Prof. Dr. Hasan ONAT

Akademisyen

Türkiye’nin İçine Sürüklendiği Gerilim Ortamı ve Çıkış Yolları Üzerine - 2


IV

Türkiye’nin din-siyaset ilişkisi, din-hukuk ilişkisi, demokrasi, laiklik ve benzeri konularda karşı karşıya kaldığı, odağında dinin yer aldığı gerilimden çıkabilmesi için, öncelikle doğru bilginin devreye sokulması gerekmektedir. Doğru bilgiyle ve bilimsel yöntemle hareket edilmeden hiçbir soruna sağlıklı, kalıcı çözüm üretmek mümkün değildir. Doğru bilgi insanı özgürleştirir. Özgürlük bilinci yüksek insanlar sorunları çözme noktasında irade gösterebilirler. Bu sebepten, Türkiye’nin zaman geçirmeden din alanında bir “doğru bilgilenme seferberliği”ne girişmesi gerekmektedir. Bu iki bakımdan çok önemlidir: Birincisi, içine sürüklendiğimiz, önyargılardan beslenen gerilimin ne olduğunun doğru anlaşılması; korkuların kurumsallaşmasının ve din istismarının önüne geçilmesi, ancak doğru bilgi mümkün olabilir. İkincisi, dindarlıkla din konusunda doğru bilgi sahibi olmak arasındaki belirgin farkın anlaşılması için, din alanında doğru bilgi sahibi olmak bir tür zorunluluktur. Din konusunda doğru bilgi sahibi olan insanlar, her şeyden önce insan gerçeğini doğru anlama imkanına sahip olabilirler. Daha da ötesi, din konusunda doğru düşünmeye yetecek kadar doğru bilgi sahibi olmayan insanların dünyayı evrensel ölçekte doğru anlayabilmeleri, değer kavramının insan açısından arzettiği anlam ve önemi doğru değerlendirebilmeleri pek mümkün değildir. Din konusunda doğru bilgi sahibi olmak, entelektüel olmanın temel koşullarından birisidir. Dindarlık ise bireysel bir tercihtir. Sağlıklı dindarlık ancak din konusunda doğru bilgi sahibi olmakla mümkün olabilir. Din konusunda doğru bilgi sahibi olmak, mutlaka dindar olmayı gerektirmez. Din, kültürün şekillenmesinde en etkin faktörlerden birisi olduğu için, din konusunda doğru bilgi sahibi olan insanlar birbirlerini daha kolay anlayabilirler. (Doğru bilgi, akla, vahye ve yaratılışın yasalarına uygun bilgidir).

Öncelikle şu gerçeğin iyi bilinmesi gerekmektedir: Türkiye’nin karşı karşıya kaldığı hiçbir sorun çözümsüz değildir. Türkiye, bütün sorunlarını kendi iç dinamikleri ile çözebilecek güce ve imkana sahiptir. Türk milletinin tekrar özne millet haline gelebilmesi, özellikle dinle ilgili sorunlarını bilimsel yöntemle ve kalıcı olarak çözmesine bağlıdır. Bunun için de aşağıda sıralamaya çalıştığımız bazı temel gerçekler etrafında, iyi niyetle ve çözüm odaklı olarak düşünülmesi gerektiği kanaatindeyiz.


