Prof. Dr. Hacı DURAN

Akademisyen

duranhaci@gmail.com

Tunus'un Heykelleri

Tunus’ta uydurulmuş sosyal kimlikler, siyasi çatışmalar ve İslam Dünyası’nda meydana gelen olaylar hakkında, bu hafta, uluslararası bir toplu düzenleniyor. Toplantıya Güney Afrika, Togo, Fas, Nijerya, Cezayir, Fransa, Mısır, Amerika ve bir çok Batı ülkesinden uzmanlar katılıyor. Üç gün sürecek olan toplantıya katılmak üzere ben de Tunus’a geldim. Bir toplumun, ülkenin ve kentin en çarpıcı yönlerini tesbit etmek için, ilk izlenimler her zaman çok önemlidir. Ben de bu yazıda Tunus’ta ilk defa dikkatimi çeken çarpıcı hatıralar, üzerinde durmak istiyorum. Toplantının ayrıntılarını daha sonra ele alacağım.
Kartaca hava alanında beni İslam Dünyasının acılarını kendine dert edinen ve bu amaçla etkinlikler düzenleyen dostum Prof. Dr. İbrahim Muhammed Sadavi karşıladı. Tıp fakültesinde okuyan oğlunun kullandığı arabayla Tunus’un en meşhur caddesi olarak bilinen, Habip Burgiba caddesinin girişinde Sadavi ile birlikte taşıttan indik.
Sadavi, Burgiba caddesinin Tunus’un modernizme ve Batı sömürgeciliğine açılan  kapısını temsil ettiğini söylercesine örneklerle, Caddede olup bitenleri aktardı. Caddenin bitimindeki dört ana yolun kesiştiği geniş kavşağın ortasında, klasik Mağrip mimarisine benzetilmiş yüksek bir saat kulesi bulunuyor. Modern devasa binalarla rekabet edecek kadar yüksek yapılmış olan bu saat kulesi, halk devrimi ile birlikte saltanatı yıkılan ve Arabistan’a sığınan Zeynel Abidin Bin Ali tarafından yaptırılmış. Burgiba caddesinin yeni kente açılan kavşağının girişinde ise, Tunus’u uzun süre yöneten, modern ülkenin kurucu lideri kabul edilen Habib Burgiba’nın Ankara Ulus meydanındaki Atatürk heykeline benzeyen, heykeli bulunuyor.

Burgiba at üstünde, başında Osmanlı fesi ile halkı coşkulu bir şekilde selamlama hareketiyle iktidarını gösterime koyar vaziyette duruyor. Sanatçılar heykele başarılı bir şekilde hareket kazandırmışlar.
İki anıtsal yapının aynı meydanda yer alması garibime gitti. Sebebini Prof. Sadavi’ye sordum. Meğer Burgiba’nın kendisi bu heykeli hayattayken yaptırmış. Şimdiki saat kulesinin olduğu mekana yerleştirmiş. Zeynel Abidin Bin Ali, bir darbe ile yönetimi eline geçirdikten sonra, Burgiba’nın heykelini burdan kaldırmış. İzbe bir mekanda saklı tutmuş.

