Oğuz ÇETİNOĞLU

Ekonomist, Araştırmacı-Yazar

ocetinoglu1@gmail.com

Mî’râc ile İlgili Farklı Görüşlerden Bâzıları

 

SALİH SABRİ YAVUZ’UN MÎ’RAC OLAYI İLE İLGİLİ GÖRÜŞLERİ

 

MÎ’rac; Hz. Peygamber'in Mescid-i Harâm'dan Mescid-i Aksâ'ya, oradan da göğe yaptığı yolculuğu ifâde eden terimdir. Sözlükte ‘yukarı çıkmak, yükselmek’ anlamındaki ‘urûc’ kökünden türemiş bir âlet ismi olan ‘mi'râc’ kelimesi ‘yukarı çıkma vasıtası, merdiven’ demektir. Terim olarak Hz. Peygamber'in göğe yükselişini ve Allah katına çıkışını ifâde eder.

İslâmî kaynaklarda genellikle ele alındığı şekliyle mî’rac hâdisesi iki safhada meydana gelmiştir. Resûl-i Ekrem'in bir gece Mescid-i Harâm'dan Mescid-i Aksâ'ya yaptığı yolculuğa ‘isrâ’, oradan göklere yükselmesine ‘mî’rac’ denilmiştir. Allah (cc), kudretinin işâretlerini göstermek için kulu Hz. Muhammed’e Mescid-i Harâm'dan çevresi mübarek kılınan Mescid-i Aksâ'ya geceleyin bir seyahat yaptırmıştır. Mi'rac kelimesi Kur'an'da geçmemekle birlikte çoğul şekli olan ‘meâric’  / ‘yükselme dereceleri’ mânasında Allah'a nisbet edilmiştir (el-Meâric 70/3).

Mi'racla ilgili rivayetlerde bazı farklılıklar mevcuttur. Meselâ sahih rivâyetlerin bir kısmında doğrudan Mescid-i Harâm'dan semaya yükseliş anlatılır. Ancak isrâ ve mî'racın aynı gecede gerçekleştiği kabul edilip rivâyetlerin bütünü göz önüne alındığında Resûl-i Ekrem'in Mescid-i Aksâ'ya uğradığı ve burada içlerinde İbrahim, Mûsâ ve Îsâ'nın da bulunduğu peygamberler topluluğuna namaz kıldırdığı anlaşılmaktadır. Mî’racla ilgili haberlerde mevcut ayrıntılı tasvirler arasında bâzı zayıf rivayetlerin bulunduğu bildirilmektedir.

Kaynaklarda mî'racın vukuu hakkında bazı tarihler verilmekle beraber en sahih kabul edilen rivâyet bunun Müslümanların Birinci ve İkinci Habeşistan hicretlerinden sonra, Hz. Hatice ve Ebû Tâlib'in vefatlarını takip eden dönemde, hicretten bir yıl önce meydana geldiği şeklindeki nakildir. Müslümanların çoğunluğu mî’racı Receb ayının 27. gecesinde kutlamaktadır.

Mi'rac hadisesinde önemli yer işgal eden Mescid-i Aksâ'nın hangi mescid olduğu hususunda âyetlerde açıklama yapılmamış, sadece çevresinin mübârek kılındığı belirtilmiştir. Mescid-i Aksâ'nın ‘uzak mescid’ anlamına geldiği halbuki Kur'an'da Filistin (en yakın yer) ifadesinin kullanıldığı belirtilerek Mescid-i Aksâ'nın semavî bir mescid olması ihtimali üzerinde durulmakla birlikte (Muhammed Hamîdullah, 1,93), hem tarihî veriler hem de âyetteki ifâdeler dikkate alındığında söz konusu mâbedin tarihî bir gerçekliğinin bulunduğu anlaşılmaktadır. O dönemlerde mescidin mevcut olmaması daha önceleri Kudüs'te Mescid-i Aksâ'nın bulunmadığını göstermediği gibi Mescid-i Aksâ'nın Müslümanların ilk kıblesi olduğu da bilinen bir husustur.

