İsmail KAHRAMAN

Belgeselci - Gazeteci

belgeselciismail@gmail.com

Türk Basın Tarihi’nin Canlı Şahidi

Gazeteci ve belgeselci olarak, 24 Temmuz Basın Bayramı’nın anlam önemini sizlerle paylaşmaya devam ediyorum…

Bir önceki köşe yazımda 24 Temmuz’un neden Basın Bayramı olarak kutlandığını siz değerli okuyucularıma anlatarak, Osmanlı İmparatorluğu döneminde çıkan tüm gazetelerin sansür memurlarının kontrol ve denetiminden geçtikten sonra yayınlandığını ve 10 Mayıs 1876 tarihinde Türk basınında sansür ilk kez uygulandığını ifade etmiştim. 24 Temmuz 1908 tarihinde İkinci Meşrutiyet yürürlüğe girdikten sonra bu uygulamaya son veriliyor. Günümüzde bu tarih "sansürün kaldırılması" olarak adlandırılıyor.

Sizlerle, basının doğuşunu ve gelişimini paylaşarak, İstanbul basını, Anadolu basını ve Türk basınında uygulanan ilk sansürü sizlere anlatmak istiyorum.

Türk Basım Sanatının Kuruluşu

Türk basınının doğuşu ve gelişimi bundan yaklaşık 300 yıl önce Osmanlı toplumuna matbaanın gelmesiyle başlar. Kentleşme ve ticarileşmenin gelişmekte olduğu bir dönemde bir döküm ustası olan Alman Johann Gutenberg tarafından 1440 tarihinde matbaanın icat edilmesinin ardından yaklaşık 300 yıllık gecikme ile ilk Türk matbaası 1727 yılında Lale devrinde kurulur.

Yeniliğe açık bir padişah olan 3. Ahmet ile Sadrazam Damat İbrahim Paşa döneminde, Fransa Elçisi Yirmi sekiz Çelebi Mehmet Efendi’nin oğlu Said Efendi ile ortak bir matbaa kurmak üzere anlaşan İbrahim Müteferrika, matbaanın yararlarını anlatan bir rapor hazırlayarak İbrahim Paşa’ya sunar. Bir süre sonra matbaa açılmasına izin istemek üzere Sadrazam’a sunduğu dilekçeye Vankulu Lügati’nin basılmış birkaç sayfasını da ekler. Sadrazam’ın olumlu karşılaması ve Said Efendi’nin çabalarıyla, Şeyhülislam, “matbaa kurulmasında din bakımından sakınca olmadığı” yolunda fetva verir.

Bu fetva üzerine Padişah 3. Ahmet de 1727 yılı Temmuz ayında din kitapları basılmaması koşuluyla matbaa açılmasına izin veren fermanını yayınlar.

İlk Türk basımevi, İbrahim Müteferrika ve Said Efendi tarafından, Müteferrika’nın Sultan Selim semtindeki evinin alt katında 14–16 Aralık 1727 tarihinde kurulur. “Darü’t-tıbaatü’l Amire” adı verilen basımevine, halk arasında “basmahane” denilir.

Türk basın tarihinin matbaa sektörü başlayan serüveni İbrahim Müteferrika’nın ölümünden 18. yüzyıl sonuna kadar sonra uzun süre yayında duraklama olmasına karşın beşeri ve dini alanlarda Tanzimat ve Meşrutiyet dönemlerinde yeniden ivme kazanır ve çok sayıda yayın basın hayatımıza kazandırılır.

Osmanlı Döneminde Basılan İlk Gazeteler

 Türk basın yayın hareketleri tarih sahnesine yabancı ve yerli dilde basılan gazete örnekleri ile Fransız devriminin hemen akabinde gelişimini devam ettirir. Osmanlı’da ilk çıkan yabancı gazetede bizzat Fransız hükümeti tarafından Fransız elçiliğine verilen izin ve yetki ile çıkarılır. Bunu daha sonra günlük ve haftalık Fransız kökenli gazeteler izler.

