Oğuz ÇETİNOĞLU

Ekonomist, Araştırmacı-Yazar

ocetinoglu1@gmail.com

Türk Kültüründe Bilmece

Bilmece kelimesi lügatlerde; ‘Bir şeyin özelliklerini sayarak onun ne olduğunu buldurmaya dayanan bir oyun’ Şeklinde açıklanıyor. Bilmece kelimesinden; ‘bilmecenin cevabını bulmak’ anlamında:  bilmece çözmek, ‘kapalı ve anlaşılması güç anlatımla konuşmak’ anlamında: bilmece gibi konuşmak deyimleri oluşturulmuştur. 
Günümüzde bilmece deyince; günlük gazete ve dergi içlerinde ve eklerinde, özel dergilerde verilen kare bulmacalar, çengel bulmacalar ve son yıllarda ise ‘sudoku’ denilen türler akla gelmektedir. 
Bu yazıda,  halk kültürü denilen folklor ilminin bir parçası olan bilmecelerden söz edilecektir. Ki, kare bulmacalar ile diğerleri, Türk kültüründeki bilmeceler yanında pek yavan ve zevksiz kalır. 
Bilmece, sözlü Türk halk edebiyatının en eski türlerinden biridir. Denilebilir ki en hızlı gelişen türdür. Sosyal hayattaki gelişmeler, anında bilmecelere yansır. Ve de bütün Türk Dünyası’na hızla yayılır. Toplumdaki sosyal ve teknolojik gelişmeleri, târihî süreç içerisindeki bilmecelerden tâkip etmek mümkündür. Alan çalışması yapan uzmanlar için ele alınmamış veya üzerinde çok az çalışılmış konudur. 
Halk kültürüyle oluşmuş bilmecelerin çoğu şaşırtmacalıdır: Mesela:

Hoca çıkar handan
Sarığı kandan
Her sabah ezan verir
Bilmez kıble ne yandan. 
Cevap: Horoz. 

Bazı bilmecelerde ise kelime oyunları vardır: Mesela:
Kandilde var, mumda yok.
Mendilde var, çulda yok.
Cevap: Dil. 

Bazı bilmeceler, Kerkük ve Azerbaycan’da  olduğu gibi, mâni şeklindedir. 
Bunlardan birinde şöyle sorulmaktadır: 

Ezeli dört ayaglı 
Sonra iki ayaglı ? 
Aylar keçir, il keçir 
Dolaşır üç ayaglı. 

Bu bilmeceyi, günümüz Türkiye’sinin Türkçe’si ile şöyle söyleyebiliriz:
Başlangıçta dört ayaklıdır. Sonra iki ayaklı olur. Aylar, yıllar geçer, O, üç ayakla gezer.

Cevap: İnsan. 

Doğduğunda elleri ve ayakları ile emeklerken dört ayaklı gibidir. Sonra iki ayağı üzerinde yürür. İhtiyarlayınca baston kullanır, üç ayaklı olur. 

Bir başka bilmecede de şöyle sorulmaktadır: 
Yatanda yumru yatar / Etin derman tek satar. / Herkes isterse tutsun. / Dikeni ele batar. 

Cevap: Kirpi. 
Anadolu ve Trakya’da  az bilinmekle beraber, Türk Dünyası’nda hikâyeli bilmeceler çok yaygındır. Bir örnek:
Cevherşad                                                                                                                                            Bundan bin yıl önce, Hanlıklardan birinde, Cevherşad isimli,  güzelliği dillere destan  bir kız varmış. Komşu hanlıklardan bir hanın oğlu,  methini duyduğu Cevherşad’a görmeden âşık olmuş. Elçi ile birlikte babasına giderek kızı Allah’ın emri Peygamberin kavli ile istemiş. Han, Han oğlu olan bu genci pek beğenmiş. Han’ın kızı da  han oğlunu beğenmiş.  Kırk gün – kırk gece düğün yapılmış, evlendirmişler.  Sonra da ülkelerine yolcu etmişler. Yiğit Han oğlu, adına Batur  diyelim, kızı kendi ülkesine götürürken  gece olmuş, bir kalede misafir kalmışlar. Gece, soyguncular gelip gencin başını gövdesinden kesip ayırmışlar. Altınlarını ve eşinin düğün hediyelerini alıp kaçmışlar. 
Sabahleyin kalenin komutanı, durumu görünce  aklı başından uçmuş. ‘Batur’un ölümünü benden bilecekler. Hanın kızına göz koydu, sâhip olmak için Batur’u öldürdü diyecekler.’   Diye düşünerek korkusundan ne yapacağını bilememiş. Kılıcını çekip var kuvvetiyle sallayıp kendi  kafasını gövdesinden ayırmış. Bir müddet sonra Cevherşad, bitişik odadan kalkıp gelmiş ki, gördüğü manzara karşısında O’nun da aklı başından uçmuş. ‘Halk, benim kötü kadın olduğumu zannedecek.’  Diye düşünüp intihar etmeyi kararlaştırmış.  Yanında taşıdığı zehiri içmiş,  ânında ölmüş. 
Tesâdüfe bakınız ki, kalede, o gece için misâfir kalan bir doktor varmış. Kaleden ayrılıp yola koyulmak üzere imiş ki olayı öğrenmiş. ‘Ben hallederim’ deyip, önce kızın midesindeki zehiri çıkartmış, O’nu hayata döndürmüş. Sonra da henüz soğumamış olan gövdelerin üzerine kesik başları dikmiş, yapıştırmış. Ne var ki acele ile kale komutanının başını, Batur’un gövdesine, Batur’un başını da kale komutanının gövdesine dikip yapıştırmış. Bir müddet sonra kale komutanı ile Batur canlanmışlar. Şaşkınlıkla birbirine bakıp  yatağın üzerine oturmuşlar. 
Esas problem, bundan sonra başlamış. Kale komutanı   beyni, Batur da kalbi ile hareket ederek, Cevherşad’a,  ‘Hâtunum, nihayet birbirimize kavuştuk.’  Deyip sarılmaya kalkışmışlar.  Batur’un başını taşıyan  gövde; ‘İnsan demek kafa, akıl ve beyin demektir. Cevherşad benimdir.’  Derken, Kale komutanı beyinli Batur’un gövdesi de;  ‘İnsan demek, kalp ve gönül demektir. Sevgi akılda değil, gönüldedir. Dolayısıyla Cevherşad benimdir.’   Diye ısrar edermiş. 
Bu hâli gören yalnız Cevherşad değil, herkes şaşırıp kalmış. Doktor, ikinci bir ameliyatın başarılı olmayacağını söyleyerek düzeltme işine kesinlikle yanaşmıyormuş. 
Peki acı gerçekler böyle de,  ortada çözülmesi gereken bir problem var:  Cevherşad kimin hâtunu olacak ?   O gün orada, bu mesele çözülmüş. Çözülmesine çözülmüş de, bilmeceyi, olay târihinden  yıllar sonrasına intikal etsin diyerek   kara kalemle  ak kâğıda dökenler  nasıl çözümlendiğini yazmamışlar. 
Okuyanlar ve de bilmeceyi dinleyenler! 
 Size göre en uygun çözüm nedir? Anlatandan ziyâde dinleyen ârif olmak gerek olduğuna göre, en uygun çözümü sizler bulursunuz. Çünkü Türk Milleti, âlim olmasa bile âriftir. Çok akıllı olmasa bile zekîdir.
*** 
Yaşadığımız hayat da bir anlamda bilmecedir. Sevgili okuyucularımın hayat bilmecelerinde kolaylıklar dilerim.