İsrâ ve mî'racın mâhiyetine yönelik en önemli tartışma onun bedenen mi yoksa ruhen mi gerçekleştiği konusundadır. Kelâm ve hadis âlimlerinin çoğu olayın bedenen ve uyanık halde gerçekleştiği görüşünü benimsemiştir. Buna göre âyette geçen ‘abd’ kelimesinden ruh-beden bütünlüğüyle Hz. Peygamber kastedilmektedir; âyetin zâhirini te'vil etmeyi gerektiren bir sebep yoktur.

İsrâ ve mî’rac konusunda Hz. Âişe ve Muâviye b. Ebû Süfyân'dan rivâyet edilen farklı yorumları da değerlendiren âlimler söz konusu rivâyetlerin hadis tekniği açısından problemler taşıdığını ileri sürmüştür.  Mi'racın ruh ve bedenle gerçekleştiğini savunanlar bu hususta bazı aklî deliller de getirmeye çalışmışlardır. Fahreddin er-Râzî, güneş ve gezegenlerin büyük kütlelerine rağmen çok hızlı hareket edebildiklerini söyleyerek Allah'ın dilemesi hâlinde başka bir varlığın da benzeri bir hıza ulaşmasının mümkün olduğunu ileri sürer. Ona göre Hz. Peygamber'in mî’raca yükselişi ihtimal dışı görülürse Cebrail'in inişine de aynı şekilde bakmak gerekir. İslâm filozofları, gök cisimlerinin nüfuz edilmesi imkânsız kütleler hâlinde oluşundan hareketle mî’racın bedenen gerçekleşmesine itiraz etmişlerse de bu itirazları tutarsız bulan kelâmcılar bütün cisimlerin aynı özellikte ve yapıda olduğunu, bir cisim için geçerli olan durumun diğerleri için de geçerli sayılacağını söyler. Mi'racın bedenen meydana geldiğini temellendirme sırasında kelâmcılar konunun daha çok Allah'ın irâde ve kudreti dâhilinde oluşuna ağırlık vermiştir. Bu çerçevede yapılan yorumlar meseleyi insan aklının anlayabileceği bir seviyeye indirgemeye dayanmaktadır. Ancak mu'cize anlamında ilâhî âyetlerden olan bu hadiseyi tamamen aklî çerçeveye sokmak kolay değildir. (Elmalılı, V, 3150).

İsrânın ruhen gerçekleştiği görüşünü benimseyen âlimler Hz. Âişe'nin, ‘Resûlullah'ın bedeni yerinden ayrılmamış, o ruhuyla yolculuk yapmıştır.’ ve Muâviye'-nin, ‘İsrâ Allah'tan gelen sâdık bir rüyadan ibârettir.’ şeklindeki beyanları ve Hasan-ı Basrî'nin bu görüşe itiraz etmemesini delil kabul etmişlerdir.

Çağdaş birçok müellif de isrâ ve mî’racın ruhen gerçekleştiği kanaatindedir. Mî’racın bedenî olduğunu ileri sürenlerin delillerini zayıf bulan Şiblî Nu'mânî, İsrâ sûresinin ilk âyetinde yer alan ‘abd’ kelimesinin ruha atfedilebileceğini söyler.

Mî’rac, kelâm âlimleri tarafından mûcize olarak kabul edilmekle birlikte kelâm eserlerinin birçoğunda olayın Hz. Peygamber'in hissî mûcizeleri arasında zikredilmemesi dikkat çekicidir. Öte yandan hissî mûcizelerin vuku buluşunun amacı açısından insanlar tarafından müşahede edilmesi gerekirken mî’rac sadece Resûlullah'ın müşâhedesi olup Kur'an ve hadisin haber vermesiyle bilinmektedir. Mûcizenin tanımı ve nübüvveti ispat etme fonksiyonu yönünden bakıldığında mî’racın, klasik mucize ölçüleri dışında Hz. Peygamber'in manevî dünyasında gerçekleşip itminan ve güç veren olağan üstü bir hâdise niteliği taşıdığı anlaşılır.

