Yaman ARIKAN

Dilbilimci - Yazar

Kur’ân Nedir?

(YİRMİ BİRİNCİ BÖLÜM)

Konumuz din olduğuna göre, şimdi bu kaideyi cemiyet-din münâsebetine tatbik edelim. Önce dinin ne olduğunu kısaca bilmemiz lâzım:

Din, Allah tarafından insanlara gönderilen "İlâhi esaslar manzumesidir" Gâyesi, insanlığa huzûr, sükûn, saâdet ve selâmet yollarını açmaktır.

Görüldüğü gibi, tarifde iki esas mevcuddur. Bunlardan biri, dinin ilâhî oluşu yâni esaslarının Allah tarafından gönderilmiş bulunmasıdır. Diğeri de, dinin getireceği faydanın, insanlara yönelik bulunmasıdır. Bunu tıpkı bir doktor ile hastasının durumuna benzetebiliriz. Doktorun, hastasına verdiği ilâçların ve her türlü tavsiyelerin faydası, doktorun kendisine değil, hastaya yönelikdir. Yâni verilen ilâçları kullanmanın ve diğer tavsiyeleri tutmanın faydasını hasta göreceği gibi, aksi halde de zarar görecek olan yine hastadır. Her iki halde de doktora herhangi bir şey olmaz. Tıpkı bunun gibi, bir ilâhi esaslar manzumesi olan dini yaşamanın faydasını insanlar görecekdir. Her iki halde de Allah'a râci herhangi bir fayda veya zarar mevzubahis değildir.

Dinin faydası insanlara ve cemiyete yönelik bulunduğuna göre, yazımızın başında verdiğimiz kaideyi bu meseleye tatbik edelim:

Dinimizin gerek münferiden şahsımıza ve gerekse topyekûn milletimize sağlayacağı faydaların husûle gelebilmesi için:

a) Öncelikle onun hakikatini, mâhiyetini, ne olup ne olmadığını doğru olarak ve eksiksiz bir şekilde bilmemiz gerekir. Atom bombasının nelerden yapıldığını doğru olarak bitmezsek onu imâl edemeyiz. Hastalığımıza doğru bir teşhis koyamamışsak isâbetli bir tedâvi tatbik edemeyiz. Dolayısıyle, atom bombasının bize sağlayacağı faydaya sâhip olamayız, hastalıkdan kurtulamayız. Tıpkı bunun gibi, ne olup ne olmadığını doğru olarak bilemediğimiz dini, yaşayışımızda da doğru olarak tatbik edemeyiz.

b) Hakikati ve mahiyeti ile doğru olarak bildiğimiz esasları yaşayışımızda tatbik etmemiz gerekir. Atom bombasının formülünü doğru olarak bilmemiz ve bunun yapımı için gerekli mâddeleri tedârik etmiş bulunmamız kâfi değildir. Bir de, fiilen harekete geçip bombayı imâl etmemiz gerekir. Hastalığımıza doğru bir teşhis koymuş olmamız ve gerekli ilâçları da tedârik etmiş bulunmamız kâfi değildir. Bir de o ilâçları fiilen kullanmamız ve tedâviyi tatbik etmemiz lâzımdır. Tıpkı bunlar gibi, dinimizi hakikati ve mâhiyeti ile sâdece bilmiş olmamız kâfi değildir. Aynı zamanda yaşamamız da gerekir.

Yurdumuzun falan yerinde yeraltında zengin maden kömürü bulunduğunu sâdece bilmiş olmamızın bize sağlayacağı bir fayda yoktur. Bu bilgimize ilâve olarak, fiilen harekete geçip yeraltından madeni çıkarma ameliyesini de gerçekleştirmemiz gerekir.

Bütün bunlardan sonra, şimdi kendi kendimize şu soruları soralım. Acaba bugün:

a) Dinimizi hakikati ve mâhiyeti ile doğru olarak biliyor muyuz?

b) Dinimizi yaşıyor muyuz? Eğer bu her iki soruya da müsbet olarak cevap verebilirsek, gerek ferdler olarak ve gerekse topyekün, millet olarak dinimizin bize açacağı huzur, sükûn, saâdet ve selâmet yollarından faydalanabiliriz. Aksi halde, boş yere kendimizi avutmuş, havanda su dövmüş oluruz.

Bizim müşahedelerimize göre bugün bu sâhadaki umumi manzara şudur:

a) Uzun yılların ihmâli neticesi dinimizin hakikati ve mâhiyeti ruhsuz ve şekilci bir takım kaidelerle küllendirilmiştir. Bu yüzden, geniş kitleler, dini bu ruhsuz ve şekilci kaidelerden ibâret sanmakta ve buna uygun bir dînî yaşayış içinde bulunmaktadırlar.                                b) Geniş kitleler, samimi bir şekilde dini yaşamak istemekte ve hattâ yaşamakta, fakat anlayış yanlış olduğu için, beklenen fayda hâsıl olmamaktadır. Tıpkı yanlış teşhise tatbik edilen tedavinin faydalı olmaması gibi.                                                                            (DEVAM EDECEK)