Dr. Azime TELLİ

Akademisyen

Yüzer sıvılaştırılmış doğal gaz gemilerinin Türkiye’nin enerji arz güvenliği açısından analizi

Doğal gaz talebine yönelik tahminler artış eğilimin koruyacağı yönünde. Gerek IEA, gerek EIA, gerekse BP tarafından yapılan tahminler doğal gazın dünya enerji karmasından giderek daha fazla pay alacağı şeklinde. Özellikle elektrik santralleri ve sanayide kullanılan doğal gaz oranında artış olması bekleniyor.

Peki bu artışın doğal gaz ticaretine yansımaları nasıl olacak? Dünyanın doğal gaz bağımlılığı enerji güvenliğini nasıl etkileyecek? Bu iki temel soruya verilecek cevap karamsar mı, yoksa iyimser mi olduğunuza göre şekillenecek olmakla birlikte doğal gaz piyasasında yaşanan esnekleşme eğilimi rahatlıkla politik bir baskı aracı olarak kullanılabilen doğal gazın siyasi yönünü zayıflatacak. Çünkü doğal gazın dağıtım ve fiyatlandırma modelinin içinde bulunduğu evrim süreci gaz ticaretinin siyasi etkilerden arıtılması yönünde devam ediyor. Dünya enerji talebinin ¼’ünü karşılayan halen doğal gaz ticareti % 90 boru hatlarına bağımlı olmakla birlikte payını sürekli olarak artıran LNG’nin yükselişi “oyunu bozacağı” yönündeki beklentileri de güçlendiriyor. Düşen doğal gaz fiyatlarına rağmen LNG arzında önemli artışların beklenmekte olması da gaz piyasasının geleceği açısından önemli bir göstergedir. EIA verilerine göre, 2005-2014 yılları arasında boru gazı arzı % 3.3 artarken LNG arzı % 6 düzeyinde artış göstermiştir.

Doğal gaz piyasasında son dönemde yaşanan talepte artış hızındaki yavaşlama dönüşüm sürecinde talep ülkeleri lehine bir esneklik doğmasına yol açmış durumda. Kaya gazı devriminin de etkisi ile oluşan arz fazlası talep ülkelerinin elini güçlendirirken oyunun kuralları da yavaş ama kalıcı olarak değişiyor. Boru hatlarına bağımlı bölgesel görünümlü ve uzun vadeli sözleşmelerin hakim olduğu yapıdan LNG açılımından beslenen küresel spot fiyatlı bir piyasa görünümüne geçiş söz konusu. Böylece doğal gaz bağımlılığının yarattığı baskıdan kurtulmaya başlayan talep ülkeleri karşısında arz ülkelerinin daha tavizkar olmak zorunda kalıyor. Türkiye bu dönüşüm sürecinin şimdilik kıyısında kalan ülkelerden biri.

Doğal gaz arzının yüzde 85’ini boru hatlarıyla, yüzde 95’i uzun vadeli sözleşmelerle karşılanıyor. Tek bir ülkeye bağımlılık oranı yüzde 55, boru hatlarından gelen gazın kabaca % 60’i tek kaynaktan geliyor. Bu tablo Türk pazarının kısa ve orta vadede dünya genelinde yaşanan esnek gaz pazarı trenine binmesini güçleştiriyor. Keza, depolama kapasitesinin (% 5) düşüklüğü, günlük gaz çıkışının peak talebi karşılamaya yetmiyor olması gibi yapısal kırılganlıklar da Türkiye’nin enerji diplomasisinde “kıvrak hareketler” sergilemesini engelliyor. Unutulmaması gereken bir husus da Türkiye’nin yaklaşık 50 bcm’lik gaz talebiyle Avrupa’nın gaz talebi en yüksek üçüncü ülkesi olmasının yanı sıra dünyanın en çok gaz tüketen ilk 20 ülkesi arasında yer almakta olduğudur. Yani, tıpkı binlerce grostonluk bir gemi gibi Türkiye’nin rotasını hızla değiştirmesi hem zor, hem de bir yandan da bu büyüklüğü sayesinde henüz görmezden geliyor olsa bile kimsenin “dümen suyuna” girmeden hareket edebilme avantajına sahip. Bu nedenle, yıllık gaz tüketimleri Türkiye’nin % 1 ila 5’i arasında olan ülkelerin gaz politikalarını “sil baştan” inşa etmelerini izlerken elbette Türkiye’den benzeri bir performansı beklemek realist enerji oyununu “romantik” perspektiften okumak olacaktır.