 

SEYFETTİN YAZICI’NIN (1) Mİ'RAC MUCİZESİ HAKKINDAKİ GÖRÜŞLERİ

Mî'rac’ sözlükte; ‘yükseğe çıkmak’, ‘İsrâ’ da; ‘geceleyin yürümek’ demektir. Peygamber Efendimiz hicretten bir buçuk yıl önce Recep ayının 27. gecesi Mekke'deki Mescid-i Haramdan Kudüs'teki Mescid-i Aksa'ya götürülmüş, oradan da göklere yükselmiş, Melekût alemini seyretmiştir.

Allah'ın sonsuz kudretinin bir eseri ve Peygamberimizin en büyük mûcizelerinden biri olan Mi'rac hâdisesine müşrikler inanmadılar. Çünkü onlar, Yüce Allah'ın büyüklüğünü, kudretinin genişliğini anlamaktan âcizdiler. Onlar, sınırlı bir düşünce ve bâtıl bir inanca sahip olduklarından Mî’rac mûcizesini kavrayacak seviyede değildiler.

Müminler hiç tereddüt etmeden Mî’rac’ı kabul ettiler ve inandılar. Hz. Ebû Bekir’e Mî’rac olayı anlatıldığı zaman O; ‘Bunu Muhammed söylüyorsa doğudur.’ dedi ve Peygamberimizi tasdik etti. Bundan sonra kendisine ‘Tasdik edici’ mânâsına gelen ‘Sıddık’ unvanı verildi.

Mî'rac’ın hediyesi namaz:

Herhangi bir seyahatten dönen kimse yakınlarına hediyeler getirdiği gibi, Peygamberimiz de mukaddes Mî’rac yolculuğundan önemli müjdeler ve hediyelerle dönmüştür.

Mi'rac gecesi Peygamberimiz (s.a.s.) yükseldiği yüce makamda Allah'a kavuşmuş, arada hiç bir vasıta olmadan İlâhi Vahye (hitaba) mazhar olmuştur. Bu makamda kendisine üç şey verilmiştir: 1- Bakara sûresinin son iki ayeti, (Âmenerresûlü), 2- Ümmetinden Allah'a şirk koşmayanların cennete gireceği müjdesi,  3- Mi'rac hediyesi olarak beş vakit namaz.

İslâm'ın şartlarından biri ve dinin direği olan namaz, Mi'rac gecesinde farz olmuştur.

 

(1) Diyanet İşleri Başkanlığı Din İşleri Yüksek Kurulu Üyesi.

 

MÎ’RÂC İLE İLGİLİ KAVRAMLAR:

 

MÛCİZE

Sözlükte ‘âciz bırakan, güçsüz kılan, karşı konulmaz, harika olay, kudretsizlik ve takatsizlik veren iş’ anlamlarına gelen ‘mûcize’ kelimesi, ıstılahta, insanların benzerini meydana getirmekten âciz kalacakları ve âdeta meydan okuma şeklinde, peygamberlik iddiasında bulunan zattan âdetin hilafına ve tabiat kanunlarının aksine olarak zuhur eden harikulade olaylara denir.

Peygambere verilen mûcizeler, bir yönüyle îmânın temel esaslarından olan nübüvvetle, diğer yönüyle de vahiy ile alâkalıdır. Dolayısıyla mucizeye inanmak gerekir.  Akıl bakımından da mûcize imkânsız değildir. Çünkü her an insanın çevresinde meydana gelen olaylar, hayatın kendisi ve her sahası mûcizelerle doludur. Varlıkların yaratılması, ömrü tamamlanınca yok olması ve hayatın kesintisiz olarak devam etmesi bunun en güzel örneğidir. Sürekli müşâhede ettiğimiz ve bu sebeple değişmez sandığımız tabiat kanunlarını var eden Allah'tır. Allah bu kanunları dilediği zaman, peygamberleri vasıtasıyla değiştirebilir. Bu değişiklik bir mûcizedir. Bu durumda mûcizenin vukuu için aklî bir engel yoktur. Aksine akıl, mucizenin meydana gelmesini kabul edip benimser.

