Dr. Zülfikar ÖZKAN

Avukat - Yazar - NLP Trainer

zulfikarozkan@hotmail.com

Ruhsal Tekâmül, Sevgi ve Ruh Hastalıkları

      

Tekâmül, tam ve olgun olma, olgunlaşma, gelişme, mükemmelleşme, insani kamil seviyesine ulaşma gibi anlamlara gelmektedir. Dinde ve tasavvufta büyük yer tutan tekâmül kelimesi, evrim, gelişme ve olgunlaşma manalarıyla kullanılmaktadır.

Birini gerçekten seven kimse, davranışlarını o kişinin ruhsal tekâmülüne en çok katkı sunacak  şekilde ayarlar. Gerçekten seven benliğini, öz varlığını genişletir ve benliğini genişlettikçe tekâmül eder. Gerçek sevgi insanı yeniler ve geliştirir. Başkalarının ruhsal tekâmülüne ne kadar katkıda bulunursak, kendimiz de ruhen  gelişmiş oluruz. 

Gerçekten seven kişi, her zaman sevdiğinin eşsiz bireyselliğine ve farklılığına saygı gösterir. Hatta onu destekler. Ayrılıkları ve farklılıkları saygı görmeyen kimseler gereksiz yere acı çekerler. Farklılığı ve ayrılığı algılayamamanın en aşırı biçimine narsizm denir.  

Pek çok ailede kadınlar ve erkekler amaçlarını kendileriyle bağlantılı olarak  tanımlarlar. Bu kimseler  eşlerinin  kendilerinden temelde ayrı bir varlık olduğunu düşünmezler. Oysa evlilik işbirliğine dayanan bir  kurumdur. Evliliğin asıl amacı,  her kişinin  kendi ruhsal tekamülünün  kişisel zirvelerine erişmesi için diğeri tarafından destek görmektir. Gerçekten seven, karşısındakinin  kendine özgü kişiliğine saygı duyar ve onun gelişmesine çaba gösterir.

İşte Halil Cibran ‘ın evlilikle ilgili sözleri:  

”Ekmeğinizden birbirinize verin, ama ama aynı dilimi yemeğin. 

Birbirinizin kadehini doldurun ama  tek kadehten içmeyin.” 

Yan yana olun, ama fazla sokulmadan, 

Çünkü tapınağı taşıyan sütunlar da ayrıdır,

Çünkü bir selvi ile bir meşe, yetişmez birbirinin gölgesinde…”

Unutmayalım: Hayatın son hedefi  ruhsal (zihinsel) tekamüldür. 

Ruh hastalıkları genellikle, bir çocuğun  sağlıklı bir şekilde  büyüyüp olgunlaşabilmesi ve ruhsal olarak tekamül edebilmesi için ana-babasından görmesi gereken sevgiyi  görememiş veya eksik görmüş olmasından  kaynaklanır. İşte bu noktada psikoterapi devreye girmelidir. Hasta yoksun kaldığı sevginin hiç olmazsa bir kısmını  psikoterapistinden almalıdır. Eğer psikoterapist hastasını gerçekten  sevemezse hasta da gerçekten iyileşemez. Bir psikoterapistin  rolü, esas olarak  ana baba rolü gibidir. Gerçek sevgiye dayanan her ilişki karşılıklı psikoterapi demektir. Eğer gerçekten sevebiliyorsa, sokaktaki adam da  fazla bir eğitime ihtiyaç duymadan  başarılı bir psikoterapi  uygulayıcısı  olabilir (Scott Peck, Az Seçilen Yol, s. 185).

Psikoterapi, kişinin hayattan keyif almasını engelleyen, günlük hayatında onu zorlayan sorunların kaynağını ve çözüm yollarını bulmaya çalıştığı bir süreçtir.  

Psikoterapistin görevi öğüt vermek, yargılamak ya da eleştirmek değildir. Kişinin ruhsal tekâmülüne yardımcı olmaktır.