile yaparım, yetenekleri ve becerileri ne olursa olsun”[14] demiştir. Bütün bunlar göstermektedir ki, kişilerde önceden hazırlanmış eğitim programlarına göre istenen değişiklikler gerçekleştirilebilecektir. Bundan dolayı biz davranışçılık kuramının klasik eğitim kurumlarında mutlak bir egemenliğe sahip olduğunu düşünüyoruz. Çünkü okullar, eğitim programları ve eğitim araçları çevreden tecrit edilmişlerdir. Sadece belirlenmiş konulara ve bilgilere göre öğrencileri alıştırma ve öğrencilerde davranış değişikliği meydana getirme özellikle amaçlanmıştır. Bundan dolayı sistemin yürütücüsü olan öğretmenler, anlatmaya, araştırmaya, söylemeye, yargılamaya ve değerlendirmeye alışmışlardır. Onlar yalnız kendilerine verilen öğretme görevini kabul ederler. Bu da zaten anlatma, araştırma, söyleme,değerlendirme ister[15].

Modern eğitim sistemi vatandaşın toplumsal statülerini tam zamanlı eğitim sisteminden alınan diplomalara ve sertifikalara bağlamıştır. İş sahibi olma, belli bir meslekte çalışma, toplumsal bazı görevlerle sorumlu olma ve siyasal süreçlere katılmanın eğitim düzeyiyle ve mezun olunan okuldan alınan sertifikalarla belirlenmiş olması bunun tipik örnekleridir. Ayrıca mevcut öğretmen ve program merkezli yaklaşımda öğrenen neredeyse hiçbir sorumluluk üstlenmemektedir. Sorumluluklar daha çok devlete, aileye ve öğretmene aitmiş gibi görünmektedir[16].  Çünkü: eğitim şahsiyet, fedekarlık, insanın kendini tatmin etme, sosyal çevre ile birlikte kendini mutlu kılma ve kendi kendini eğitme yeteneği kazanma çabası olmaktan çıktı: rekabeti ve başarıyı benimseten insana makinalaşmaya tapınmayı telkin eden, gündelik hayattan kopuk kurumsal(bürokratik) işlemlere güvenmeyi[17] sağlayan bir etkinlik olmuştur. Zaten modern eğitim sisteminin yaygınlaşması ve kitleselleşmesinin temel nedeni, makinaları çalıştıracak, okuma yazma ve hesap bilen çok sayıda eleman yetiştirmektir[18].

Modern anlamda işlevsel olarak farklılaşmış toplumlarda eğitim insan ve doğa arasındaki farkı düzleştirmiştir, ortadan kaldırmıştır, doğanın teknik yolla, insanınsa eğitim/öğretim yoluyla iyileştirilmesi amaçlanmıştır. Modern bilim ve teknik insanla doğa arasındaki farkı süje ve obje kavramlarına indirgeyerek ikisini de kontrol edilebilir düzeye indirmiştir. Bu süreç eğitim alanında şartlandırma ve alıştırma gibi pedagojik yöntemlerle tatbik edilmiştir.[19]

Tam zamanlı eğitim veya formel eğitim, bürokratik olarak düzenlenmiş sanayi ve kamusal hizmet alanlarında çalıştırılacak işgörenleri yetiştirmek için planlanmıştır. Bundan dolayı okul, yapısı gereği hiyerarşik olmak durumundadır. Öğretmen ve öğrenci rolleri de sistemin gereği bürokratik kurallara göre biçimlenmiştir.