Peygamberlerden istenen mucizeler genelde o dönemde meşhur olan olaylarla ilgilidir. Hz. Muhammed’in (sav) nübüvveti esnasında ortaya koyduğu mûcizeler, manevî (aklî), hissî (maddî) ve haberî olmak üzere üç şekilde sınıflandırılmıştır. Manevî mucizeye en büyük örnek Kur'ân'dır. Çünkü Kur'ân her çağdaki akıl sâhibi insana hitap eden, akıllara durgunluk veren, başkalarının benzerini meydana getirmekten âciz kaldıkları büyük ve ebedî bir mûcizedir.

Bir hadiste de şöyle buyurulmuştur: ‘Hiçbir peygamber yoktur ki, onlara kendi zamanlarındaki insanların inandıkları bir mûcize verilmiş olmasın. Bana mûcize olarak verilen ise ancak Allah'ın bana vahyettiğidir.’ (Buhârî, İ'tisâm, 1) Hissî mucize olarak Hz. Peygamber'in nübüvvet mührü, Ay'ın ikiye bölünmesi, bir ziyâfet esnasında zehirlenmek istenince olaydan haberdar olması, Mekke'nin fethi, İslâm'ın tebliği ve meydana gelen savaşlarla ilgili açıkladıkları olay ve haberler örnek olarak gösterilebilir.

 

MESCİD-İ AKSÂ

En uzak mescid demektir. Aksa, Küdüs'dedir. Beyt-i Makdis ‘mukaddes ev’ ismiyle de anılan ve Mescid-i Haram'dan sonra yeryüzünde ilk mesciddir.  (Buhârî, Enbiyâ, 10, 40; Müslim, Mesâcid. 1-2)

Mescid-i Aksa, Müslümanların ilk kıblesi (Bakara, 2/144). Hz. Muhammed’in (sav) İsrâ olayında geldiği (İsrâ 17/1), mî’racın başladığı, Hz. İsa'ya kadar çok peygamberin namaz kıldığı ve Allah (cc)'tan vahiy aldığı bir mesciddir. (1)

Günümüzde Mescid-i Aksa Kudüs’te, Süleyman Mâbedi'nin güney tarafındaki camiye denilmektedir. Peygamberimiz, ibâdet amacıyla seyahat edilebilecek 3 mescidden birinin Mescid-i Aksi olduğunu bildirmiştir. Diğerleri; Mescid-i Haram ve Mescid-i Nebevî’dir.

(1) Prof. Dr. Abdulaziz Bayındır’ın bildirdiğine göre; mî’rac olayında adı geçen Mescid-i Aksâ, ‘Sidretü'l- Müntehâ’ olarak anılan  yedinci kat semadadır.  el-Mescid’ul-Aksâ, oradaki Beyt-i Mamûr’dur. 

Kudüs’te, Mescid-i Aksâ isimli ilk câmi, Hz. Süleyman zamanında yapılmıştır. Bu bina, Bâbil Kralı İkinci Buhtunnusr tarafından, Milattan 586 yıl önce yıktırılmıştır. Yerine Hz. Süleyman tarafından yaptırılan Süleyman mâbedi de Milattan sonra 70 yılında Romalı komutan Titus tarafından yıktırılmıştır. 

Hz. Muhammed’in ebedî âleme intikalinden sonra Halife Ömer, Kudüs'ün anahtarını teslim aldığında kendisi de bizzat çalışarak Süleyman Mabedi’nin Hıristiyanlık döneminde molozlar altında kalmış olan yerini temizletip Sahre'nin güneyindeki düzlükte cemaate namaz kıldırmış sonra buraya bir mescid yaptırmıştır . Aynı yere;  Emevi halifelerinden Abdulmelik b. Mervan (65/685-686) Kubbetü’s-Sahre’yi, oğlu Birinci Velîd  (86/705) de, günümüzde  Mescid-i Aksâ adıyla anılan mescidi yaptırmıştır. Dolayısıyla, mî’rac olayı sırasında Kudüs’te, Mescid-i Aksâ adı ile bir câmi mevcut değildi.  

