Prof. Dr. Hasan ONAT

Akademisyen

Aile Temelinde, Eşler Arasında Oluşan İlahi Sevgi Vardır

Aile, doğrudan insanın varlık yapısından kaynaklanan bir kurumdur. Her insan, tek başına, kadın da olsa, erkek de olsa, bir yönüyle eksik bir varlıktır. Bu insanın doğasından kaynaklanan bir durumdur. Biraz düşündüğümüzde, varlığın temelde iki kutuplu bir yapı arzettiğini görebiliriz. Canlılar söz konusu olduğunda çift kutupluluk “iki cinslilik” olarak anlaşılmaktadır. Kur’an bu gerçeğe şöyle dikkat çeker: “Toprağın verdiği her türlü üründe, insanların bizzat kendilerinde ve hakkında henüz bilgi sahibi olmadıkları şeylerde karşıt-çiftleri yaratan Allah ne yücedir” (36/36). İnsan da, Kur’an’ın ifadesiyle “çift” yaratılmıştır. Hucurat suresinin 13. ayeti, insan gerçeğini anlayabilmemiz için adeta ana çerçeveyi bize şöyle sunmaktadır: “Ey insanlar! Biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık; birbirinizle tanışmanız, yardımlaşmanız için milletlere ve kabilelere ayırdık. Şüphesiz Allah katında en üstün olanınız, O’na karşı derin bir sorumluluk bilincine sahip olanınızdır. Allah her şeyi bilendir, her şeyden haberdar olandır”.

Aile, her şeyden önce, insani bütünlüğe, insan olmanın beraberinde gelen olgunluğa ulaşabilmek için gerekli olan bir kurumdur. Nitekim Yüce Yaratıcı, A’raf suresinin 189. ayetinde, “Sizi bir neftsen, aynı özden yaratan Allah’tır. Allah gönlünün huzura kavuşacağı eşini de aynı özden yaratmıştır” buyurarak, insanın huzur ve mutluluk yolculuğunu eşiyle birlikte gerçekleştireceğini hatırlatmaktadır. Çocuklar, ilahi sevgi ile kurulan bu birlikteliğin meyveleridir.

İnsan neslinin sağlıklı ve güvenli bir şekilde devamı, annenin ve babanın varlığına ve birlikteliğine bağlıdır. Toplumun en küçük birimi/yapıtaşı olan çekirdek aile en temel haliyle anne, baba ve çocuklardan oluşur. İnsanlık tarihi boyunca, aile, insanın varlığını sürdürebilmesinin ve toplumların geleceğinin bir güvencesi olarak varlığını ve etkinliğini hep hissettirmiştir. İnsanoğlu, insanlığın ne anlama geldiğini, öncelikle aile içinde tanımış; sevgiyi ve saygıyı, aile içinde yaşayarak öğrenmiştir. Ne var ki, insanlığın geleceği açısından yaşamsal önem taşıyan böyle bir kurum, günümüzde, belki de tarihte hiç olmadığı kadar yıpranmış; ciddi anlamda bir çökme ve çözülme sürecinin içine sürüklenmiştir. Öyleyse bu kurumun gerekli olduğuna inanıyorsak, önce bu olumsuz gidişatın sebeplerini tespit etmek, sonra da onu yeniden işlevsel kılabilmenin yollarını aramak durumundayız. Bu sorun, ne tek başına devletlerin, ne tek tek dinlerin, ne de milletlerin sorunudur. Bu sorun, doğrudan insanlığın geleceğini ilgilendirmektedir. Bu sorun esas itibariyle “insan” olma onurunu derinden hisseden herkesi ilgilendirmektedir.

Bugün insanlığın karşı karşıya bulunduğu köklü sorunların önemli bir kısmının ailenin içine sürüklendiği çözülme süreci ile ilgili olduğu söylenebilir. Bu doğrultuda hemen akla gelen bazı meseleleri şöyle sıralamak mümkündür: Kimlik ve kişilik sorunları, aidiyetle ilgili sorunlar, insanlığın içine sürüklendiği varoluşsal anlam boşluğu, şiddet-terör, vs. Bu tür sorunların açılımında karşımıza, insanın varlık yapısına ters düşen birtakım çarpık davranışların yaygınlaştırılarak meşruiyet kazandırılması gibi tehlikeli bir eğilim ve insanların zaaflarının rant aracı olarak kullanılması ile ilgili arayışlar çıkmaktadır. Ayrıca, bilim ve teknolojinin bir anlamda insanı esir alması, bu sayede ortaya çıkan güç artışının insanın açgözlülüğüne hizmet etmesi; değerler alanındaki çözülmeler ve ahlak alanında ortaya çıkan boşluk, insanlığın karşı karşıya kaldığı hayati sorunların sanki çözümsüz sorunlar gibi algılanmasını beraberinde getirmektedir. Oysa, insan için “ölüm”ün dışındaki her sorun “çözülebilir” sorundur. Ancak, karşılaşılan sorunların çözülebilir olacağı/olması gerektiği konusundaki bilinç, öncelikle aile ortamında ve yaratıcı sevginin sıcaklığında yeni nesillere kazandırılabilir. Aile kurumunun çözülmesi, yaratıcı yeteneklerle donatılmış bir varlık olan insanın gücünü, şiddetten, yıkıcılıktan yana kullanma eğiliminin artmasında etkin bir faktördür.