1. İslam dininin siyasi meseleleri insana bıraktığı gerçeğinin topluma doğru anlatılması lazımdır. Kur’an’da siyasi düstur olarak öne çıkan şura, adalet, işlerin ehline verilmesi gibi ilkeler gelişmiş demokrasilerin de esas aldığı ilkelerdir. (İslam, devlet geleneği olmayan bir topluma gelmiştir. Hz. Muhammed, özellikle Medine döneminde peygamberlik görevinin yanında, oluşmaya başlayan devletin başkanlığı gibi bir görev daha üslenmiştir. Bu görev, onun peygamberlik olan esas görevinin bir parçası değildir. Hz. Muhammed vefat ederken, yerine herhangi bir kimseyi bırakmamıştır. Hz. Peygamber’in vefatını müteakip ortaya çıkan gelişmeler, İslam’ın siyasi meseleleri insana bırakmış olduğunun açık kanıtı olarak anlaşılabilir. Nitekim dört halifeden her birisinin halife oluş şekilleri farklı olmuştur. O zamanki Müslümanlar, halifeliği dinsel bir kurum olarak anlamamışlardır. İslam’ın toplumsal hedefi, ahlaklı ve adaletin egemen olduğu bir toplum yaratmaktır.)
2. Dinin egemenlik iddiasının olamayacağının bilinmesi gereklidir. (Din, en temelde insan hayatına anlam kazandırmak ve insanın insanlığını en iyi şekilde gerçekleştirebilmesini katkı sağlamak için vardır; din amaç değildir, araç niteliği taşımaktadır. Dinin değil, Müslüman insanın egemenlik iddiası olabilir.)
3. İslam dini ile, Müslümanların meydana getirdikleri Fıkh’ın özdeş olmadığının doğru anlaşılması lazımdır. (Kur’an bir hukuk kitabı değildir. Kur’an’daki hukukla irtibatlandırılan ayetlerin esas itibariyle ahlaki bir boyutu vardır. Kur’an, ahlaklı ve adaletin egemen olduğu bir toplumu hedefler. Bunun gerçekleştirilmesi konusunda insana yardımcı olur. Ancak, herhangi bir rejimden, sistemden söz etmez. Bunun anlamı, toplumda adaletin sağlanabilmesi için gerekli olan her şeyin, insan onurunu zedeleyen araçlara başvurulmaksızın insan tarafından gerçekleştirilmesi gerektiğidir. Hukuk olmadan adalet olmaz. Kur’an, adaleti gerçekleştirilmesi gereken bir amaç olarak ortaya koyar ve hukukun üstünlüğü bilincinin gelişmesi için destek olur. Hukuk, toplumsal yapıya göre, insanlar tarafından geliştirilir. Dindeki kurumsallaşma, dine mensubiyet iddiasında olan toplumun gelişmişlik düzeyine göre gerçekleşir.)
4. İslam, asla akılla ve bilimle çelişmez ve çatışmaz. İslam, akli yetileri yerinde olmayan insanı sorumlu tutmaz. Kur’an nasıl Allah’ın bir ayeti ise, akıl da Allah’ın bir ayetidir. Allah, akla destek olması için vahiy göndermiştir. Bilim en temelde, insanın Tanrısal aklın ve insan aklının işleyişini ve yaratılanlar üzerindeki izlerini anlama ve açıklama çabasıdır.
5. İslam’a göre iman, sorumluluk ve kurtuluş bireyseldir. Kimse kimsenin günahını çekemez. Dileyen Müslüman olur; Tanrı dileyen kimseyi hidayete ulaştırır. Hiç kimse, ne Müslüman olması için, ne de Müslümanlığı yaşaması için zorlanabilir; çünkü “dinde zorlama yoktur” (Bakara, 2/256).
6. Din, laiklik ve demokrasi ile ilgili sorunlar, bilimin ışığında ve bilimsel yöntemlerle çözümlenmelidir.
7. Laiklik ve demokrasi, hukukun üstünlüğü, insan hakları, bütün insanlığın ortak tecrübesini içinde barındıran evrensel değerlerdir. Bu yüksek değerlerin, Türk toplumunun kendi modernitesini kendisinin yaratabilmesi için gerekli olduğu, bunların evrensel boyutlu olarak Batı standartlarının daha ilerisinde gerçekleştirilmesinin bir tür zorunluluk olduğu bu millete iyi anlatılmalıdır. Bu değerler, Avrupa istediği için, ya da Batı’dan gelen dayatmalar dolayısıyla değil, hem kendi toplumumuz, hem de bütün insanlık için yeniden üretilmesi gereken değerlerdir. Üstelik bunlar, bütün insanlığın gözü önünde, Batılılar tarafından tahrip edilmektedir.
8. Laikliğin, demokrasinin ve İslam’ın varlık alanları birbirinden farklıdır. Dolayısıyla, bunların birbiri ile çelişmesi ve çatışması düşünülmemesi gereken bir husustur. Ancak, laiklik ve demokrasi daha sağlıklı bir din anlayışının oluşması ve din özgürlüğünün gerçekleşmesi için yardımcı olabileceği gibi, sağlıklı bir din anlayışı da, sağlıklı bir laiklik ve demokrasi için destek olabilir. Bu laikliğin meşruiyetini dinden alacağı şeklinde yorumlanmamalıdır. Aynı şekilde, İslam’ın laikliğe uygun olup olmadığı şeklinde bir sorunsala da gidilmemelidir.
9. Türk devlet geleneğinden, Türk kültüründen ve Kur’an’ın kurucu ilkeleri çerçevesinde üretilen değerlerden de en iyi şekilde yararlanılarak laikliğin ve demokrasinin evrensel boyutta ancak, kendi değerlerimizle zenginleştirilerek yeniden üretilmesinin mümkün olduğu artık anlaşılmalıdır. Sağlıklı demokrasinin ve Batı standartlarının daha ilerisinde bir laiklik anlayışının geliştirilebilmesi için gerekli olan kültürel donanım bizim öz kültürümüzde mevcuttur. Yeter ki, kendi kaynaklarımızdan yararlanarak kendi modernitemizi yaratmamız gerektiği gerçeğini iyi kavrayabilelim.
10. Türk milletinin Cumhuriyetin ve demokrasinin kazanımlarından vazgeçebileceğini düşünmek, bu milleti tanımamak anlamına gelir.
11. Demokrasi, laiklik, insan hakları ve hukukun üstünlüğü gibi evrensel değerler tüm insanlığın ortak tecrübesinin ürünüdür.
Tekrar etmekte fayda görüyoruz; Türkiye, kendi iç dinamikleriyle, karşı karşıya olduğu bütün sorunların üstesinden gelebilir. Bu milletin tekrar tarihin öznesi olabilmesi hayal değildir. Bu millet, insanlığın muhtaç olduğu yeni bir uygarlığın mimarı bile olabilir. Bunun için de, öncelikle dinin ve laikliğin en kısa zamanda sorun olmaktan, ticaret malzemesi olmaktan çıkartılması gerekmektedir. Din, demokrasi ve laikliğin karşı karşıya getirilmesinin eğer ihanetten söz edilmeyecekse, cehaletten ve hamakattan başka izahı yoktur.