Garp Kurnazlığı

“Şark kurnazlığı” deyimini severiz... çok da kullanırız... “Garp kurnazlığı” henüz dilimize yerleşmedi. Oysa Garplılar, şarklılardan çok daha kurnazdır. Rahatça aka kara diyebilirler. Kendi çıkarlarına olanları bizim çıkarımıza imiş gibi göstermenin ustasıdırlar... Kardeşi kardeşe kırdırıp keyifle seyrederler. Zavallı şarklılar da kardeşlerini öldürerek vatanlarını kurtaracaklarını zannederler. Garplılar, önce kardeş kavgasını icat eder, kızıştırırlar. Sonra da kardeş kavgasını önlemek üzere, elde ettiklerine  “Müdahale için ortam olgunlaştı, yönetime el koyun” talimatı verirler. İstedikleri tavizleri ihtilalcilerden fazlasıyla alırlar. Kardeş kavgasını kızıştırmak için harcadıklarını misliyle götürürler.

 Tarih bunun örnekleri ile dolu. Merhum Mehmet Niyazi Özdemir’in 1915 yılında kaleme aldığı makalesinde rastladığım garp kurnazlığı örneğini bir kenara not etmekte fayda var:

“Bundan yıllar önce bir Alman profesörü ile Filistin maslahatgüzarı televizyona çıkmışlardı. Alman profesör uzun uzun Arap milletini övdü, geçmişte ilimde büyük hamleler yaptıklarını, Avrupalıların, bilhassa Almanların Araplarla çok yakın ilişkileri olduğunu, fakat Türklerin Arap coğrafyasını işgal etmesinden sonra onları sömürdüğünü, bu yüzden de Arapların geri kaldığı iddiasında bulundu.

Filistin maslahatgüzarı sıra kendisine gelince şunları söyledi: “Biz tarihte Almanlarla Arapların ilişkisinin sadece Şarlman’ın Harun Reşit’e hediye ettiği saatle sınırlı olduğunu biliyoruz, bundan başka da bir ilişkiye şahit değiliz. Türkler Arapları sömürdü diyorsunuz, onlar Arap dünyasındayken vatanımız çöllerle kaplıydı; ne bulup ne sömüreceklerdi. Türkler bize Sürre alaylarıyla yiyecek ve giyecek gönderiyor, biz de giyiyor ve yiyorduk.

Meğer bizde petrol ve gaz varmış; Batılıların yardımıyla Türkleri kovduk, ondan sonra sömürünün ne olduğunu anladık; fakat iş işten geçti.” Bunun üzerine Alman profesör, “Biz konumuza dönelim.” dedi. İlk defa bir entelektüel Müslüman’ın veya Arap’ın Avrupalılara karşı Osmanlı’yı savunduğuna şahit olmuştum.”

Köpeğe sitem edilmez...

Sıkışınca pişkin pişkin “konumuza dönelim” derler. Tabii köpek köpekliğini yapacaktır. O ancak ısırır.  Fakat onların oyunlarını, senaryolarını yıllar sonra anlayan veya halâ anlamayan bizim aydın zannettiğimiz, istihbaratın başına geçirdiğimiz, ülkemizi yönetsin diye seçtiklerimize ne diyeceğiz?

Mesela komünizm ve faşizm diye tehlikeleri var mı imiş?

Mesela Celal Bayar’a “Bu kış Türkiye’ye komünizm gelebilir” diye kim söyletmiş?

Mesela eyaletlere bölünsün diye, “Türkiye, Ankara’dan yönetilemeyecek kadar büyük” dedirten hangi istihbarat kuruluşudur?

Mesela milliyetçilere “Komünizm görüldüğü yerde ezilmelidir” sloganını kimler söyletmiştir? Kimler bu sloganı saf saf Türk çocuklarına tekrar ettirmiştir?

Duvarlara  “kahrolsun faşizm” yazmak gerektiğini solcularımıza kim öğretmiştir?

Mesela Mehmet Ağar “12 Eylül’den önce, solu Sovyetlerin silahlandırıp kışkırttığını zannediyorduk, bir de gördük ki iki tarafın içinde de Batının ajanları cirit atıyormuş, iki tarafı da kışkırtan Batılı istihbarat kuruluşları imiş. Batılı kışkırtıcıların yanında Sovyetler çok masum kaldı. ” diye söyledi de kimse bunun üzerinde niye durmadı?

Hiç şüphe etmiyorum ki,  Irak’ta, Libya’da, Suriye’de bugün, 27 Mayıs 1960 öncesi, 12 Eylül 1980 öncesi Türkiye’de olup bitenlerin arkasında “Garp Kurnazlığı” vardır. 15 Temmuz Fetö darbesinin arkasında kimin olduğunu sağır sultan bile duydu... Çünkü, stratejik (!) müttefikimiz olduğu rivayet edilen ABD bu sefer kabak gibi açıkta kaldı...

Görülüyor ki şark, kurnaz değil saf (daha ilerisini söylemeye terbiyem müsaade etmiyor), garp ise daima kurnaz...