Ali ÇOŞKUN

Sanayi ve Ticaret e. Bakanı

Yassıada’dan Demokrasi ve Özgürlük Adasına!

27 Mayıs 1960 Askeri Darbesi hakkında çok şey söylendi, yazıldı, belki de bilinmeyen çok şey var. Bilinenlerin en önemlisi ise tarihimize, demokrasiye, insan haklarına, hukukun üstünlüğüne, özgürlüklere, milli ve manevi yaşantımıza, bizi millet yapan kültürümüze indirilmiş kara bir leke oluşudur. Zira bu talihsiz darbe aynı zamanda ülkemizde siyasi iradenin vesayet altına girmesine, sık sık ekonomik, sosyal krizlerin doğmasına, kısacası geri kalmamızın yollarını açan, zeminini hazırlayan askeri muhtıra ve müdahalelerin başlangıcı olmuştur.

Devamında 12 Mart, 12 Eylül, 28 Şubat ve 15 Temmuz gibi birçok karanlık olayı halkımıza yaşatmıştır. Özellikle 27 Mayıs 1960 ihtilali sonunda yaşanan idam olayı Yüce Milletimizin gönlüne hançer gibi saplanmış, yıllardır unutulmamıştır. Bu konuda  ilk iade-i itibar Anavatan Partisinin iktidar olduğu dönemde Turgut Özal tarafından demokrasi şehitlerimizin cenazelerinin adadan İstanbul’a nakli ile yapılmıştı.

Bu gün darbenin 60. Yıldönümü; Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın siyasi iradesi sonucu göstermelik sözde mahkemelerin yapıldığı ( Yaslı!..) Yassıada’ya “Demokrasi ve Özgürlük Adası” adının verilmesi görevlendirilen özel sektörün çatı kuruluşu TOBB yönetiminin kendine yakışan sorumluluğu ile verdiği hizmet ve ilgili kurumların desteği sonucu yeniden imar edilerek halkın gönül yarasını saran sade bir açılışla topluma kazandırılmasını bir şükran günü olarak alkışlıyoruz. Bu vesileyle ihtilallerin sızlattığı tüm gönülleri ve yakınlarını saygı ile anarken bütün şehitlerimizi ve bilhassa Başbakan Adnan Menderes’i, Fatin Rüştü Zorlu’yu ve Hasan Polatkan’ı rahmetle anıyoruz, ruhları şad olsun.

1960 yılında yaşanan o fırtınalı günlerde üniversite son sınıf öğrencisi ve MTTB okul talebe cemiyeti ( YTÜ ) başkanı olarak birçok olaya şahit oldum ve gördüm ki bu karanlık olaylara kişiler veya kuruluşlar;

  1. İdeolojik ve siyasi amaçla dış ve iç güç odaklarının tertipleri
  2. Bilgisizlikleri ya da kandırılmaları
  3. Hırsları; şahsi menfaatleri

doğrultusunda taraf olmaktadırlar.

Ben burada bilinenleri tekrar etmekten çok şahit olduğum yaşadığım birkaç olayı özet olarak paylaşmak istiyorum.

*Tarih 1950yılı başları :

 İlkokul öğrencisiyim. Tek parti döneminin sıkıntılı yılları. Ekmeğin karne ile dağıtıldığı, gaz, tuz şeker vb. birçok zaruri ihtiyaç maddesinin memurlar ve parti üyelerinin dışında bulunması zor. Halk hayat pahalılığına, adaletsizliğe karşı tepkili. Manevi dünyamızda  ezanın Türkçe okutulmasını milletimiz içine sindirememiş, toplu direnişler oluyor. Çocuk yaşta Ankara’da Ulus Meydanı’nda CHP iktidarına karşı yapılan bir gösteriyi hiç unutmuyorum.

“Tanrı uludur, Tanrı uludur,

Memurlar İsmet Paşa’nın kuludur

Haydi namaza, haydi namaza

Memurlar şekere gaza.”

Diye bağırarak yürüyüşler yapılıyor!..

Demokrat Parti, 14 Mayıs 1950 seçimlerini kazanınca bu sorunları büyük ölçüde giderdi. “Yeter söz milletindir!..“ sloganı ile devletçi görüşten özel sektör öncülüğünde kalkınma modeline geçildi. Türkçe ezandan vazgeçildi. Halk huzura kavuştu. Ama zannımca Menderes’i idama götüren ilk olay buydu.

*Tarih : 20 Şubat 1959:

Adnan Menderes, Londra uçak kazasından dönüyor. Karşılamak için MTTB  İcra Kurulu olarak arkadaşlarla Yeşilköy Havaalanındayız. Resmi ve sivil protokol yerini almış durumda. O sırada lüks bir araba protokolün önünde durdu. Görevliler koşuştu. İçinden siyah cübbesi ve boynunda sallanan büyük bir haç ile Türklerin, Türkiye’nin düşmanı Patrik Athenagoras indi ve görevliler kendisini izzet ikbal ile baş köşeye götürdüler. Ardından mütevazı bir arabadan Diyanet İşleri Başkan Vekili, İstanbul Müftüsü Ömer Nasuhi Bilmen Hoca indi. Cübbesini giyip  sarığını başına koyarken Athenagoras’ı karşılayan görevliler hızla koşup hocayı hırpalarcasına önlüğünü çekiştirip sarığını indirmezler mi. Birkaç arkadaş koştuk hocayı karşıladık. Benim yüksek sesle sert bir şekilde protesto ettiğim görevli kişi meğerse Vali Yardımcısıymış. Polisler beni zorla bir arabaya aldılar. Direksiyonda İstanbul Trafik Müdürü  Celal Kosova vardı. Beni tanırdı. Nasihatvari: “Sen ne yapıyorsun!..” diye azarladı. Ben de papazla, müftüye yapılan farklı muamelenin yanlışlığını anlatarak hıçkırarak ağladığımı hatırlıyorum. Kendisi biraz ileride durdu. Benden söz alarak tekrar merasime katılmamı sağladı. O zaman anladım ki; toplumun her kademesinde iyi niyetliler de, bizi millet yapan öz değerlerimize karşı olan çarpık zihniyetli kimseler de var.