 

BURAK

Mî’rac gecesinde Hz. Peygamber'i taşıdığı rivayet edilen binek.

Burak’ kelimesi, ‘parıldamak, şimşek çakmak’ anlamına gelen Arapça ‘berk’ kelimesinden türetilmiştir.

Mî’rac ile ilgili hadislerde yer alan ayrıntılı bilgilere göre yolculuk, Mescid-i Aksâ'dan sonra semaya yükseltilmek suretiyle devam etmiştir. Cebrail'in de refakat ettiği yolculuk, burak denilen bir binekle gerçekleşmiştir. Kaynaklar bu bineğin beyaz renkli ve fevkalâde süratli olduğunu bildirirler.

Aksâ'ya vardığında buraktan inmiş, Cebrail burakı eskiden kalmakta olduğu yere götürmüş ve bağlamış, Resûl-i Ekrem de orada bulunan peygamberler cemaatine imam olarak namaz kıldırmıştır.

Mi'racın İslâm literatürüne girdiği şekliyle Hz. Peygamber'e has bir mûcize olduğu bilinmektedir. Burak olayı da mî'rac sırasında meydana gelen tabiat üstü birçok olaydan biri olarak kabul edilmelidir.

 

Deney ve gözlem dünyasının dışında vuku bulan bu tür olayların tabiatta gözlenen kanunlarla değerlendirilmesi mümkün değildir.

(MUSTAFA ÖZ: Türkiye Diyânet Vakfı İslam Ansiklopedisi, Cilt: 6, Sayfa: 417’’teki ansiklopedi maddesinden yararlanılmıştır.)

 

Prof. Dr. HAYRETTİN KRAMAN’IN Mİ'RAC MUCİZESİ HAKKINDAKİ GÖRÜŞLERİ

Rahmet Peygamberi'nin (s.a.) miracı eşsiz bir mûcizedir; mucize olduğu için de insanların bilgi araçları ile bilmeleri, tecrübe etmeleri mümkün olmayan tarafları vardır. Miracın ruh ve beden beraberliği içinde mi yoksa yalnızca ruh ile mi, rüyada mı uyanık iken mi, bir kere mi birden fazla mı olduğu, mî’racda Resûlullah'ın Rabbini görüp görmediği gibi konular eskiden tartışıldığı gibi bugün de zaman zaman tartışma konusu olmaktadır.

Hz. Peygamber'in Mekke'deki Mescid-i Haram'dan Kudüs'teki Mescid-i Aksâ'ya götürülmesi şeklinde gerçekleşen olağanüstü olay İslâm kaynaklarında, âyet metnindeki ilgili fiilin mastarı olan ve ‘geceleyin yürüme, gece yolculuğu’ anlamına gelen ‘isrâ’ kelimesiyle anılır. Bu yolculuğun, hadislerde anlatılan göklere yükseltilme safhasının da dâhil olduğu tamamı ise ‘yükselme, yukarı tırmanma’ anlamındaki ‘urûc’ kökünden türetilmiş olan ve ‘yükselme vasıtası, âleti’ mânâsına gelen ‘mi'râc’ kelimesiyle ifâde edilmektedir.

İsrâ sûresinin 1. âyeti ile Necm sûresinin ilk âyetleri mirac olayına işaret etmektedir; aynı konuda hadis mecmualarında da 45 kadar sahâbî vasıtasıyla bizzat Hz. Peygamber'den bilgiler nakledilmiştir. Ancak özellikle bu hadislerdeki ayrıntılı malumat değişik yorumlara yol açacak nitelikte olduğu için miracın tarihi ve nasıl cereyan ettiği hakkında farklı bilgiler verilmiştir.