Ve nihayet 11 Kasım 1831 tarihine delindiğinde Takvim-i Vakayi adıyla ilk Türkçe gazetemiz yayımlanır. Ancak Osmanlı ülkesinde yayımlanan ilk Türkçe-Arapça gazete, Mısır Valisi Kavalalı Mehmet Ali Paşa tarafından 20 Kasım 1828’de Kahire’de çıkarılan Vakayi-i Mısriye gazetesidir.

Takvim-i Vakayi aynı zamanda ilk resmi Türk gazetesi olarak da bilinir. Devlet yönetiminde büyük yenilikler getiren Padişah 2. Mahmud, basın-yayın alanında da ilk Türkçe gazetemiz olan Takvim-i Vakayi yani Olayların Takvimi adlı gazeteyi yayınlar. Gazetenin adını da Mukaddeme-i Takvim-i Vakayı olarak bizzat kendisi koyar. Bugünkü Beyazıt semtinde kurulan basımevi ile haftalık olarak yayın hayatına başlayan gazetenin birçok dilde nüshaları da yayımlanır. Sade dil kullanımına özen gösteren gazetenin çalışanları da basın tarihimizin ilk muhabirleri olan Sarim Efendi ve Sait Bey’dir.

İlk çeviri ve ilanın yayınlandığı gazete özelliği de taşıyan Takvim-i Vakayi sık sık baskılarla karşılaşır ve kapatılır. Yaklaşık yüzyıl süreyle yayınlanan gazete, 24 Kasım 1922 tarihinde tamamen kapanır.

Ancak, TBMM tarafından 1920 yılında yayınlanan Ceride-i Resmiye Gazetesi, Takvim-i Vakayi’nin Resmi Gazete niteliğinin devamıdır. Bu gazete 1922 yılında Resmi Ceride adını alır. 1928’de ise TBMM tarafından Resmi Gazete’ye dönüştürülür. Resmi Gazete, günümüzde düzenli olarak yayınını sürdürmektedir.

Ülkemizde özel sermaye ile çıkarılan ilk Türkçe gazete ise 31 Temmuz 1840 tarihli Ceride-i Havadis’tir. Bu gazete Kırım savaşının yaşandığı yıllarda İngiliz Gazetesi Morning Herald’in muhabiri olan William Churchill tarafından çıkarılır.

Bu sırada Tercüman-ı Ahval’in yayın hayatına başlamasıyla basın tarihimizin ilk rekabeti yaşanır. Güçlü bir gazeteci-yazar kadrosuna sahip olan Tercüman-ı Ahval, Ceride-i Havadis’i gölgede bırakır. Ceride-i Havadis ise zamanla kendiliğinden kapanır.

 Takvim-i Vakayi resmi, Ceride-i Havadis yarı resmi gazete niteliği taşıdığı için birçok usta gazeteci, Türk basın tarihini Tercüman-ı Ahval ile başlatmak ister. Bu nedenle Tercüman-ı Ahval’in yayınlanması hem gazetecilik hem de edebiyat ve kültür tarihimizin dönüm noktası kabul edilir. Türk gazetecilerinin Piri sayılan Agâh Efendi, hazineden yardım almadan 21 Ekim 1860 tarihinde Tercüman-ı Ahval gazetesini yayımlar.

Fikir gazeteciliğinde çığır açan ve kadrosunda ünlü edebiyatçıları barındıran gazetenin yayın hayatına girdiği dönemde ülkede siyasi olaylar bakımından çok hareketli günler yaşanmaktadır. Bu nedenle Tercüman-ı Ahval, fikir gazeteciliği niteliğiyle okurlardan yoğun ilgi görür. Gazetede Şinasi, Ahmet Vefik Paşa ve Namık Kemal’in makaleleri yayınlanır. İmzalı ilk başyazı, ilk siyasi eleştiri yazısının yanında, Şinasi’nin “Şair Evlenmesi” adlı manzum oyunu basın tarihimizin ilk tefrikası olarak Tercüman-ı Ahval’de yayınlanır.