Aile kurumunun küresel ölçekte zarar görmesinde, Batı uygarlığının insan anlayışının da etkili olduğunu görmezlikten gelmek mümkün değildir. Batılı anlayış, insanı salt ekonomik bir varlığa indirgemiş, doğayı da sömürülecek bir nesne olarak görmüştür. İnsanı özgürleştirmek adına, onu gücün ve zevklerin kölesi haline getirmiştir. Oysa, sorumluluk bilinci olmadan özgürlüklerden söz etmek pek mümkün değildir. Sorumluluk bilinci gelişmediği zaman, özgürlüklerle ilgili tartışmalar yıkıcı hale gelebilmektedir. Özellikle cinsel özgürlük konusundaki birtakım tartışmaların aile kurumunun yara almasında etkin olduğu söylenebilir.

Aile ile ilgili çözülmenin dünyanın her yerinde etkisini hissettirmesinin en önemli sebeplerinden birisi de, bu kurumun, insanlığın içine sürüklendiği baş döndürücü değişim sürecine ayak uyduramaması, kendini yenileyememesi olmalıdır. Modernite, insanları tabiattan ve değerlerden uzaklaştırırken, insanı hayata bağlayan temel anlam kodlarını da tahrip etmiştir. İnsanlığın tek tip bir modernite dayatması ile karşı karşıya kalması, insanlığın geleceği açısından önemli olan aile gibi kurumların yerel kaynaklardan beslenerek küresel ölçekte kendisini yenilemesini engellemiştir. Sonunda birey bilinci, bencilliğin gölgesinde kalmış; özgürlükler de keyfilik olarak anlaşılır hale gelmiştir.

Aile ile ilgili sorun, temelde “sevgisizlik, ilgisizlik ve sorumsuzluk” sorunudur. Elbette, içinde yaşanılan ekonomik koşullar, işsizlik, değer üretememe etkin faktörler arasındadır. Ancak, bütün bunların üstesinden gelebilmenin, ancak sevgi ile mümkün olabileceğini unutmamak gerekir.

Ailenin tekrar etkin olabilmesi için, adı ne olursa olsun, bütün dinlerin desteğine ihtiyaç olduğunu düşünmekteyiz. Bir başka ifadeyle, bu konuda her dinin sağlayabileceği bir katkı, bir destek mutlaka vardır. Önemli olan, hiçbir komplekse kapılmadan, herkesin üzerine düşen sorumluluğun bilincinde olması ve gereklerini yerine getirmeye çalışmasıdır. Yüce Allah Rum suresinin 21. ayetinde şöyle buyurmaktadır: “Allah’ın varlığının ve kudretinin delillerinden birisi de, sizin için kendi cinsinizden, kendileriyle tatmin ve huzur bulduğunuz eşler yaratması ve aranızda sevgiyi ve şefkati yerleştirmesidir; bunda kuşkusuz düşünen insan için dersler vardır”.

Düşünen insanlar, ailenin temelinde, Kur’an’ın dikkat çektiği, Allah’ın varlığının kanıtlarından olan “eşler arasındaki sevgi ve şefkat”in olması gerektiğini kolayca anlayabilirler. Aile kurumundaki yıpranmanın ve çözülmenin esas itibariyle bu sevgi ile doğrudan ilgili olduğunu fark etmemek mümkün değildir. Aile kurumunun sağlıklı bir şekilde varlığını sürdürebilmesi, bu sevginin açığa çıkartılmasına ve geliştirilmesine bağladır. Yeni nesiller bu ilahi sevgi ile doğmalı ve bu sevginin sımsıcak kuşattığı aile ortamında insan olmayı öğrenmelidirler. Sevgi, bilgi, ilgi ve sorumluluk olduğu zaman gerçek anlamını bulabilir. Annenin, babanın sevgisi, bu ilahi boyuttan dolayı koşulsuz bir sevgidir.