14 Ocak 2011 de Yasemin devrimi olarak bilinen ve aynı zamanda Arap iç çatışmalarının başlangıcı olarak kabul edilen, halk devriminden sonra, ülke yönetimine halk oyuyla seçilen yöneticiler, tekrar Burgiba’nın heykelini getirmişler, caddenin başına yerleştirmişler. Saat kulesini de yerinde muhafaza etmişler. Burgiba’nın heykeli sırtını saat kulesine vermiş. Eski Tunus kentine doğru uzanan caddenin ufuklarına doğru yönelmiş.
Heykelin hikayesini dinleyince, Atatürk’ün ölümünden sonra İsmet İnönü’nün Türkiye’de kendini Atatürk gibi gösterime koyma çabaları ile ilgili uygulamaları, aklıma geldi. Zeynel Abidin Bin Ali, yıllarca Burgiba’ya hizmet etti. Sonra da O’nun adını meydanlardan kaldırmaya yeltendi. Siyasette vefa ve sadakat olmaz diyenleri haklı çıkaracak bir örneği, böylece Akdeniz’in henüz kültürel olarak Fransız sömürgeciliğinden tam olarak kurtulamamış olan ülkesinde müşahade ettik.
Cadde yaklaşık olarak, Kuzey-Güney ekseni üzerinden düzenlenmiş. Caddenin ortasında her iki tarafı ağaçlandırılmış olan geniş bir kaldırım bulunuyor. Orta kaldırımın her iki tarafı, taşıt trafiğine açık. Binaların tümü, 19.ve 20. Yüzyılın başına kadar etkili olan neoklasik mimarinin figürleri ile tezyin edilmiş olan beş altı katlı yapılardan oluşuyor. Oldukça gösterişli, uzağa ıraksayan bir görünümü var. Binalar perspektife bağlı olarak ufukta birleşiyor. Binaların ön kaldırımları ile yol arasında, düzenli olarak yerleştirilmiş ağaçlar bulunuyor. Ağaçların yeşili, binaların beyaz ve turkuaz mavisi renkleri oldukça etkili bir manzarayı ziyaretçilerine sunuyor.
Bina önü kaldırımlar, oldukça geniş. Kaldırımların tümü, caddenin gece hayatında kahveci dükkanlarının masa ve sandalyeleri ile hıncahınç dolu. Akşamın henüz başlayan bu saatlerinde, Tunuslular ve turistler, bu mekanlarda sohbet ediyorlar, nargile içiyorlar. Eşleri ve aile efratlarıyla birlikte yürüyorlar, dinleniyorlar. Orta refüjde, Tunus halk tiyatrolarını, şarkılarını ve meddahlık tipolojilerini canlandıran sahneler yer alıyor. Kitle zevkle sahneleri izliyor, bazen sanatçılarla tempo tutuyor. Udi ekipler, Türk sanat müziğinden ve halk müziğinden ezgiler çalıyor.
Bu canlı ve dinamik hayatı takdir ettiğimi, dostum Sadavi’ye söyleyince, bana dedi ki, hocam vekalet savaşçısı teröristlere inat olsun diye halk daha çok meydanları dolduruyor. Canlı bir hayatın Tunus’ta mevcut olduğunu göstermeye çalışıyor. Bundan dolayı Tunuslular geceleri, sokakları ve caddeleri dolduruyor.
Konu böylece yeniden İslam dünyasını kuşatmaya çalışan, şiddet ve teröre geçti. Tunus halkının kültürünü anlatmaya başladı. Tunus’un üst sınıfları Anadolu’dan, Balkanlar’dan, Ege adalarından ve Suriye’den gelip buraya yerleşen Osmanlı ailelerindenmiş. Her ne kadar Türkçeyi unutmuşlarsa da Türk kültürünün Tunus’ta önemli bir ağırlığı varmış. Halk aşırılığı, fanatizmi ve radikal sosyal hareketleri tehlikeli buluyormuş. Tunus’taki dini hareketler de radikal, selefi ve fanatik söylemlere itibar etmiyormuş. Tarihten bir örnek verdi. Orta çağlarda Şii Fatimi fanatizminin Tunus’a giremediğini de söyledi. Dolayısıyla Tunusluların şiddet, bölücülük ve terör konusundaki duruşlarının köklü bir tecrübeden kaynaklandığını da böylece öğrenmiş oldum.
Caddedeki gezintim akşam boyunca devam etti. Caddenin Güney girişinde muhteşem bir taç kapı bulunuyor. Bu taç kapı, Tunus şehrinin eskiden denize açılan kapısıymış. Korsanlara ve Haçlı saldırılarına karşı kenti korumak için kentin çevresi surlarla örülmüş. Şehrin Doğu, Batı ve Güney yönünden de buna benzer devasa taç kapıları varmış.
Bu açıklamadan sonra anladım ki, biraz önce yapıları ve özellikleri hakkında açıklamalar yazdığım, Burgiba caddesinin tümü ve çevresindeki keskin geometrik planlı kent; 19. Yüzyılda denizin çekilmesine bağlı olarak inşa edilmiş.  Şehrin limanı ve ana giriş kapası tahminlerime göre en az beş kilometre denizden uzaklaşmış bulunmaktadır. Asıl Osmanlı kenti olan Tunus şehri, Babu’l-Bahr denilen kapının güneyinde, denize nazır bir şekilde tepeye kurulan Kasaba denilen bölge imiş. Gece bu bölgeye geçmedim.
Babu’l-Bahr’dan caddeye girildiğinde orta refüje İbn Haldun’un büyük bir heykeli yerleştirilmiş. Ben heykeli ilk gördüğümde, Barbaros Hayreddin Paşa’ya benzettim. Ancak Dr. Sadavi, İbn Haldun’un burada evi ve kütüphanesinin bulunduğunu ve onun hatırasına bu heykelin yapıldığını bana anlattı.
Fransızlar Tunus’u işgal ettikten sonra, Cadde’nin başlangıcının bir tarafına Avrupadakilerine benzeyen büyük bir kilise yapmışlar, tam karşısına ise sömürge idare merkezi olarak bir saray inşa etmişler.
Caddenin orta refüjün bir yerinde ise Tunus kadınlarının bir kermesi geceye başka bir anlam katmıştı. Ev yemekleri, tatlılar, el işi süslü kumaşlar, çanak ve çömlekler ve baharatlar Anadolu’daki gibi kadınlar tarafından satılıyordu. Pasta, börek, tatlı ve acıların lezzet olarak Türkiye’de yapılanlarla aynı olduğunu hatırlatmak isterim.
Gecenin son hatırası da Cenevre otelinde, Irak ve Cezayirli misafirlerle yaptığımız sohbet oldu. Hepsi de Türkiye hayranlıklarını dile getirdi. Osmanlı’nın ihtişamını özlediklerini söyledi. Ve modern Türkiye için Cezayir’in Oran üniversitesi hocalarından Profesör Muvafık beyin şu cümleleri ise özel bir anlam içeriyor: “Türkler’in kentlerine cami hakimdir, hepsi çok misafirperverdir, bayraklarını çok seviyorlar, iyi milliyetçidirler, vatansever insanlardır. İşlerini temiz ve sağlam yapıyorlar. Kentleri çok temizdir, yemekleri lezzetlidir. Her tarafları Müslümanlık fışkırıyor. Hepsinden önemlisi Türkçe konuşuyorlar. Başka dil bilmiyorlar, Araplar gibi yabancı bir dille konuşmayı meziyet olarak görmüyorlar”
Dr. Muvafık’ın bu değerlendirmelerini Türkiye’deki bir çok okur, siyasi ve ideolojik sebeplerden dolayı, olaya içten baktığı için katılmayabilir. Ama ben Cezayirli dostumla aynı görüşteyim.
Tunus’tan bütün dostlara selamlar. Yarın, Zeytuniye ve Kasaba semtlerini anlatacağım.