İnsan idrâkinin kavramaktan âciz olduğu bir şekilde gerçekleşen bu buluşma sırasında Resûlullah'a, içlerinden günahkâr olanlar -eğer affedilmezlerse- bir süre cehennemde cezalandırıldıktan sonra bütün ümmetinin cennete kabul buyurulacağı müjdelendi; ayrıca kendisine bir hediye olarak Bakara sûresinin ‘Âmene'r-resûlü...’ diye başlayan son iki âyeti verildi; İslâm'ın en temel ibadetlerinden beş vakit namaz emredildi. Bazı rivayetlere göre miracdan dönüş sırasında kendisine cennet ve cehennem ile buralarda bulunacak insanların durumları gösterildi. Nihayet semâdan Kudüs'e indirildi, kendisini burada önceki peygamberler karşıladılar ve onu kendilerine imam yaparak arkasında topluca namaz kıldılar. En sonunda Hz. Peygamber Mekke'den ayrıldığı noktaya getirildi. Yine Buhârî'deki rivayetlerin birinin sonunda (Tevhid, 37); (Taberî, 15, 5) ‘Peygamber uyandı ki Mescid-i Haram'dadır.’ denilmektedir.

Söz konusu hadislerin baş kısmında miracın Hz. Peygamber ‘uyku ile uyanıklık arasında’ bir durumdayken başladığı, uyandığında kendisini Mescid-i Haram'da bulduğu şeklindeki ifâdeler dolayısıyla bu olayın bedenle gerçekleşen bir yolculuk mu olduğu, yoksa bunun bir tür rüyada vuku bulan ruhanî bir durum mu olduğu hususunda erken dönemden itibâren tartışmalar yapılmıştır. Biri uykuda diğeri uyanıkken olmak üzere iki mî’racdan bahsedildiği de olmuştur. Müfessirlerin çoğunluğu mî’racı Hz. Peygamber'in hem bedenî hem de ruhuyla uyanıkken yaşadığı bir olay olarak düşünmüşlerse de O’nun uykudayken veya uyanık olarak fakat sâdece rûhen yaşanmış bir hâdise olması da değerini ve önemini azaltmaz. Çünkü genel bir ilke olarak vahiy yollarından birinin de rüya olduğu kabul edilir. Nitekim bu sûrenin 60. âyetinde mî’rac olayı kastedilerek ‘sana gösterdiğimiz rüya...’ şeklinde bir ifâde yer almaktadır. Buradaki rüya kelimesinin uyanıkken görme anlamına gelebileceği gibi bundan uykuda görülen rüyanın kastedilmiş olabileceği de belirtilmektedir.

Mirac olayını en sağlam kaynaklara dayanarak anlatan Hamîdullah Hoca'nın dediği (geniş açıklamasını kitabından okumak gerekir) şudur: ‘Benim âcizane görüşüme göre miracın açıklanıp anlatılması, Allah'ın kullandığı aynı şekil tavsif ve anlatımlarla yapılması gerekir. Kur'an ve hadislerle verilen açıklamalara inanmak ve bunlarda, ahiret âleminin ele alındığı ve insan hayal gücünün hissedebileceği ve fakat ifâde edemeyeceği konulardan bahsedildiği daima hatırlarda tutulmalıdır. Mühim olan bir insanın Allah'a doğru yücelişi, yükselişidir... bunun nasıllığı ve nerede cereyan ettiği değildir. Bu mûcize tamamen ruhî-manevî alanda cereyan etmiş bir olaydır ve bu olayın da tasavvufî mânada olmak üzere açıklanıp ortaya konması icab eder, asla coğrafi ve turistik bir seyahat olarak değil.’ (s.133, par. 249).

