Mehmet Cemal ÇİFTÇİGÜZELİ

Gazeteci - Yazar

Bir TRT Öyküsü ve Liyakat

TRT’ye girdiğimiz günleri hatırlıyorum(1975) liyakat ve uzmanlık denince. Hükümette Süleyman Demirel Başbakan, yardımcıları ise Necmettin Erbakan ve Alpaslan Türkeş. Yani bir koalisyon hükümeti.

TRT Genel Müdürü Prof. Dr. Nevzat Yalçıntaş 8 ay sonra söz verildiği halde hükümet gerekli hukuki düzenlemeleri yapmadığı için istifa etmiş, yerine Prof. Dr. Şaban Karataş atanmıştı. Prof. Yalçıntaş zamanında çıkarılan yeni kadrolara 40 muhabir ve 40 da prodüktör alınacaktı. Toplam 80 kişi. Fakat iki misli  personel imtihanı kazandığı için son mülakatta yarısı elenecekti. Yazılı ve sözlü imtihanı başardıktan sonra tamı tamına hep birlikte bir sene süren kurs açıldı. Kurslara devam ettik. Hem de bazı aylar İstanbul’da, bazı aylar da Ankara’da olmak üzere dönüşümlü bir kursa tabi tutulmuştuk. Bu kadar uzun süre daha, bizleri önceki işimizde kimse tutunamazdı. Ya istifa etmesi lazım, ya da işten çıkarılması gerekti. Genelde herkes istifa ederek kursa başladı. Gelir girdileri yeterli olmayan gençlerdik. Maaşımız falan yoktu. Her şeyi kendi bütçemizden karşılamaya çalışıyorduk.

KURS ÜSTÜNE KURS; HEM DE UZMANLARINDAN

Kurs hocalarımız Ankara’da Devlet Tiyatrosu sanatçıları başta olmak üzere, Siyasal Bilgiler,  Hukuk Fakültesi ve DTCF öğretim üyeleriydi. İstanbul’da ise Prof. Dr. Mehmet Kaplan, Prof. Dr. İbrahim Kafesoğlu, Prof. Dr. Faruk Kadri Timurtaş, Prof. Dr. Ahmet Selçuk Özçelik, Prof. Dr. Mehmet Genç gibi çok önemli isimlerdi. Bu kurslardan da geçer not almamız gerekiyordu.

Kurslar tamamlanınca Ankara’da TRT Genel Müdürlüğü’nde son mülakata girdik. Muhabirlikte Jüri Üyeleri Hami Tezkan, Ahmet Güner, Tuncer Enginertan gibi yine uzmanlık dallarında gazetecilik, hukuk, yöneticilikte kendilerini ispat etmiş aydınlardı. Bana Ahmet Güner’in sorduğu soruları hatırlıyorum; hep sol, sosyalizm ve medya üzerineydi. O günlerde İsmail Cem ve Uğur Dündar’ın yayınladıkları Politika Gazetesinin analizini yapmamı istemişti. Bu gazeteyi ayrıca okuyup okumadığımı, siyasi görüşümü belki de kontrol edeceklerdi sanırım. Oysa ben sorumluluğum gereği görüşü ve mesajı ne olursa olsun bütün gazete, dergi, mecmua ve hatta filmleri yakından takip ediyordum. Bütün bunlar hem işim ve hem de aydın olmamın, objektif düşüncenin, dönüşümün ve konjonktürün sorumlu  bir gereğiydi. İnsanlar politik görüşünü işine yansıtmayabilir, hatta yansıtmamalıdır da.

80 arkadaşımız elendi, diğerlerini ataması yapıldı. Bu defa teknik olarak TRT çalışanlarından ders almaya başladık. Işıkçı,  sesci, altyazı sorumlusu, spiker, resim seçici, kameraman, reji, yönetmen, auto-q operatörü hepsi teker teker gelerek uygulamalı ve pratik dersler verdiler. Özellikle lehçe değil, İstanbul Türkçesi konuşmamız konusunda dikkatlerimiz çekildi.

