Hicran GÖZE

Avukat - Yazar

Mâzi Düşmanlığına Düşenler

Mâzimizde neler yok ki… Bir koskoca mimarî var. Selçuklu’nun olsun, Osmanlı’nın olsun topraklarımıza serpiştirdiği abideler dost, düşman herkes tarafından hayranlıkla seyrediliyor. Şimdiki zevksiz binalarımızı, câmiler dâhil gören yabancılar, “Süleymaniyeleri, Selimiyeleri inşâ edenlerin torunları bu zavallı şeyleri nasıl yaparlar?” diye şaşkınlıklarını dile getiriyorlar.

Evet, mâzimizde neler yok ki… Şâirlerimizin şiirleriyle hemhâl olmuş bir harika mûsıkî ve onun ruhlarımızı okşayan dâhi bestekârları var. Itrîler, Hâfız Postlar, Şeyyid Nuh’lar, İsmail Dede Efendiler… Abdülkadir Merâgi’nin coğrafyasından uzanarak Anadolu’muzu kucaklayan ve o mekânla vuslata eren bir gönül ve ruh çağlayanı yıllar boyunca akıp durmuş.

Yahyâ Kemal “Çok insan anlayamaz eski mûsıkîmizden- Ve ondan anlayamaz bir şey anlamaz bizden” diyor. Yıllarca Batı’nın havasını koklamış, onun mûsıkîsini dinlemiş ve anlamış bir insanın bu teşhisi çok mânâlı. Batı kültürünü bilmek, hatta takdir etmek ama kendisinin olanı asla inkâr etmemek… Bütün mesele işte burada… Çünkü inkâr soysuzluğa, ihânete, köksüzlüğe, bunalıma, ortada kalmışlığa götürürken, vatan için büyük bir dramın da perdesini açar. Mâzi düşmanlığına düşerek mimarîsi, musikîsi dâhil her şeyine “Tu kaka”   diyenler, Avrupalı Türk olmak isteyenler bu günkü karmaşanın suçlularıdırlar.

Onlar bunalımlı, terörle, uyuşturucuyla, kumarla, alkolle sarmaş dolaş yaşayan gençlikten sorumludurlar. “Avrupalı Türk” Avrupa’nın çöküşünü, bunalımlarını ve en sonunda batışını hazırlayacak bütün kusurlarını, hatalarını giyinerek sahnede yerini aldığından beri yaşadıklarımız tek kelimeyle korkunçtur. İnkârın pençesindeki bu grup ve onların kandırdığı gençler kendilerini hangi topluma ve hangi değerlere bağlı hissedeceklerdir? Ariyet bir şahsiyeti taşıyarak, ilim dışında herşeyine tâlip olduğu Avrupa bizlere ne getirmiştir? Ne kazandırmıştır? Kendi mûsıkîsine sırt çevirmesinin karşılığında içinden Bir Chopin veya bir Beethowen mi çıkarabilmiştir? İsmet Paşa’nın başbakanlığı sırasında “Harika çocuk” kabul edilerek Avrupa’ya gönderilen Suna Kan ve kocası “CSO gibi çağdaş müziğin sergilendiği  bu yere  nasıl bu gerici müzik girer  diyerek, koskoca Itri’yi tanımamışlar, o mekânı Itri konserine yasaklamışlardır.  İşte kökünden kopuk “Avrupalı Türk” budur.

İsmet Paşamızın oğlu Erdal İnönü’nün hâtıralarını okuyunca anlıyoruz ki bir Millî Mücâdele kahramanı İsmet Paşa da çağdaşlık uğruna hep Batı mûsıkîsine yönelmiştir. Erdal Bey’in hâtıralarında Türk mûsıkîsi yoktur. Ama köy çocuklarının hümanist bir kültürle yetiştirilmesinin anlatılışı vardır. Türk’ün kültürünü saf dışı ederek birçok izme av haline getirilmiş zavallı gençler vardır. Türk’ün ruhuna, kültürüne dost bir fikirle kurulmuş Köy Enstitülerinin kısa zamanda bir hain ideolojinin yuvası hâline dönüşü vardır. İşte Atatürk’den sonraki İsmet paşa devri bu büyük gafleti giyinerek işe başlamıştır. Hayâtında Türk klasik mûsıkîsi konserine hiç gitmemiş olan,  Itri’yi CSO gibi çağdaş bir mekândan kovan “Ben Michael Jackson’ı çok severim” diyen, Türk devletine kim bilir kaça mâlolan bir harika çocuk veya harika bir kadın. Suna Kan… İşte tipik bir Avrupalı Türk

Ve hep klasik Batı mâsikîsini destekleyen İsmet Paşa ve oğlu Erdal Bey.  başında koskoca bir “MİLLΔ kelimesi bulunan şefimiz İsmet İnönü… Erdal İnönü’nün hâtıralarında anlattığına göre nasılsa köşke girmiş eski Türkçe notlu bir kâğıt parçası için “Bu nasıl benim evime girer” diyerek kıyametleri koparan İsmet Paşamız… Bu asabiyeti anlamak mümkün mü? Lâtin harfleri kabul edilebilir ama o harflere, tarihimizi, edebiyatımızı, romanımızı, medeniyetimizi, kültürümüzü yazmış bu harflere bu derece düşman olmak…

Muayyen bir tahsil seviyesine gelip de edebiyatçı, tarihçi, doktor, matematikçi, bunun gibi pek çok konuda araştırmacı olduğu hâlde kütüphâneleri ve arşivleri dolduran eski kaynakları ve mezar taşlarımızı okuyamayan bir nesli anlaşılan İsmet Paşamızın bu teskin edilemeyen hiddetine borçluyuz. Sayın Profesör Erdal İnönü bir ilim adamı olarak o noktaya gelene kadar acaba hiç eski Türkçe’ye ihtiyaç duymadılar mı? Yoksa babalarının büyük asabiyetinden dolayı bir türlü kurtulamadıkları korku yüzünden hiç oralı olmayıp Türkologlara mı müracaat ettiler?

Paşamızın bir türlü dizginleyemediği öfkesi okul kitaplarımıza da aksetmiş olacak ki o devrin çoçukları ve gençleri, ben dâhil o harfleri uzun zaman kargacık burgacık zannetmiş çok küçümsemiştik. Daha sonra o yazıların büyük bir sanat dalı içerisinde yer aldığını görerek çok şaşırmıştık. İşte bizler uzun yıllar bu tezatlar içinde bunaldık. Kimimiz gönlü ve ruhu kanayarak kökünü aradı durdu. Kimimiz ise güya millî olan bir eğitimin katıksız ve hatasız ürünleri olarak hep kanatmaya memur oldular. Harika kadınımz Suna kan gibi öz kültürümüzü Ana vatandan kovma vazifesini üstlendiler.