Tercüman-ı Ahval, yayın hayatına 5 yıl gibi kısa bir süre devam ettikten sonra, 11 Mart 1866 yılında tamamen kapanır.

Tanzimat Döneminde Türk Basın-Yayın Hayatı

1860’lı yıllar Osmanlı basınının canlanması, baskılar, kısıtlamalar ve yeni görüşlere sahne olur. Basının canlanmasına paralel olarak yeni gazetelerin sayısı hızla artarken, genç yazarlar da basın alanında öne çıkmaya başlar.

27 Haziran 1862 yılında yayımladığı Tasvir-i Efkâr gazetesinde millet kavramını ilk kullanan yazarlardan biri olan Şinasi, yazılarında kamuoyunun önemine değinerek devleti, “milletin temsilcisi sıfatıyla işleri yöneten ve milletin refahı için çalışan bir müessese” olarak tanımlar.

Şinasi’nin uğradığı bir iftira nedeniyle Paris’e kaçmasından sonra Tasvir-i Efkâr’ın yönetimi Namık Kemal’e kalır. Namık Kemal, 25 yaşında Tasvir-i Efkâr’ın başyazılarını yazmaya başlar. Yazılarında ağırlıklı olarak yenilik ve özgürlük konularına değinen Kemal, aydın çevrelerde geniş yankı uyandırır. Bu dönemde yayımlanan Muhbir Gazetesi, kamuoyuna bir başka genç yazarı, Ali Suavi’yi tanıtır.

Yaşadıkları döneme göre oldukça ileri görüşleri savunan yazar ve gazeteciler, giderek yurttaşlık haklarına dayalı yasalar düzeni kurulmasını önererek, çözüm yolu olarak halkın oylarıyla seçilen bir parlamentonun toplumsal yaşamı yönetmesini isteyince, kendilerine yönelik siyasi tepkiler artar. Gazeteci ve yazarlar, 1865 yılında Yeni Osmanlılar Cemiyeti’nin kuruluşuna öncülük ederken, Osmanlı Devleti’nin iç ve dış alanda yaşadığı siyasi ve ekonomik bunalımların da etkisiyle, demokratik istekleri kısıtlama ve baskı altına alma yoluna gidilir.

Türk Basınında Konan İlk Yasaklar

Basınla ilgili ilk yasaklar, 1858 tarihli Ceza Kanunu’yla başlar. Fransız Ceza Kanunu’ndan çevrilerek kabul edilen kanunun basınla ilgili 138, 139 ve 213. Maddelerinde çeşitli yasaklamalar ve cazalar getirilir.

1864 yılında ilk Matbuat Nizamnamesi (Basın Tüzüğü) yayınlanır. O dönem Osmanlı hükümeti ile anlaşmazlık yaşayan Ali Suavi’nin yayın hayatını sürdürdüğü Muhbir Gazetesi kapatılır. Aynı dönem Tasvir’i Efkâr gazetesinde gazetecilik yapan Namık Kemal’in de gazetecilik yapması da yasaklanır.

Muhbir’in kapatılmasından birkaç gün sonra 12 Mart 1867 tarihinde hükümet aleyhindeki yayınları önlemek amacıyla gazetelere Kararname-i Ali yani Yüksek Kararname adı ile Ali Paşa’nın Kararnamesi gönderilir.

Osmanlı topraklarından yurtdışına çıkan gazetecilerden Ali Suavi ve Namık Kemal Türk gazeteciliğini dışarıda sürüdürler. Genç Osmanlılar Cemiyeti adına 31 Aralık 1867’de Ali Suavi’nin yönetiminde ilk sayısı Londra’da Türkçe olarak çıkan Muhbir gazetesi aynı zamanda yurt dışındaki Türk gazeteciliğinin de başlangıcını simgeler.

