Ermenistan İzlenimleri

 

  1. BÖLÜM

Sovyet Rusya’nın dünyaya korku saldığı yıllarda en merak ettiğimiz konu Demirperde’nin arkasıydı.

Siyah beyaz televizyonda Kızıl Meydan’da geçit töreni yapan Kızıl Ordu’nun ihtişamını izler, kulaktan kulağa yayılan rivayetlerle SSCB’yi anlamaya çalışırdık.

Gençlik yıllarımızda en fazla merak ettiğimiz konu ise Demirperde arkasındaki Türk Dünyasıydı.

Aradan yıllar geçti, Berlin Duvarı yıkıldı. Demirperde ortadan kalktı. Neticede bu gizemli dünyayı görmenin ve tanımanın yolları açıldı.

Demirperde’nin kapıları açıldıktan sonra zamanla komünist dünyanın birçok ülkesine( Rusya, Ukrayna, Kazakistan, Kırgızistan,   Azerbaycan, Gürcistan, Özbekistan, Tataristan) seyahat yapmış ve gezdiğim, gördüğüm yerleri kaleme almıştım.

Bu coğrafyada en fazla merak ettiğim ülkelerden biri de Ermenistan’dı.

Osmanlı Devleti içerisinde teba-ı sadıka denilen ve 600 yıl birlikte yaşadığımız Ermenilerle ilgili hafızama yer etmiş duygu ve düşüncelerin baskınlığı Ermenistan’a gitmenin riskli olduğunu hatırlatsa da bu ülkeyi görmeyi çok arzu etmekteydim.

Geçen ay Ermenistan’a yolculuk yapan yakın bir arkadaşımın verdiği olumlu bilgiler doğrultusunda hızlı bir karar verip Ermenistan’a gitmek için ön hazırlıklara başladım.

Yıllardan beri yurt dışı seyahatlerimi yaptığım yakın çevreme durumu ilettim. On beş kişilik bir grupla gitmeyi planlamama rağmen son günde gelmekten vazgeçen arkadaşlarımızdan dolayı altı kişilik bir grup kurup kendi minibüsümüzle gitmeye karar verdik.

Kadim dostumuz Kamil Polat’ın Ermenistan’da bulunan Samvel Ağikyan isimli bir tanıdığı ile temas kurup, seyahat konusunda sağlam bir referans bulmuş olduk.

Ben ve arkadaşlarım, Kadir Sabuncuoğlu, Mustafa Güvenli, Cevat Özer, Rahmi Özkurt,Ayhan Buzlak ile birlikte 22.08.2019 günü saat 08. 00’ de  Erzurum Öğretmen Evi’nin önünde buluşup yola çıktık.

Aracımızın sahibi Cevat Özer kaptanımız olarak direksiyondaydı. Sabah serinliğinde Palandökeni arkamızda bırakıp, Aras Nehri boyunca yol alıp, Sarıkamış Ormanları’nın doyumsuz manzaraları eşliğinde 10.30’da Arpaçay’a geldik.

Keyifli bir yolculuktan sonra Çıldır Gölü’nün insana huzur veren saf ve temiz manzarasıyla karşılaştık.

Çıldıra girdiğimizde Aşık Şenliğin meydanda duran heykeli bize hoş geldiniz der gibiydi.                                                       

Yolculuk esnasında aracın suyunda azalma olması biraz canımızı sıkmıştı. Benzin istasyonundan aldığımız antifrizi koymamıza rağmen, suyun azalması araçta bir sorun olduğunu gösteriyordu.

İşi riske atamazdık. Saat 11. 45’de Çıldır’ın çıkışında bulunan Güven Usta’ya gelip durumu anlattık.

Yörenin en iyi oto tamircisi olan Güven Usta, otuz yıl İstanbul’da çalıştıktan sonra memleketi Çıldır’a dönmüş ve işini kurmuş, güngörmüş bir delikanlıydı.

Doktorun hastayı muayene etmesi gibi Güven Usta’da aracı kontrol etti ve sorunun radyatörden kaynaklandığını söyledi.

Neşeyle çıktığımız yolculukta böyle bir sorun yaşasak da Güven Usta’nın “Biraz beklerseniz radyatörü tamir ederim “demesiyle rahat bir nefes aldık.

Tamirhanede beklerken İlhan isminde hoş sohbet bir Terekeme ile tanıştık. İstanbul’da kartonpiyer işi ile uğraşan İlhan, çok renkli bir kişilikti. Rusya’nın eski devlet başkanı Gorbaçov’un büyükannesinin mezarının Bayburt’ta olduğunu söylemesi hepimizi gülümsetti.

Aracın yapılmasını beklerken sohbet esnasında Ayhan Buzlak’ın Çıldır’da epeyce bir macerasının ve hatırasının olduğunu öğrendik.