Bütün bunlara rağmen babası Sabri Özcan San Adalet Partisi’nden Gümüşhane Milletvekili olan Ercan San gelerek hepimizi topladı ve “Biran evvel istifa edin, eski işlerinizin başına dönün, hiç olmazsa onu kaybetmeyin, burada zor geçinirsiniz, istenmiyorsunuz” diyebilmişti!

HASAN CELAL GÜZEL EKOLÜNDEN İSTİFA ÖRNEĞİ

Direnebilmiş ve hukuki haklarımızı savunabilmiştik. Ancak bazı arkadaşlarımız bir müddet sonra daha üst görevler olarak gördüğü genel müdürlük, daire başkanlığı, müessese müdürlüğü gibi görevlere atanarak TRT’yi bıraktılar. TRT Haber Merkezinde bana ve arkadaşlarıma üvey evlat muamelesi bile değil hiç görmezden geldiler ve umursamadılar. Ama tatil günleri verdiğimiz ev veya otel yahut sosyal tesis adresinde miyiz, yoksa Ankara ili hudutları dışına mı çıkmışız kontrol ettiriyorlardı! Bir açık bulup kurumdan tard etmek istiyorlardı. Öyle ki Muhabir Salih Kurt adındaki evli bir arkadaşımız çoluk çocuğunu özleyerek Adana’ya gitmiş ve adresinde bulunmamıştı. İşte bunun için kıyametler koparmışlardı.

Direndik, çalıştık ve başardık

Ben sağcı genel müdürlerden değil ama bir diplomat olan, kesinlikle milliyetçi ve muhafazakar bir çizgide bulunmayan TRT Genel Müdürü Cem Duna’dan takdir ve başarı belgesi almayı başarmıştım. Çünkü görevimi iyi yapıyordum, işimin ustasıydım. Bu konuda tevazu göstermiyordum.

O günlerde üst bürokrasi de hangi görüşten olursa olsun genelde öyleydi. Başbakan Tansu Çiller zamanında(2001) TRT Genel Müdürü Kerim Aydın Erdem ikinci defa yeniden aday oldu. Işıkçı grubun baskısıyla rahmetli Türkiye Gazetesi Başyazarı Yalçın Özer de üç aday arasında idi. Ancak Hasan Celal Güzel ekolünden Akın İzmirlioğlu ipi göğüsledi ve tek aday olarak ismi RTÜK’ten başbakanlığa gönderildi. Başbakan Tansu Çiller kendisini kabul ve tebrik etti, sonra bir istifa dilekçesi vermesini istedi. Çünkü Tayfun Akgüner’den almışlardı. Sebebi ise TRT Genel Müdürü kim olursa olsun ilk haber hep Başbakan Çiller olmalıydı. Kadrolar O’nun gönderdiği isimlerden oluşmalıydı. Akın İzmirlioğlu da istenilen istifa dilekçesini  etik bulmadı, devlet ve kamu düzeni açısından Anayasa’ya ve hukuka aykırı olduğunu belirterek istifa etti.

BUGÜNKÜ TRT’YE GELİNCE; VAH TRT AH TRT

Gelelim günümüze, 20 yılı geride bırakalım;

Yakın Türk Tarihi için bir milat olan Atatürk’ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramımızın 101. Yıldönümünü  TRT “ 19 Mayıs Cumhuriyet Bayramı kutlu olsun” diye verdi! Kırmızılar giymiş spiker kızımız da bunu okudu. İş yapılan yerde elbette hata olur. Ancak bu hata belli bir kademede yakalanır ve düzeltilir. TRT’de bu haber ve görüntü yayına girene kadar en azından onlarca kademeden geçer. Mutlaka biri yakalar. Hatta stüdyoda bile resim seçici, reji, yönetmen, altyazı sorumlusu, kameraman, auto-q operatörü bile bunu görebilirdi.  Öyle anlaşılıyordu onca kademeden geçmesine rağmen  bu hata kamu yayıncılığının önemli bir organı olan TRT’de görülmedi veya umursanmadı.