Öğretmenliğin bürokratik bir rol ve statü olarak modern eğitim sisteminde yer almasını şu şekilde özetlemek mümkündür: çeşitli alanlarla ilgili bilgilerin karmaşıklaşması, teorik genel değerlendirmelerin evreni anlamada yaygınlaşması, geleceği egemenlik altına alma duygusunun bir amaç haline gelmesi, siyasal güçlerin bürokratik bir düzene kavuşması, ekonomik çıkarların önceden hesaplanabilir değerlere dönüştürülmesi, modern bilim/pozitivizm, neo-pozitivizm, geleneğinin yerleşik hale gelmesi, toplumsal işbölümünün artması, denetimli, rasyonel çalışmanın sosyalleşmesi vb. bir dizi faktöre indirgemek durumundayız. Bu faktörlerin tümünün, bütün eğitim etkinliklerinin kontrollü, planlı, disiplinli bir şekilde örgütlenmesini sağlamış olduğunu da düşünmekteyiz. Bundan dolayı her ne kadar eğitimin amacı eğitimle ilgili kaynak eserlerde kişilik geliştirmek, yetenek kazandırmak, öğrenmeyi öğretmek olarak ifade edilmiş ise de aslında sanayileşmeye ve sanayileşmenin meydana getirdiği toplumsal yapılanmalardan dolayı her yaş ve tipte öğrenci için aynı uygulamalar tekrarlanmaktadır. Genelde okullar öğrenciye bir birey olarak değil, kişiliği olmayan bir varlık olarak bakarlar. Başarısızlar, yeteneksizler, eğitim özürlüler, kültür özürlüler, ekonomik özürlüler, bedensel özürlüler, yüksek ve düşük zekalılar, aşırı hareketli olanlar, ruhsal bozuklukları olanlar gibi… Her ne kadar çocuğun değişik gelişim evrelerinin özellikleri, gereç ve eğitim deneyimlerinin seçiminde dikkate alınması gerekirse de, temelde öğretmen ve öğrenci arasındaki insan ilişkileri hep aynı kalır[20].

 Öğretmenler masaların, haritaların, kitapların, ve sınavların arkasına saklanmışlar. Öğretmenlerin öğrencilerin sorunları karşısında duyumsadıkları, bir yöneticinin işçilerin sorunları karşısında duyumsadıklarından değişik değildir.[21]  Bundan dolayı klasik eğitim sisteminde başta belirttiğimiz gibi öğretmen ve öğrenci rolleri klasik bürokratik yönetim ve üretim biçimlerinde yöneticilere, memurlara, uzmanlara ve işgörenlere biçilen rollerle bağlantılı olarak şekillenmiştir. Çünkü klasik eğitim sistemini oluşturan ve şekillendiren güçlerin başında siyasi, ekonomik ve kültürel otoriteleri temsil eden uzmanlar, planlamacılar ve yöneticiler bulunmaktadır. Klasik eğitim sistemi entegre bir sistemdir. Eğitim yatırımları sanayi yatırımları gibi güçlü sermaye ve finans kaynaklarına ihtiyaç duymaktadır. Çok sayıda okul, öğretmen, eğitim donanımı ve eğitim çalışanına bağlı olarak kurumlaşmaktadır. Bu ihtiyaçların karşılanması zorunlu olarak eğitimi sermaye sahiplerinin, iktidar güçlerinin ve aristokrat sınıfların güdümüne sokmaktadır. Bu güçlerin tümünün temel özelliği, üzerinde ekonomik, siyasi ve kültürel anlamda hakimiyet kurabilecekleri planlanmış ve rolleri önceden belirlenmiş toplumsal kesimler üretmektir. Öğretmen ve öğrenci rollerinin hiyerarşik ve bürokratik olmasının önemli nedenlerinden birisi budur.

Klasik eğitim sisteminin eğitim araçları ise sınıftır, sıradır, yazı tahtasıdır, laboratuar donanımıdır, zamandır, okuldur, ders kitaplarıdır, öğretim müfredatıdır, sınavlardır, diplomalardır. Bunların tümü eğitimin belirli bir alana kapatılması, disipline edilmesi, öğrencilerin sıralanması, elenmeye tabi tutulması ve bürokratik bir süreçle yürütülmesiyle ilgili kavramlardır. Her zaman öğrenci ile öğretmeni karşı karşıya getirecek niteliktedirler. Belirli bir zamana, bilgiye, mekana ve önceden belirlenmiş kurallara dayalı bir eğitim sisteminin ortaya çıkmasını zorunlu kılmaktadırlar.