Türkiye, doğal gaz enerji arz güvenliği açısından 2016 yılına bir dar boğazla karşıladı. Her ne kadar peak talebi karşılamakta sıkıntılar olsa bile “soğuk ve karanlık günler kabusu”ndan uyanarak kapattık 2016’yı. Askıya alınan Türk Akımı’nın bağıtlanması Ukrayna krizinin arz güvenliğine etkilerinden kurtulmamızı sağlaması boyutuyla kazanım hanesine yazılırken kaynak çeşitlendirmesi arayışında yüzer LNG depo ve gazlaştırma ünitelerinin (FSRU) sisteme dahil olması esneklik kapasitesini güçlendirdi. 2016 yılı sona ermeden devreye alınan olan ilk FSRU gemisi, günlük gaz çıkış kapasitesine 20 mcm’lik bir katkı sağlayacak. Gaz tüketimin en yüksek olduğu Marmara Bölgesi’ni besleyecek olan ikinci FSRU ise yolda. Bu adımlar Türkiye’nin enerji diplomasinde zayıf noktalarını kapatmasını sağlamakla birlikte elbette oyunun kurallarını kendi lehine değiştirmesini sağlamaktan oldukça uzak. Başta da belirttiğim gibi, Türkiye önemli bir gaz talep ülkesi, ve sistemine dahil edeceği 2 FSRU gemisi enerji arz güvenliği açısından ciddi derecede hissedilebilir sonuçlar üretmeyecektir. Çünkü; Türkiye, ne bir Ürdün ne de bir Litvanya’dır.

Yetmez, ama evet!

Rus gazına yüzde 100 bağımlı olan Litvanya ve Mısır’dan gelen “Arap Botu Hattı”nın saldırılar sonucu devre dışı kalmasıyla gaz kesintisiyle yüzleşen Ürdün, FSRU gemileri aracılığı ile doğal gaz da “bağımsızlıklarını” ilan etti. Yani, bu ülkeler açısından krizler adeta bir fırsat oldu ve oyunun kurallarını kendi lehlerine değiştirdiler. Çünkü, FSRU gemileri küçük pazarlar için LNG kullanmanın en esnek ve en düşük maliyetli hali. FSRU’ların hareket kabiliyeti ülke içinde bölgesel talep sorunlarının aşılmasını sağlarken çok daha yüksek maliyet gerektiren ve inşası zaman alan LNG terminallerinin yerini kolaylıkla almaktadır. Genel olarak 5 yıllık charter anlaşmaları ile kiralanan FSRU’lar, doğal gaz piyasasının katı yapısını ciddi derecede tehdit etmektedir. Talebi düşük olan ülkeler açısından FSRU gemileri “kalıcı çözüm” olurken, Türkiye gibi ülkeler açısından zaman kazandıran “geçici çözümler” olarak görülmektedir. Türkiye’nin FSRU gemileri ile gaz talebini karşılaması orta ve uzun vadede maliyet açısından gerçekçi olmamakla birlikte LNG terminallerinin sayı ya da kapasiteleri artana kadar bu gemilerin sağlayacağı esneklikten yararlanılması doğru bir taktiktir. Ancak, belirtildiği gibi bu süreçte enerji arz güvenliğinin kalıcı olarak temini için paralel adımların atılmaması durumunda FSRU’lar, artan gaz talebimizi de göz önüne aldığımızda geçici bir rahatlamanın ötesinde değer taşıyamayacaktır.