Büyük mutasavvıf İmâm-ı Rabbânî miracı şöyle anlatıyor: ‘O'nun (s.a.) mî’rac gecesinde Rabbini görmesi, dünyada değil, âhirette vâki olmuştur. Çünkü O (s.a.), mirac gecesi mekân-zaman dairelerinin dışına çıkınca ve imkân âleminin darlığından kurtulunca ezel ve ebedi bir an olarak buldu, başlangıç ve sonu bir nokta olarak gördü…’ (C. I, 283. mektup).

Süleyman Çelebi'nin eşsiz eseri Mevlid'inde okuyup dinlediğimiz mî’rac olayı, buraya kadar anlattıklarımızın, taklit edilemez güzellikte yapılmış bir özeti gibidir:

 

Bir fezâ oldu o demde rû-nümâ  / Ne mekân var anda ne arz ü semâ

(Öyle bir âlem ki, orada yer, gök ve mekân yok)

 

Kim ne hâlîdir ne mâlî ol mahal  / Akl u fikr emez o hali fehm ü hall...

(O yer ne dolu, ne de boş , Akıl bu hali anlayamaz ve çözemez)

 

Şeş cihetten ol münezzeh Zü'l-celal / Bî-kem ü keyf ana gösterdi cemal

(Altı yönden münezzeh celal sıfatlı Allah ona, nicelik ve nitelikten öte bir lutufla cemalini gösterdi).

 

Âşikâre gördü Rabbü'l-izzeti / Âhirette öyle görür ümmeti

Bî-hurûf ü lafz u savt ol Padişâh / Mustafâ'ya söyledi bî-iştibâh

(Harf ve ses olmaksızın Allah, Mustafâ'ya, şüphesiz olarak konuştu, söz söyledi).

Mî’rac Hz. Peygamber'e büyük bir ihsan, eşsiz bir armağandır; ümmetinin de bundan büyük bir nasibi vardır. Mî'rac gecesi Hz. Peygamber'i, başta mî’rac olmak üzere genellikle mûcizeleri, o gece armağan edilen namaz ibadetinin önemini, İsra sûresini ve orada geçen dinî, ahlakî hükümleri anmak, anlatmak, temsil etmek elbette yararlıdır ve yapılmalıdır. Ancak gerek bunları ve gerekse başka meşru şeyleri yapmak, ‘mî’raç gecesine mahsus’ bir sünnet, Hz. Peygamber'in örnek olarak yaptığı bir ibâdet değildir; böyle anlaşılırsa dine ekleme (bid'at) yapılmış olur.

MESCİD-İ HARAM

Mekke'de ortasında Kâ'be'nin bulunduğu Cami-i Şeriftir. Halk arasında ‘Harem-i Şerif’ de denir. ‘Harem’ denilmesi bu camiye saygı gösterilmesinin mecbûrî olmasındandır.  Mescid-i Haram, emniyet ve güven yeridir, oraya giren güvendedir (Âi-i İmrân, 3/97). Yer yüzünde ilk yapılan mesciddir (Müslim, Mesâcid, i). Mescid-i Haram ismi, Kur'ân'da 15 defa geçmiş, namazda Mescid-i Haram cihetine yönelinmesi (Bakara, 2/144-150), müşriklerin Mescid-i Haram'a sokulmaması (Tevbe, 9/28) emredilmiştir. Mü'minlerin Mescid-i Haram'dan men edilmesi (Bakara, 2/217) ve burada savaşılması yasaklanmıştır (Bakara, 2/191). Mü'minlerin Mescid-i Haram'a gelmelerine engel olunmasının zulüm

olduğu bildirilmiştir (Hac, 22/25).

Mescid-i Haram, Peygamberimiz (sav)'in devrinden itibâren zaman zaman tâmir edilmiş veya yeniden yapılmıştır. Kâ'be'nin çevresindeki revaklı, kubbeli kısım Osmanlı Padişahı Sultan İkinci Selim Han zamanında, mescidin son genişletilmesi ise Suudlular tarafından yapılmıştır. Mescid-i Haram'da kılınan namaz diğer mescidlerde kılınan namazlardan yüz bin kat daha fazla sevaptır (İbn Mâce, Salat, 195).

(BİTTİ)