Son çeyrek yüzyılda eğitim alanında çağımız önemli değişmeleri yaşamaktadır. Aslında bu değişmeler sadece eğitim alanında değildir; toplumsal, ekonomik, siyasal, kültürel ve küresel düzeyde yaşanmaktadır. Ancak bu değişmelerin tümünü başlatan temel faktörlerin başında, eğitim araçları yada iletişim teknolojileri alanındaki değişmeler gelmektedir. İletişim teknolojileri alanında meydana gelen bu değişmenin boyutlarının dünyayı tam olarak nasıl etkileyeceği henüz bilimsel olarak kestirilebilmiş değildir. Ancak çağımızın sosyolojik, felsefi ve bilimsel araştırmalarının büyük çoğunun bu değişimle ilgili olduğuna şüphe yoktur.

Biz tartışmamızın kalan kısmında, öncelikle iletişim teknolojilerinin  eğitim araçları üzerindeki etkisini, bu etkinin eğitim güçlerinin konumunda meydana getireceği değişmeleri ve sonuçta öğrenci ve öğretmen rollerinin yeni eğitim araçları ve güçleri karşısındaki durumunu anlatmaya çalışacağız.

Bilgi toplumunun iletişim araçlarının başında bilgisayar ve bilgisayar sistemine bağlı olarak geliştirilen, internet, çift ve tek yönlü kablo sistemleri, telekominikasyon uyduları, telekonferans sistemleri,  kapalı bilgisayar şebekeleri ve bilgi aktarımında renk, grafik, ses, görsel efekt, müzik, yazı ve benzeri iletişim efektlerini birleştirerek sunuma hazırlayan multimedya/çoklu ortam sistemleri gelmektedir. Telekominikasyon telefon, televizyon ve bilgisayar melezi ürünlerin ortak becerileriyle gelişmektedir. Bunlar birey odaklı teknolojilerdir, iş odaklı değildir. Bu araçlarla herkesin herkesle bağlantı kuracağı küresel ağlar oluşmaktadır. Bu araçların kullanımı merkezi değil, bireyseldir.[22] Bu iletişim teknolojilerine bağlı olarak bilgi bankaları ve çeşitli yazılım programları hazırlayan kültür sanayicileri[23]olarak tanımlanan gruplar ortaya çıkmıştır. Artık klasik eğitim sisteminde kullanılan eğitim araçlarının yerini zaman içinde bu yeni iletişim teknolojileri alacaktır. Zaten sözü edilen iletişim teknolojileri şimdiden ilköğretim düzeyinde yoğun bir şekilde kullanılmaktadır. İletişim teknolojilerindeki bu yenilikler eğitim araçlarını da değiştirmektedir. Sözü edilen bu teknolojilerin tümü bugün eğitimin vazgeçilmez araçları arasına girmiş bulunmaktadır. Bu araçlar da yukarıda belirtilen klasik eğitim araçlarının yerine geçmişlerdir.

Eğitim araçlarının değişmesine bağlı olarak eğitimi yönlendiren, şekillendiren, eğitim çalışanlarının ve öğrencilerin niteliklerini belirleyen eğitim güçleri de değişmektedir.  Yeni eğitim teknolojilerine bağlı olarak ortaya çıkan eğitim güçleri, yazılım programı hazırlayanlar, iletişim teknolojileri üretenler, bilgi bankası oluşturanlar, bilgisayar destekli eğitim programı yapanlar, sanal animatörler ve bilgisayar okur-yazarı geniş kitlelerdir. Bu ürünlerin kullanımı için okul gibi özel binaların yapımına, sınıflardaki sıralara, ders kitaplarına ve öğretmeyi hedef edinen öğretmene ihtiyaç kalmamaktadır. Çünkü bu ürünler evlerde, özel ofislerde ve kişisel bilgisayarlarda kullanılabilmektedir. Ayrıca bu araçlar sadece eğitim ve iletişimle ilişkili bir fonksiyona da sahip değiller. Aynı zamanda bu kominikasyon araçlarıyla çalışma; bedenle, makineyle yapılan bir etkinlik olmaktan çıkacak, bilgisayarlarla yapılacaktır. İnsanlar uzun mesafeler kat ederek, bürokratik olarak planlanmış geniş çalışma gruplarına katılmadan bulundukları yerde ve kendi denetimlerindeki zaman diliminde, sadece sanal olarak tanıdıkları ve sözleştikleri iş sahipleriyle anlaşarak kendi evlerinde çalışabileceklerdir.[24]