Kısa bir süre sonra Yeni Osmanlılar bazı görüş ayrılıkları nedeniyle Muhbir yerine derneğin yayın organı olarak 29 Haziran 1868’de Londra’da Hürriyet gazetesini yayınlarlar.

Muhbir’in özellikle geniş halk kitlelerine dönük canlı, kolay anlatımlı diline karşılık, seçkinci bir tavırla Yeni Osmanlı aydınlarına özgü düşünce ve kavramları kullanan Hürriyet, genellikle Türkiye’nin ilk düşünce gazetesi olarak nitelenir.

Türk Basınında Uygulanan İlk Sansür

Yurt dışındaki basın faaliyetlerinin sonra ermesini izleyen yıllarda Türk basınında yine canlı bir dönem yaşanır. Özellikle Ahmet Mithat Efendi’nin Aleksan Sarrafyan’ın İbret gazetesini 1872’de devralması, ülke içinde etkin bir düşünce gazetesinin ortaya çıkmasını sağlar. Namık Kemal’in başyazarlığını yaparak, yeni görüşleri topluma yaymaya çalıştığı İbret gazetesi, çeşitli kapatılma cezalarının ardından Namık Kemal’in “Vatan Yahut Silistre” oyununun sahnelenmesinden sonra tümüyle kapatılır. Namık Kemal Magosa’ya, Ahmet Mithat ile Ebüzziya Tevfik de Rodos’a sürülürler. Gazetelerin kapatılması ve gazetecilerin sürgün edilmesine neden olan Kararname-i Ali’nin basını susturmak için yeterli gelmemesi üzerine, 11 Mayıs 1876 tarihinde Ali Kararname adında yeni bir kararname yayınlanarak basına sansür uygulaması hayata geçirilir.

Basiret ve Sabah gazetesi ilginç protestolarla sansürü protesto eder. Sabah gazetesi de ilk gün, sansürün yasakladığı yazıların yerlerini boş bırakarak yayımlanır. Gazetede sansürlen yerlerin beyaz bırakılarak yayınlanması yöntemini dünyada ilk kez uygulayan gazeteci Sabah gazetesi Başyazarı Şemseddin Sami’dir.

 Sadrazam Mahmud Nedim Paşa, basının gösterdiği bu tepki üzerine birkaç gün sonra görevinden ayrılır. Yerine geçen Rüştü Paşa sansür kararnamesini yürürlükten kaldırır.

Meşrutiyet  Dönemi Türk Basını

Türkiye’de ilk anayasanın ve ilk meclisin hayata geçtiği dönem olan 1. Meşrutiyet, 2. Abdülhamit’in tahta çıktığı yıl 23 Aralık 1876 tarihinde Kanun-i Esasi hazırlanarak yürürlüğe konulur. Anayasa’nın 12. maddesinde yer alan, “Basın kanun dairesinde serbesttir.” İfadesi ile birlikte eski Matbuat Nizamnamesi ve Kararname-i Ali de yürürlükteydi. Mithat Paşa tarafından Kanun-i Esasi’ye uygun olarak başlatılan çalışmalar ve uzun süren meclis tartışmaları neticesinde kanun tasarısı kabul edilir. Bu sırada Osmanlı-Rus savaşı başlar. Bu savaşı gerekçe gösteren Abdülhamit, 14 Şubat 1877’de Kanun-i Esasi’nin 113. maddesine dayanarak ülkede sıkıyönetim ilan eder. Abdülhamit, halkın parlamento hayatı için henüz hazır olmadığını, Anayasa’nın da şeriata uygun bulunmadığını ileri sürerek, 14 Şubat 1878’de Meclis-i Mebusan’ı kapatır. Bu tarihte 1. Meşrutiyet dönemi sona erer,

Padişah 2. Abdülhamit’in 1908’te 2. Meşrutiyet’in ilanına kadar süren  Dönem de sansürün uygulanması amacıyla 1878’de kurulan sansür heyeti, İçişleri Bakanlığı İç Basın Müdürlüğü’ne bağlanır. Gazete yazı işleri müdürleri, gazeteye girecek bütün yazıların provalarını her akşam sansür kuruluna sunmaya başlarlar.

