Prof. Dr. Hasan ONAT

Akademisyen

İslam Hayatı ve Barışı Esas Alır

Din insan için, insan hayatına anlam kazandırmak için vardır. Ne var ki, insanlık tarihi boyunca, iktidarı/gücü elinde bulunduranlar, bunun sürekliliğini ve meşruiyetini sağlayabilmek için dini kullanmaktan hiç çekinmemişlerdir. Bu doğrultuda, dinden beslenen şiddet ve terör hep olagelmiştir. Bu durum, dinlerden çok, insanın sorunudur.

Bu sebepten, hiçbir din, anlam kaymasının en açık tezahürlerinden olan şiddet ve terörü doğrudan desteklemez. Ancak, her dinde var olan “şehitlik”, “cihat” gibi, insanın “kendini feda etmesi” olarak yorumlanabilecek birtakım ögeler, dinin şiddetle birlikte anılmasını kolaylaştırmıştır. Aradığımız zaman, her dinde, hatta her ideolojide şiddete ve teröre açık olan bir boyut bulmak imkan dahilindedir. Son yıllarda, özellikle 11 Eylül 2001 sonrasında, gittikçe artan bir dozda İslam’la şiddet ve terör arasında bir bağ tesis edilmeye çalışılmaktadır.

Burada öne çıkartılan öge, “cihat” ve şehitlik olmaktadır. Hemen belirtmeliyiz ki, İslam, ölümü değil, hayatı esas alan bir dindir. Her insan, Kur’an’ın “sınav” olarak nitelendirdiği iyiyi, güzeli ve doğruyu gerçekleştirebilmek için yaşamak zorundadır. Bu sınav, insanın kendini inşa etme/kendini gerçekleştirme sınavıdır. Müslüman insan, savaşa bile ölmek, şehit olmak için değil; barışı sağlamak, insanca yaşayabileceği bir ortam hazırlamak için gider; ölürse şehit olur. Şehitlik, körü körüne ölüme gitmek değildir; yaşamak için bilinçli olarak çalışırken, daha iyi yaşamak için yollar aranırken ölmektir. Bu sebepten, Kur’an, haksız yere insan öldürülmesini yasaklamıştır.

Bir başkasını öldürebilmek için haklı olmak demek, insanın yaşama hakkının tehlikede olması demektir. Eğer bizim yaşayabilmemiz, bizim yaşamımızı yok etmek için çalışan bir insanın öldürülmesine bağlı ise, o zaman haklı konuma geçmiş oluruz. Kur'an bir tek insanın haksız yere öldürülmesinin bütün insanlığın öldürülmesine eşdeğer olduğuna dikkat çeker (5/32). Hz. Peygamber, insanları savaşa gönderirken, başta çocuklar, ihtiyarlar ve kadınlar olmak üzere masum insanların öldürülmemesi gerektiğini belirtmiş; ibadet yerlerine dokunulmaması, yeşil alanların tahrip edilmemesi konusunda da uyarılarda bulunmuştur. Bu sebepten, zaman zaman gündeme gelen “canlı bomba” türü olayları, İslam açısından onaylamak mümkün değildir. Çünkü, bu tür olaylarda, insanların bile bile ölmesi ve pek çok masum insanın hayatını kaybetmesi söz konusudur. İslam, savaş esnasında bile, sadece savaşanların öldürülmesine izin verir; masum insanların her ne sebeple olursa olsun öldürülmesi İslam’a uygun bir davranış değildir.

Cihat, Müslümanların başta yaşama hakkı ve özgürlük olmak üzere temel hak ve özgürlükleri tehlikeye girdiği zaman yapılmasına izin verilen savaştır. Kur’an açısından bakıldığı zaman, Müslümanlar, başka dinlere mensup olan insanları Müslüman yapmak için asla onlarla savaşamazlar. Çünkü “dinde zorlama yoktur” (Bakara, 256). Ganimet için savaşamazlar; çünkü başkasına ait olan bir şey haramdır. İslam’da esas olan, savaş değil; barıştır. Savaş, sadece yüksek güven kültürünün yaratılabileceği barış ortamının sağlanabilmesi için yapılır. Nitekim Hz. Peygamber’in döneminde yapılan savaşlar dikkatle değerlendirilirse, onların en temelde, Müslümanların temel hak ve özgürlüklerini teminat altına almak, güvenli bir ortam sağlamak ve barışı tesis etmek gibi yüksek amaçlara yönelik olduğu görülebilir. Kur’an’da, esas olanın savaş değil, barış olduğunu şu ayetten anlamak mümkündür: “Sizinle savaşırlarsa, Allah yolunda siz de savaşın, fakat aşırı gitmeyin. Bilin ki Allah aşırı gidenleri sevmez”. (2/190).

Hz. Peygamber, bir savaş dönüşü, “küçük cihat bitti, şimdi sıra büyük cihattadır” buyurmuşlardır. Büyük cihat, insanın yaratıcı yeteneklerinin, Kur’an’ın “salih amel” dediği iyi işlerin gerçekleştirilmesi doğrultusunda kullanılmasıdır. Büyük cihat, “güç”ün kontrol edilmesidir. Büyük cihat, öfkeye mağlup olmamak; barış içinde yaşamayı başarmaktır. İslam’ın şiddet ve terörle özdeşleştirilmeye çalışılması, çok yönlü olarak şiddet ve terörün yayılmasına ve kökleşmesine hizmet etmektedir. Şöyle ki, bu tür davranışları İslam’a saldırı olarak algılayan Müslümanlar, şiddete daha açık hale gelmektedirler. İnsanlar, hiçbir zaman, kutsal saydıkları varlıklara, değerlere saldırılmasını hoş görü ile karşılamazlar.

Böylece, farklı dinlere mensup insanlar arasında su sızdırmaz duvarlar oluşur; bir arada yaşamayı mümkün kılacak uzlaşı kültürünün yaratılabileceği ortam asla gerçekleştirilemez. Öte yandan, İslam’ın, insana hayat veren, yüksek güven kültürünün yaratılmasını, insanın yaratıcı yeteneklerinin önünün açılmasını sağlayacak olan “anlam” boyutu, tepkisel tavırların gölgesinde kalmaya mahkum olur. Küresel boyut kazanan şiddet ve terör, artık bütün insanlığın en önemli sorunlarından birisidir; çünkü insanın “insan olma onuru” yok edilmektedir.

Bu işi İslam’la veya Müslümanlarla irtibatlandırmaya çalışmak, iyi niyetten yoksun olmanın ötesinde, insanoğlunun dünyadaki serüvenine son vermek anlamına gelmektedir. Öyleyse, küresel şiddet ve teröre, küresel ölçekte çözüm aramaktan başka çıkar yol yoktur. Bunun için de, bir şekilde “yüksek güven kültürü”nün yaratılması, dünya ölçeğinde yaygınlaştırılması ve samimiyetle içselleştirilmesi gerekmektedir. Bunun için de İslam’ın, hayatın ve barışın esas olmasına yönelik kök değerlerinin yeniden keşfedilmesi ve evrensel ölçekte üretilmesi lazımdır.