Ayhan Buzlak haber etmiş olacak ki biraz sonra Çıldırlı Aşık Yener Yılmazoğlu çıka geldi.

Sanatında olduğu kadar, iş hayatında da bir o kadar başarılı olan Aşık Yener tüm yatırımını Çıldır’a yapmış, yetenekli ve görgülü biriydi.                                                

Aşık Yener, Murat Çobanoğlu ve Reyhani Usta ile olan maceralarını anlatırken zamanın nasıl geçtiğini anlamadık. Bu süre zarfında Güven Usta’da radyatörün tamirini bitirmişti. Araçta yerlerimizi alıp tamirhanedekilerle vedalaştıktan sonra saat 14. 00’ de Aktaş Kapısı’na geldik.                                

Çok kısa sürede pasaport işlemlerimizi yaptırıp 50 m ileride bulunan Gürcistan Kapısı’na yöneldik ve aynı işlemleri burada yaptırdıktan sonra yola koyulduk.  Yol üstündeki Gürcü köylerinde gördüğümüz ot yığınları ve tezek kalakları yabancı olmadığımız görüntülerdi.                                                         

15.30 da Ahılkelek’i geçtik. Yol arkadaşı olduğumuz Iğdırlı iki vatandaşımızla yola devam ettik. Yol o kadar kötüydü ki uzun yıllardır böyle bir yolda gittiğimizi hatırlamadık.

Karnımız acıkmıştı. Aracımızda bulunan pantispanyalar ilaç gibi geldi. Kötü yoldan zorda olsa ilerleyerek 16.40’da Gürcistan -Ermenistan sınırına ulaştık.

Bu kapıdan da kolay geçeceğimizi zannederken yeşil pasaportlara Ermenistan tarafının geçiş izni verilmediğini öğrenince şok olduk.

Kapıda, kolayca vize alacağımızı düşünürken, böyle bir durumla karşılaşacağımız hiç aklımıza gelmemişti.

Burada beklerken Gürcü polislerin ısrarla Türk veya Kürt olduğumuzu sormaları dikkatimizi çekti. Sebebini sorduğumuzda Ermenistan’a Kürtlerin çoğunlukla, Türklerin ise çok nadir geldiklerini söylediler. Bu durum bize çok ilginç geldi.

Gürcülerin, bordo pasaportluların karşıya geçeceklerini ama yeşil pasaportluların geçemeyeceklerini söylemeleri sinirlerimizi gerdi.

Böyle bir uygulamayı daha önce duymamış, haliyle hazırlıksız yakalanmıştık. Tek çaremiz Ermeni dostumuz Samvel’in imdadımıza yetişmesiydi.

Samvel’i telefonla arayıp durumu ilettik. Gürcüler araçla beraber, bordo pasaportu olanların Ermeni sınırına gitmelerini, orada durumu anlatıp Ermeni tarafından olur alınması halinde, tekrar geri gelip yeşil pasaportluları alıp, geri dönebileceğimizi ifade ettiler. Bunun üzerine ben, Cevat Özer ve Mustafa Güvenli, Ermenistan Kapısı’na geçtik.

Ermenistan gümrüğü, temiz ve bakımlıydı. İçinde bulunduğumuz durumu anlatıp beklemeye başladık.

Bu arada Ermenistan polisleri bizlere karşı çok nazik davrandılar ve bordo pasaportu olanların hemen geçebileceklerini ama yeşil pasaportlulara vize verilmesinin kendilerini aştığını söylediler.

Bu olayı görünce taşımış olduğumuz bordo pasaportların ilk defa bir üstünlüğünü görüp sevindik ve yeşil pasaportu olan arkadaşlarımıza bordo pasaporta dönmelerinin daha iyi olacağını söyleyip şaka yaptık.

 Bekleme süresinde Murat Yavruyan isminde ki polisle tanışmamız çok hoşumuza gitti.

Dedelerinin Muş’tan geldiğini öğrendiğimiz Murat, gümrükte beklediğimiz sürece bize elinden gelen yardımı yaptı.

Zaman geçmek bilmiyordu. Samvel devamlı telefon açıp konuyu halledeceğini söyleyip bizi rahatlatıyordu. Aradan iki buçuk saat geçmişti sabrımız tükenmek üzereyken Murat yanımıza gelip arkadaşlarımızı getirebileceğimizi söyleyince derin bir nefes aldık. Araçla birlikte Gürcü sınır kapısına geçtik ve üç arkadaşımızı alıp Ermenistan kapısına tekrar geldik.

Aracın sigorta işlemi ile vizelerimizi yaptırdıktan sonra Ermenistan’a giriş yaptık. Aracımızın arızalanması ve yeşil pasaport konusunda yaşadığımız sorunlar bize epey zaman kaybettirmiş olsa da gezimize devam etmenin mutluluğu ile yaşananları arkamızda bırakıp yola devam ettik.

Devam edecek……..