*Tarih: 1960 Nisan:

İstanbul’da talebe hareketleri, çatışmalar ölümler yaralanmalar oldukça yoğun. Örfi İdarede görevli Tuğgeneral Refik Tulga, okul cemiyet başkanlarını vilayete çağırıp, kardeş kavgasına son verebilmek için Atatürk Posteri ve bayraklarla tarih belirlenerek yürüyüş yapılmasını istiyor, hatta emir veriyor. Ertesi gün bizim üniversite de Barbaros Bulvarı’ndan, Karaköy’e  kadar yürüyüş düzenlendi. Karaköy’e geldiğimizde köprü kapatılmıştı. PTT’ den MTTB’ yi  aradım. Askerlerin basıp orada bulunan arkadaşları götürdüklerini öğrendim. Beyazıt’taki olaylarda ölenler, yaralananlar olmuş. O zaman bir tertip olduğunu anlayarak dağıldık. Birkaç gün sonra da üniversiteler kapatıldı.

Tarih 5 Mayıs 1960 “555 K”:

Üniversiteler kapatılınca ailemin yanına Ankara’ya döndüm. Ankara’da da olaylar oluyor, kulaktan kulağa ve basında “555 K” diye slogan yayılıyor. Anlamı “Beşinci ayın beşinde saat beşte, Kızılay’da.” sloganıyla toplantıya çağrı yapılıyor. Öğrendik ki; TBMM’ den çıkacak olan Başbakan Adnan Menderes’in yolunu Kızılay’da kesecekler o nedenle biz de arkadaşlarla Kızılay’a gittik. Meydan oldukça kalabalık sol eğilimli örgütlü topluluk sloganlarla hükümeti protesto ediyorlar. Menderes’in arabası kalabalığın arasında durdu. Başbakan arabadan indi. O sırada bir kişi üzerine saldırarak yakasına yapıştı. Menderes’e saldırı olunca ortalık karıştı. Birbirimize girdik, kimin kime vurduğu belli değil. Orada ben de darbe yiyerek yaralandım. Artık bir gizli el tarafından bu seri olayların planlandığı anlaşılıyordu. Ülke zor günlere sürükleniyordu ve 27 Mayıs 1960 günü askeri darbe oldu.

*Tarih 27 Mayıs 1988 TOBB Genel Kurulu

Orgeneral Kenan Evren Devlet ve Konsey Başkanı. Anavatan Partisi iktidarda. Turgut Özal Başbakan. Ben de TOBB Başkanıyım. 28 – 29 Mayıs 1988 günü 1800 delegenin katılacağı Genel Kurulumuz var. Tek adayım. Aylardan mübarek Ramazan. Bu nedenle eğlenceli bir akşam yerine ilk defa iftar vermeye karar verdik. Delegeler, Resmi ve sivil protokol, hükümetten 17 bakan iştirak etmiş durumda.

TRT Tasavvuf Musikisi Korosu’nun verdiği konserden sonra, İstanbul’dan gelen hafızlar ilahiler söylüyor, Kuran-ı Kerim okunuyor ve üçlü ezanla iftar yapılıyor. Devlet Başkanı Kenan Evren’i İzmir’den tanıyan Ticaret Odası Başkanı Dündar Soyer; “İhtilal yaptınız ama Ali Coşkun, Atatürk ilkelerine karşı irticayı Ankara’ya yerleştiriyor” diye beni şikayet ederek görevden alınmamı ve kendisinin görevlendirilmesini durumu çarpıtarak Kenan Evren’e arz ediyor. Ardından bizzat Kenan Evren tarafından tam 55 dakika sorguya çekildim.

Savunmamın özeti şöyle oldu: ”Üzülerek belirteyim ki dış odaklı yada içimizdeki  bazı güç odakları yada kandırılmış bazı bilgisiz kişiler diğer dinlere daha saygılı oldukları halde, İslam’a karşı düşmanlık besliyorlar. Allah’tan (C.C.) korkmaları gerekirken, İslam’dan korkar hale gelmişler. Ya da şahsi menfaatleri için istismar ediyorlar. Ne yazık ki; siz de bu asılsız ihbarla etki altına girmişsiniz. Proje benim görevden alınıp yerime seçimsiz olarak o arkadaşı getirmenizdir. Ben 7 seçimle bu görevi kazandım, takdir sizlerin.”

Sert uyarılarla dolu dakikalar sonucu Kenan Evren’in yanından ayrıldım. Gelişen ay ve yılları hep beraber yaşadık!..

Sonuç: Ne yazık ki; günümüzde hala Milli İradeyi baskı altına ya da esir almaya yönelik darbe konuları sorumsuz kişi ve çevrelerce gündeme taşınmaktadır.  İnşallah bu karanlık rejimler gelmeyecek ülkemizde ezanlar dinmeyecek şanlı bayrağımız inmeyecektir.

Sağlıcakla kalın.