Türkiye’de ve dışardan gelen yabancı dillerde basılan gazetelerin sansürü Bu yayınların sansürüyle Dışişleri Bakanlığı’na bağlı Matbuat-ı Hariciye Müdürlüğü görevlendirilir.

Meşrutiyet Dönemi Türk Basını

24 Temmuz 1908 yılına gelindiğinde 2. Meşrutiyet ilan edilir ve 1876 Anayasası’na göre seçimlerin yapılacağı duyurulur. Gazeteciler, aynı gün Sirkeci Garı’nın karşısındaki bir lokantanın bahçesinde toplanırlar. Sansür memurlarını o gece gazetelere sokmama ve sabaha kadar görev başında kalma kararı alan gazeteciler, “Osmanlı Matbuat Cemiyeti” derneğinin temellerini de bu toplantıda atarlar. Sansür memurları kapıdan çevrilir. 25 Temmuz 1908 sabahı gazeteler yıllardan sonra ilk kez sansürsüz çıkar. Sansürün kaldırıldığı 24 Temmuz günü Cumhuriyet’in ilanından sonra “Basın Bayramı” kabul edilir.

İkdam, Sabah, Tercüman ve Saadet gibi gazeteler o günlerde İstanbul’da yayımlanmaktaydı. Türk basınında yeni bir dönem başladığı o yıllarda büyük bir gazete furyası ortaya çıkar.

Aralarında Tevfik Fikret’inde olduğu Tanin gazetesi, İttihatçılara karşı yayın yapan Mizan, İttihatçılar tarafından öldürülen ve başyazarlığını Hasan Fehmi’nin yaptığı Serbesti, İttihatçıların yayın organı olan Şurâ-yı Ümmet, 31 Mart Olayı’nı düzenleyen Derviş Vahdet’in gazetesi Volkan, Tarafsızlığı ile bilinen Ahmet Mithat Efendi yönetiminde ki Tercüman, Milli şairimiz Mehmet Akif Ersoy’un doğru yol anlamına gelen gazetesi Sırat-ı Müstakim ve bir süre sonra yayımlanan Sebilürreşat dönemin önemli yayın organları olarak öne çıkmaktaydı. Ardından Sadây-ı Din, Tarîk-i Hidayet, Medrese ve İlmiye adlı dergiler de çıkarılır.

Edebiyat ve düşünce hayatında ise Ömer Seyfettin, Aka Gündüz, Emin Bülent, Ali Canip, Ziya Gökalp isimlerin yer aldığı Genç Kalemler ve yine Ziya Gökalp, Refik Halit, Ömer Seyfettin tarafından çıkarılan Yeni Mecmua ayrıca Türk Ocakları yöneticilerinin dergisi olan Türk Yurdu basın tarihimizin o dönem önemli dergileri arasında yerini alır.

2. Meşrutiyet döneminin basın açısından önemli olaylarından biri de 1911 yılında Osmanlı Milli Telgraf Ajansı’nın kurulmasıdır.

Ülkede siyasal gruplaşmalar başladığı, karışık ve zıt fikirlerin oluştuğu İkinci Meşrutiyet sonrası ortam dini, siyasi ve ekonomik açıdan basının gündeminde hep yer edinir ve kimi radikal gazete manşet ve haberlerinin etkisiyle de 13 Nisan 1909 günü “31 Mart Vak’ası” yaşanır. Olayın sorumluları olan gazete sahipleri yakalanır ve idam edilir. Olay sonrası padişah 2. Abdülhamit 28 Nisan 1909’da tahttan indirilir ve Selanik’e sürgüne gönderilir.