Çünkü TRT yönetimi daha önce kurumun çalışan bütün duayenlerini taciz ederek ya emekli etti veya başka kurumlara atamasını yaptı. Yerine de genelde teoloji- ilahiyat eğitimi yapmış gençleri tayin etti. Bunların hiç biri üstelik ne liyakat sahibi ve ne uzmanlığı olan, herhangi bir kurstan ve eğitimden geçmiş kimseler değildi. TRT Merkez Bankası kadar olmasa da hem ek göstergesi yüksek ve hem de maaşı fazla olan bir kurumdu TRT. Cazibesi fazladır. “İslam’da ruhban sınıfı yoktur” demek sadece bu ve böylesi uygulamalarla lafta kaldı, her kamu kuruluşunun çoğu neredeyse aynı durumdadır. Yazık az bile kalıyor, bu kurama çok yazık ediliyor, devlete çok yazık ediliyor doğrusu.

BİR İMAM HANGİ ŞARTLARI KAPSAMALI?

Osmanlıcılığı Göksultan 2. Sultan Abdülhamit’in şahsında simge ederek kendilerini öne çıkaran bu zihniyete Osmanlı Tarihinin yükseliş döneminde bir örnek vermek isterim. Kanuni Sultan Süleyman Mimar Sinan’a, Süleymaniye Camii’ni yaptırıp(1558) açılışa hazırlanırken bu selatin camiye imam aradılar. Şartları şöyleydi Kanuni’nin, şiirlere attığı imzasıyla Muhibbi’nin.

 

1. İmam Arapça, Farsça, Latince ve Osmanlı Türkçesini iyi bilecek.

2. Kuran-ı Kerim, İncil ve Tevrat’ı mukayeseli olarak değerlendirebilecek.

3. İlahi Yasada ve içtihatlarda nitelikli bir ilim adamı gibi birikimi olacak.

4. Fizik, matematik, kimya, astronomi gibi bilim dallarında standardı yüksek olacak.

5. Atcılık, okçuluk, yüzme sporlarını iyi bilecek, savaş sanatına yabancı olmayacak ve kanunların uygulanmasında tecrübesizlik çekmeyecek.

6. Yakışıklı olacak, şık giyinecek ve güzel görünecek.

“GÖZLERİMİ KAPARIM VAZİFEMİ YAPARIM” ÖYLE Mİ.

Günümüz kamu görevlilerinin hangisinde böyle bir şart var acaba? Oysa bugün kamuda görev alan imam-hatip ve ilahiyat mezunlarının en geniş anlamda insan; dünya, akıl, hukuk, bilim, kültür, sanat gibi varlık alanlarının din ile ilişkisini kurgulayabilmeli değil mi? Bunların ilişki yöntemini ve usulünü bilmeli değil mi?.

Usul aynı zamanda din ile kültürü, adet ile ibadeti, evrensel olan ile kültürel olanı, sabit olan ile değişken olanı birbirinden ayırarak dinin rahmetini bütün zamanlara ve mekanlara doğru taşımanın, doğru anlamanın, doğru anlatmanın adı değil midir? Nerede böyle insanlar ve kamu görevlileri? Tam aksine “Gözlerimi kaparım vazifemi yaparım” olmuyor mu bu uygulama? Akıl ve düşünce Allah’ın insana bahşettiği en büyük ihsandır. Bunun kıymetini iyi bilmek gerekiyor. Bilim ihmal edilmemeli. “Her şeyi bilim açıklar. Felsefe düşündürür ve din ise anlamlandırır.” Ahlakı çöküntüde, vurdum duymazlıkta ve başarısızlıkta tek sorumlu insandır. İstifa da insan içindir.

Sanırım bugün bir kere değil, defalarca , hatta binlerce düşünmek ve gelişmeleri iyi algılamam vaktidir. Liyatsizlik ve uzmanlık olmayınca başarı gelmiyor işte. Atın önüne et, itin önüne de ot atınca ikisi de istifade edemiyor. Oysa yer değiştirilse at ve it de beslenecek, memnun kalacaklar bu ikramdan.