Dikkat edilirse çalışma araçları ve biçimleriyle eğitim araçları ve biçimleri yeni eğitim teknolojileri aracılığıyla aynılaşmaktadır. Yani kendisiyle eğitim gördüğümüz bilgisayar programlarıyla aynı zamanda çalışmakta olacağız. Bunun anlamı; klasik eğitim sistemindeki eğitim ortamı ile çalışma ortamının farklılığı ortadan kalkmaktadır. Hatırlanacağı gibi klasik eğitim sisteminde okul çalışma ortamının dışındadır ve belli bir eğitim aldıktan sonra kişiler çalışma hayatına katılabilmektedir. Şimdi ise çalışma, ikamet ve eğitim ortamı bileştirilmiş olmaktadır. Bundan dolayı klasik eğitim sisteminin egemen olduğu dönemin başından bu yana eğitim bilimciler tarafından savunulan yaparak yaşayarak öğrenme yeni eğitim teknolojileri aracılığıyla dünyaya entegre olmuş bir şekilde kendiliğinden gerçekleşmektedir. Çünkü bilgi iletişim teknolojileriyle hem eğitim alınmakta hem de çalışılmakta. Eğitimle çalışma baş başa gerçekleşmektedir.

Yeni eğitim teknolojileri ulusal sınırlar ve kültürleri aşmakla, klasik eğitim sisteminin en önemli güçlerinden olan ve merkezi olarak planlanmış ulusal eğitim bürokrasisinin öğretmen, öğrenci ve eğitim programları üzerindeki iktidarını da sarsmaktadır. Eğitime global güçlerin doğrudan katılımı olarak değerlendirebileceğimiz bu durum, öğrencilerle global eğitim güçlerini sanal ortamda doğrudan karşılaştırmaktadır. Çünkü dil farklılıklarının iletişim teknolojileriyle aşılması projeleri geliştirilmekte ve şu anda bu farklılıklar kısmen ortadan kalkmış bulunmaktadır. İletişim teknolojileri mahalli ve milli kültürlere bağlı olarak şekillenmiş olan alfabelerin ve iletişim dillerinin yerine, global düzeyde standartlaştırılmış yeni bir sembolik dil ikame etmektedir. Bilgisayar mönülerindeki semboller bunun en önemli örneklerindendir. Bu durumda modernizmin bir gereği olarak örgütlenmiş olan eğitim bürokrasisi işlevini yitirmektedir. Öğretmenlerin ve öğrencilerin bürokratik rollerini belirleyen merkezi olarak örgütlenmiş eğitim güçlerinin etkinliği azalmakla öğretmen ve öğrenci rolleri yeni bir biçim alacaktır. Öğretmen bilgisayar okur yazarı, yetenek ve tutum geliştiren  rehberlikle sınırlı bir görev yerine getirmiş olacaktır.

Bilgisayarlı eğitim laboratuarlarının yapısı öğretmen ve öğrenci rolleri konusunda ilginç bir değişimi karşımıza koymaktadır. Klasik eğitim sınıflarında öğretmen sıralara oturmuş olan öğrencilerin önündedir, tümüne hakim bir pozisyondadır; bilgisayarlı eğitim atölyelerinde ise çoğu kere öğrencilerin sırtı öğretmene dönüktür, öğrenciler doğrudan bilgisayardan eğitim alırlar, öğretmen de öğrenci ile birlikte bilgisayar ekranına bakar vaziyettedir.

Yeni eğitim teknolojileri aynı zamanda önemli bilgi kaynağı arşivleri fonksiyonunu da yerine getirmektedir. Ve bu bilgiler her zaman ulaşılabilecek niteliktedir. Bundan dolayı klasik eğitim sisteminde olduğu gibi ders kitaplarının içeriklerini öğrenme gibi bir ihtiyaç ortadan kalkmış bulunmaktadır. Artık öğretmen bilgi öğreten değildir, öğrenci bilgi öğrenmeyecektir. Bu konudaki roller de değişmek durumundadır. Bunların yerine mevcut bilgileri kullanarak yeni durumlar için gerekli bilgiyi üretebilmek anlamına gelen öğrenmeyi öğrenme geçecektir. Öğrenmeyi öğrenmekle birlikte düşünmeyi öğrenme, bilgi üretme, problem çözme, bireysel çalışma yeteneği, kendi kendini geliştirme ve sağlıklı iletişim becerilerin öğrenme[25] gerçekleşmiş olacaktır.