31 Mart olayından sonra kurulan askeri yönetim tarafından basına tekrar sansür uygulaması getirilerek yayınlarında taşkınlık yapan gazeteler kapatılır. Kapatılan gazetelerin farklı isimlerle yeniden yayımlanması üzerine, Basın ve Basım Kanunu tasarıları hazırlanarak Meclise sunulur. Tasarı, 18 Temmuz 1909’da kanun olarak kabul edilir. 1931 yılına kadar 22 yıl yürürlükte kalan kanun, liberal eğilimlerle hazırlanmasına karşın sonradan yapılan değişikliklerle basın özgürlüğüne sınırlamalar getirir. Basın Kanunu’nun yürürlüğe girmesine rağmen, askeri yönetimin kurduğu sansür 1912 yılında kaldırılır. Ancak 1913 yılında İttihat ve Terakki taraftarı subaylarca yapılan ve tarihimizde “Bâb-ı Âli baskını” olarak nitelendirilen hükümet darbesinden sonra basına yeniden sansür konur.

İkinci Meşrutiyet Döneminde Öldürülen Gazeteciler

İkinci Meşrutiyet döneminde dört gazeteci öldürülür, katilleri yakalanamaz ve ağır bir baskı havası yaratılır. Basın tarihimizde öldürülen ilk gazeteci, Serbesti Gazetesi Başyazarı Hasan Fehmi’dir. Yazılarında İttihatçıları sürekli eleştiren Hasan Fehmi, 5 Nisan 1909’da Galata Köprüsü’nden geçerken, kurşunlanarak öldürülür.

Öldürülen ikinci gazeteci henüz 26 yaşında olan Ahmet Samim’dir. Ahrar Partisi’nin yayın organı Osmanlı gazetesindeki yazılarından sonra Sadâ-yı Millet’in başyazarlığını yapan Ahmet Samim, 9 Haziran 1909’da Bahçekapı’da vurularak öldürülür.

Bunları, ekonomi politikalarını eleştiren ve yolsuzluklarla ilgili yayın yapan Mizan ve Serbesti yazarı Zeki Bey’in 10 Temmuz 1911’de Bakırköy’de öldürülmesi izler. Olaydan bir saat sonra yakalanan katiller, on beşer yıl kürek cezasına mahkûm edilir.

İkinci Meşrutiyet döneminde öldürülen dördüncü gazeteci, daha önce kendisi de İttihatçı olan Hasan Tahsin’dir. Selanik’te çıkardığı Silah gazetesi nedeniyle basın tarihimizde “Silahçı Tahsin” olarak anılan Hasan Tahsin, İttihatçıların bazı fikir ve davranışlarına şiddetle karşı çıkmıştır. Hasan Tahsin, boğularak öldürülür.

İkinci Meşrutiyet Döneminde Sol Basın

Sol basın Türkiye’de 2. Meşrutiyet yıllarında doğar. Osmanlı devletinde ilk sosyalist gazete, 1908 yılında İzmir’de Boykotaj Cemiyeti tarafından yayınlanan haftalık Gave gazetesidir. 1909 yılında Selanik’te Amele gazetesi yayınlanır.

İstanbul’da ise yankı uyandıran ilk solcu gazete Hüseyin Hilmi’nin 26 Şubat 1910’da yayınlamaya başladığı haftalık İştirak gazetesidir.