FSRU teknolojisinin ortaya çıkmasının arka planında kısa dönemli arz kesintileri bulunmaktadır. Bu teknoloji ilk olarak 2005 yılında ABD tarafından Meksika Körfezi’nde kullanıldı ve aradan geçen kısa sürede yeniden gazlaştırma kapasitesinden yüzde 10’luk pay alacak konuma geldi. 2017 yılı içinde devreye alınacak FLNG’ler (yüzer LNG terminalleri) ile bu oranın yaklaşık yüzde 13’ü bulması bekleniyor. LNG’nin yeni pazarlara girmesinin önündeki en temel engeller olan yüksek yatırım maliyetleri ve uzun projelendirme süreçleri FSRU’lar ile çözülürken başta küçük pazarlar olmak üzere LNG’ye yönelen yeni pazarlar için esnek ve görece daha düşük maliyetli olan bu teknoloji tercih nedeni olmaya devam edecektir. Dünya genelinde toplam 11 ülkede 23 adet FSRU bulunurken bu sayının hızla artması bekleniyor. Toplam LNG gemisi sayısı 2016 itibariyle 410 olduğu göz önüne alındığında FSRU’ların LNG pazarının “niş” unsuru olduğu daha iyi görülecektir. Bununla birlikte teklif aşamasında olan yaklaşık 40 FSRU projesi olup 2025 yılına kadar sayılarının yaklaşık 50’yi bulması beklenmektedir. Komşumuz Yunanistan da 1 FSRU sipariş ederken Çin’in de FSRU projeleriyle ilgilenmektedir.

FSRU gemilerine sadece talep ülkeleri değil, arz ülkeleri bile çeşitli nedenlerle yönelebiliyor. Rusya, Litvanya’nın enerji bağımsızlığını sağlayan “Independence” adlı FSRU yatırımı sonrasında anavatanla karasal bağlantısı olmayan Kaliningard’ın gaz talebini karşılamak için ilk FSRU gemisini sipariş etti. Gazprom’a ait olacak FSRU’nun 2017’de devreye alınması bekleniyor. FSRU yatırımları ile adından söz ettiren bir diğer ülke ise Mısır. Doğu Akdeniz’de yeni gaz rezervleri bulan Mısır, yeniden gaz ihraç eden bir ülke haline gelene kadar talebini karşılamak üzere iki FSRU devreye aldı. Boru hatları rekabetinin kilit ülkelerinden Pakistan da FSRU teknolojisine yatırım yapan bir diğer ülke oldu son dönemde. FSRU teknolojisi görüldüğü üzere LNG’nin ana pazarı olan Asya pazarı kadar birbiri ile yarışan boru hatlarının söz konusu olduğu pazarlarda da yükselen değer olarak karşımıza çıkıyor.

Enerji diplomasisinin kayıp yılı; 2016

Doğal gaz arz güvenliği açısından tehditlerle dolu bir yılı geride bırakırken aklımdaki en temel soru acaba bu tehditlerden ders çıkarabildik mi? Enerji politikamızın reaksiyoner “açılımlar”a endeksli dinamik görünümü bir yandan gelecek güzel günlere dair umut verici, bir yandan da kör noktalarımızın stratejik körlük halini almış olması nedeni ile endişe verici. 2016, enerji diplomasisi açısından uzun bir yıl oldu… Siyasi ve ekonomik krizlerin biri bitmeden bir diğeri başlarken Türk enerji politikasının manşetinde yine “enerji hub olmak” vardı. Türkiye’nin eşsiz jeopolitik avantajını üzerine basılıp geçilen güvenli geçiş noktası olmanın ötesinde referans fiyat belirleyerek arz ve talep ülkeleri karşısında manevra kabiliyeti yakalamasını sağlayacak bu vizyon açısından ne yazık ki 2016, kayıp yıllar hanesine yazılacak. Enerji arz güvenliğini garanti altına almamış bir ülkenin sırf jeopolitik konumu yüzünden “enerji hub” olmasına “yeşil ışık yakılacağını” beklemek Türk enerji politikasının en iyimser bakışla naifliğine yorulabilir. TANAP ve Türk Akımı’nda, Türkiye’ye biçilen “köprü rolü” garanti altına alınmışken 2017 yılından da büyük beklentilerimiz yok. Gazlaştırma ve depolama kapasitesini artırma ve günlük gaz çıkışını yükseltmeye yönelik hedefler enerji güvenliğimiz açısından, “yetmez, ama evet” diyebileceğimiz çalışmalar. Türkiye’nin, enerji bağımsızlığının da enerji hub olma hedefinin de olmazsa olmazı belli, enerji arz güvenliğini sağlamak. Enerji arz güvenliğinin yolu ise farklı kaynak ve farklı yöntemlerle, gazın gazla rekabet ettiği spot alımlar ve esnek sözleşmelerden geçiyor. Bu açılımlar sağlanmadığı sürece ne yeni boru hatları ne de yeni FSRU’lar “yaramıza” derman olmayacaktır. O nedenle, 2017’de de önce ve öncelikle enerji arz güvenliği..!