Öğrenmeyi öğretme ilkesinin geçerli olduğu günümüz dünyasında öğretmen rolünün de doğal olarak rehber rolünü üstlenmesi kaçınılmazdır. Bunun gerçekleştirilebilmesi öğretmenin uygulamak zorunda olduğu yöntemler ile de yakından ilişkilidir. Öğrenciler yaparak-yaşayarak öğrenme yöntemleri olarak bilinen laboratuar yöntemleri, işbirlikli öğrenme, proje yöntemi, bilgisayar destekli öğretim, mikro öğretim, programlı öğretim vb. uygulamalara  mümkün  olduğunca  daha çok katılacaklardır.

Davranışçı yaklaşımların aksine öğretim etkinliklerinde özellikle dış motiflerden ziyade öğrencilerin içten güdülenmesini sağlayan yaklaşımların benimsenmesi ile de öğretim etkinliklerinde öğretmenin aktif konumdaki rolünün öğrenci lehine gelişeceği muhakkaktır.

Modern eğitim sisteminde bir türlü gerçekleştirilemeyen eğitimi bireyselleştirme çabaları yeni eğitim teknolojileriyle gerçekleşmektedir. Öğrenciler bireyselleşmiş eğitim programlarıyla duygusal olarak eğitime katılmakta ve önlerine konan problemleri çözme yerine, bizzat problem oluşturarak aktif öğrenme programlarına katılmaktadırlar.

Sonuç olarak yeni eğitim teknolojileri klasik eğitim sisteminin bürokratik ölçülerine bağlı olarak şekillenen öğretmen rolünü işlevsiz hale getirmektedir. Endüstri çağı boyunca bir çok eğitim bilimci tarafından eleştirilen öğretmen merkezli eğitim yeni eğitim teknolojileriyle ortadan kalkma sürecine girmiştir.

Kaynaklar

Attali J., 21. Yüzyı Sözlüğü, çev. Saroğlu K., güncel yay. İstanbul 1999

Binbaşıoğlu C., Eğitime Giriş,  Binbaşıoğlu yay.Ankara 1988

Çağlar A., “21.Yüzyılda Okulun Değişen Rolü ve Yeni Eğilimlere İlişkin İyimser Bazı Öngörüler”, 21.Yüzyılda Eğitim ve Türk Eğitim Sistemi, edu. O.Oğuz,A.Oktay, H.Ayhan Sedar yay. İstanbul 2001

Demirel Ö. ve Kaya Z., Öğretmenlik Mesleğine Giriş, pegem yay. Ankara 2001

Dewey J. Tecrübe ve Eğitim, Çev.  F. Varış ve F. Başaran İstanbul 1966

Gordon T., Etkili Öğretmenlik Eğitimi,çev.Özkan B. ve Aksay E., YA-PA yay. İstanbul 1993

Günçe G., Çocukta Zihin Gelişimi-Piaget Kuramına Toplu Bir Bakış, Ankara 1973

Gürüz K., Dünyada ve Türkiye’de Yüksek Öğretim, Ankara 2000(Taslak)

Hesapçıoğlu M., “Postmodern/Küresel Toplumda Eğitim, Okul ve İnsan Hakları”, 21.Yüzyılda Eğitim ve Türk Eğitim Sistemi, edu. O.Oğuz,A.Oktay, H.Ayhan Sedar yay. İstanbul 2001

Bilgiseven K. Amiran, Eğitim Yolu İle Kalkınmanın Esasları, Divan yay., İstanbul 1982

Naisbitt J., Global Paradoks, çev. Sinem Gül, sabah yay. İstanbul 1994

Oktay A., “21. Yüzyılda Yeni Eğilimler ve Eğitim” , 21. Yüzyılda Eğitim ve Türk Eğitim Sistemi, Edid. Orhan Oğuz vd. Sedar yay. İstanbul 2001