Milli Mücadele Dönemi Basın Hareketleri

Osmanlı Devleti, Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra 30 Ekim 1918’de Mondros Ateşkes Antlaşması’nı imzalayarak savaştan yenik çıktığını kabul eder. Bu antlaşmadan sonra Türkiye’de yeni bir döneme girilir. İtilaf devletlerinin İstanbul’u işgal etmesi ve Anadolu’yu parçalama girişimleri karşısında, Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğinde ulusal kurtuluş mücadelesi başlar. 1918– 1923 yıllarını kapsayan bu dönemde, merkezi İstanbul’da olan Osmanlı hükümeti ile Ankara’yı merkez edinen Türkiye Büyük Millet Meclisi hükümeti vardır. Osmanlı hükümeti  düşman kuvvetlerin işgali ve baskısı altındadır.   Ankara hükümeti ise ülkenin bağımsızlığı için Kurtuluş Savaşı’nı yürütür.

Basın da bu duruma paralel olarak İstanbul basını ve Anadolu basını olarak iki merkezde gruplaşır.

İstanbul Basını

1910’lu yıllarda kendi gazetelerini kurarak seslerini duyuran gazeteciler, Cumhuriyet döneminin yaklaşık 1960’lara kadar olan kesitine imzalarını atan önemli bir kuşağın temsilcileridir. Milli Kurtuluş Mücadelesi başlayınca, Ankara’daki milli güçleri destekleyenler de yine bu gazeteciler olur.

Ahmet Emin Yalman ile Mehmet Asım Us, 1917 yılında Vakit gazetesini çıkarırlar. 1918 yılında Yunus Nadi Abalıoğlu Yeni Gün’ü, Necmettin Sadak, Falih Rıfkı Atay, Ali Naci Karacan ve Kazım Şinasi Dersan da Akşam gazetesini yayımlamaya başlarlar. Milli Mücadelenin İstanbul’da sözcülüğünü yapan İleri gazetesi 1919 yılında Celal Nuri İleri ve kardeşi Suphi İleri tarafından yayınlanır.

Ahmet Cevdet’in çıkardığı İkdam’ın başyazarlık görevini Yakup Kadri Karaosmanoğlu ve Falih Rıfkı Atay üstlenir. Sedat Simavi Güleryüz’ü, Zekeriya ve Sabiha Sertel Büyük Mecmua’yı çıkarırlar. Tanin’de Hüseyin Cahit Yalçın, Tasvir-i Efkâr’da Velit Ebüzziya yazılarını sürdürürken, Ahmet Şükrü Esmer, Reşat Nuri Güntekin, Halide Edip Adıvar, Ruşen Eşref Günaydın, Hakkı Tarık Us, Peyami Safa, Ethem İzzet Benice gibi genç yazarlar da günlük basında seslerini duyurmaya başlarlar.

Genç kuşak gazetecilerin söz sahibi olduğu İstanbul basını, 1.Dünya Savaşı’nın kaybedilmesinden sonra güç duruma düşer. Hükümet birbiri ardına sansür kararnameleri yayınlamaya başlar. 1919 Şubatında çıkarılan kararnameyle, her türlü yazılı ve basılı kâğıdın askeri yönetimden ya da mülkiye sansürcü kurulundan özel yazılı izin alınmadan basılması kesinlikle yasaklanır. 16 Mart 1920’de İstanbul’un resmen işgalinden sonra sansüre işgal kuvvetleri de katılır. İstanbul’un işgalinden sonra İngilizler 140’a yakın gazeteci, aydın ve yöneticiyi tutuklayıp Malta Adasına sürerler.

Milli kurtuluş savaşı başlayınca, İstanbul gazeteleri bu savaşı destekleyenler ve Anadolu hareketine karşı çıkanlar olmak üzere ikiye ayrılır. Anadolu’dan yana olanlar sık sık sansür edilir, kimi gazeteciler Bekirağa Bölüğü’ne götürülüp sorguya çekilir.

Anadolu mücadelesini destekleyen gazeteler şunlardır: “İleri, Yeni Gün, Akşam ve Vakit.”

Mustafa Kemal’in halka duyurulmasını istediği haberlerin öncelikle ulaştırıldığı İleri gazetesi, Milli Mücadele’nin İstanbul’daki sözcüsü konumundadır. Gazetede, Atatürk’ün bizzat yazdığı yazılar başka isimlerle yayınlanır. Akşam gazetesi, özellikle Falih Rıfkı Atay’ın kaleminden çıkan etkili yazılarla milli mücadeleyi sonuna kadar destekler. Milli mücadeleyi desteklediği için İngilizler tarafından matbaası kapatılan Yeni Gün gazetesi, önce Ankara’da daha sonra Kayseri’de yayınına devam eder.

Milli mücadeleye tüm güçleriyle saldıran gazeteler ise Peyâm-ı Sabah, Alemdar ve İstanbul gazeteleridir. Milli mücadele hareketine karşı en aşırı saldırıları Peyâm-ı Sabah gazetesi başyazarı Ali Kemal yapar. Ali Kemal, Kurtuluş Savaşı kazanıldıktan sonra İzmit’te halk tarafından linç edilerek öldürülür.

Dini ve milli hassasiyeti yüksek olan bir  çok aydın ve düşünür, Sebilürreşad gazetesinin etrafında toplanır. Şebilürreşad, genel olarak Kurtuluş Savaşı mücadelesini destekleyen önemli bir gazetedir. Ayrıca bu dönemde sosyalistler tarafından Aydınlık dergisi yayımlanır. Aydınlık dergisi de Kuva-yi Milliye hareketine destek verir.

Anadolu Basını

Anadolu’nun çeşitli bölgelerinde gelişen milli mücadele basını, ilkel koşullar altında kahramanlık destanları yaratır. En basit baskı araçlarının kullanıldığı, kâğıdın, mürekkebin, dizgicinin, matbaacının olmadığı, bazı yerlerde gazetelerin “esericedit” denilen yazı kâğıtlarına basıldığı dönemde; tüm baskı ve yıldırma çabalarına rağmen, baskı makineleri at ve öküz arabalarıyla ilden ile taşınarak gazetelerin yayınına devam edilir. Anadolu basınının düşmana karşı ilk direnişi İzmir’de Hukuk-u Beşer yani İnsan Hakları gazetesi başyazarlığı yapan gerçek adı Osman Nevres olan Hasan Tahsin’in 1919 Mayıs’ında Kordon Boyu’nda karaya çıkan Yunan askerlerine attığı kurşunla başlar. Tahsin, iki Yunan askerini öldürdükten sonra şehit düşer.

Anadolu’nun dört bir tarafında yayınlanan gazeteler, İngiliz işgali  altındaki İstanbul hükümetinin yıpratmaya çalıştığı Kuvay-i Milliye ruhunun güçlenmesi ve yaygınlaşması için olağanüstü çaba gösterirler. Ancak, Anadolu’da İstanbul hükümetinin ve işgal kuvvetleri ile işbirliği içinde olan azınlık basını Türklerin bölgelerinden uzaklaştırılmasını talep ederler.

 Anadolu’da milli mücadeleye öncülük eden gazeteler şunlardır: “Hukuk-u Beşer, İrade-i Milliye, Hâkimiyet-i Milliye, Öğüt.” Anadolu’da milli mücadelenin öncülüğünü yapan İrade-i Milliye ve Hâkimiyet-i Milliye, Atatürk’ün emriyle yayınlanan gazetelerdir. İrade-i Milliye, Sivas Kongresi’nden sonra 14 Eylül 1919’da Sivas’ta, Hâkimiyet-i Milliye ise 10 Ocak 1920’de tarihinde Ankara’da yayımlanır. Gazetelerin isimlerini Mustafa Kemal belirler.

 Anadolu’nun çeşitli illerinde milli mücadeleyi destekleyen diğer gazeteler ise Ses, Doğru Söz, İzmir’e Doğru, Yeni Adana, Açıksöz ve Babalık gazeteleridir.