Ali DEMİREL

Yazar - Ziraat Mühendisi

Hellen ve Hellenistik Yalanları - 2

Böyük! Aleksandır/ İskender M.Ö. 334 yılında 35.000 (otuz beş bin) savaşçıdan oluşan ordusuyla doğu seferine başladı. O çağda Anadolu’yu siyasi yönetimi altında tutan Pers İmparatorluğu ülkeyi Satraplıklara bölmüş (vilayet) ve her birine vali atayarak yönetmekteydi. Her satraplığın küçük bir askeri birliği vardı. Büyük! İskender Anadolu’ya girişte bunları yendi. Elbette yener; koskoca Makedonya ordusu, bir Pers valisinin muhafız birliği olan küçük bir garnizonun askerlerini yenemesin mi? Ama batılı tarihçiler (bu tarihçilerin elebaşlarının kimler olduğunu da yazı içinde göreceksiniz) Perslere karşı büyük bir zafer kazanmış gibi göstermekteler. Makedon ordusu, asıl Pers ordusuyla karşılaşılacak ve savaşılacak ama bu küçük çarpışmalar o savaş değil… B. İskender ordusunu Ege sahillerinden Akdeniz sahilleri boyunca yönlendirdi. Bu durum amacına uygundu şöyle ki; onlarca küçük site/şehir devleti o güzergâhtaydı.

Her site devletine yaklaşıldığında hemen ulaklar gönderiliyor, para, değerli eşyalar ve ordu için gerekli olan her şey isteniyordu. Bu istekler tehditle birleşince; site devletinin yöneticileri, kendilerinin ve halkının ellerinde olanları toplayıp teslim ediyorlardı. Sonra da ordu doğuya doğru hareketine devam ediyordu. Aynı uygulama bir sonraki şehir devletinin başına geliyordu. Ama her şey bu kadar sorunsuz değildi, bazı şehir devletlerinin hemen her deneni yapmaya niyetleri yoktu. Bu konuyla ilgili iki örnek sanırım ilginizi çekecektir: B. İskender ve ordusu Antalya yöresine geldiğinde ulak gönderiyor, diğerleri gibi yine küçük şehir devletleri de istenenleri verdikten sonra B. İskender’e bağlılıklarını ve saygılarını sunuyorlardı. Ulak gönderilen şehir devletlerinden birisi de Terme (soslanmış haliyle – Termessos) şehir devleti idi. Termeli yöneticiler ulaklara ‘biz sizin kralınıza hiçbir şey vermeyiz, alabiliyorsa gelip alsın’ dediler. B. İskender bu cevaba çok bozuldu, ordusunu harekete geçirdi. Gelip Termeyi kuşattılar. Günler geçti, haftalar geçti; o zamanın çok büyük bir ordusu, en iyi zırh ve silahlarda donatılmış ordusu, Terme savunmasını kıramadı ve şehre giremediler. Daha fazla zaman kaybetmek de istemeyen B. İskender kuşatmaya son verdi ve doğuya doğru seferine devam etti…

İkinci örnek ise Aspant (soslanmış hali- Aspendos) Şehir devleti ile olan hileli/kaypak söz (diplomasi) savaşıdır. Makedon ulaklar Aspantlardan da para ve değerli olan bazı şeyler isterken ayrıca, Aspantların özel olarak yetiştirdikleri bir sürü (bin kadar) atı da istediler. Aspantlar istekleri makul buldular ve kabul ettiler ama tedarik için zaman istediler. B. İskender ordusunu doğuya doğru harekete geçirinceye kadar beklediler. Makedon ordusunun gitmeye başladığını haber alan Aspantlar istenen para, eşya ve atları vermeyeceklerini Makedonlara ilettiler. Bu duruma çok sinirlenen B. İskender, bir miktar askeri birliği Aspantların şehrine gidip gereğini yapmaları emrini verdi. Verdikleri cevaptan sonra Makedon askerlerinin kendilerine saldıracağını doğru tahmin eden Aspantlar, karşı koyacak askeri güçleri olmadığından paralarını, değerli eşyalarını, yiyecek bütün erzaklarını ve o çok iyi yetiştirdikleri atlarını da alıp dağlara doğru uzaklaştılar. Aspant kentine giren Makedon askerler, terk edilmiş, bomboş bir şehirle karşılaştılar. B. İskender’in acelesi vardı ve doğuya doğru seferine devam etmesi gerekiyordu, dolayısıyla askerlerinin Aspantların peşinden gitmesini istemedi…

Anlaşılacağı gibi B. İskender doğu seferine giderken Anadolu’dan şöyle bir geçip gitmiştir, hepsi bu!.. Makedon ordusunun Pers ordusunu yenmesine gelince: Pers ordusu ile Makedon ordusu İssos (bu da soslu) denilen yerde karşılaştılar. Savaşı Makedon ordusu kazandı, kazandı ama bilinmesi gereken çok önemli bir özellik var. İssos savaşını Makedon ordusundaki özel süvari birliği kazandı. Bu seçkin süvariler; at üstünde savaşan, ellerindeki uzun (yaklaşık 5 metre uzunlukta) mızraklarını çok ustaca kullanan, başka ordularda olmayan silah ve savaş taktiği ile saldıran gerçek savaşçılardı. Pers ordusunu yenen bu seçkin askerler; Pelaks Budununa (şu Yunanistan’ın asıl sahibi Turanik budun) mensup savaşçılar idi… O çağda Ortadoğu sahipsiz bir durumdaydı. Tek güçlü devlet Perslerinkiydi, onlarda yenilmişlerdi. Mısır kendiliğinden haber göndererek (beklide kendileriyle savaşmak için gelmesin diye) B. İskender’e bağlılıklarını bildirdiler. Babil tarafı ise tamamen sahipsiz durumdaydı ve halkın ileri gelenleri hemen teslim oldular… Ordusuyla Hindistan tarafına hareket eden B. İskender, orada da büyük bir askeri güçle karşılaşmadı ama oralarda yağmalanılacak, zorla alınacak bir şey de bulamadı, Hindistan halkı, fakirlikten öte aç idi… Bu arada B. İskender’in, zenginliklerle dolu olduğu haberini aldığı Orta Asya’ya sefer yapmaya çalışması var.

Bu amaçla Semerkant’a kadar gider. Gider de… Devamını ünlü Quintus Curtius’ tan okuyalım: “İskender 328 lerde Semerkant civarında bir yere gelir ve Sakaların komutanı kendisini karşılar. Komutan kendisine şöyle der; -Buraya dost olarak geldiyseniz mesele yok, sizi ağırlamaktan şeref duyarız. Yok düşman olarak geldiyseniz, unutmayın ki biz sizinle Tuna’da hemhududuz.-” Quintus Curtius’in “İskender” kitabından. B. İskender Orta Asya sevdasından vazgeçer. “İskitler, Sakalar veya Divan-ı Lügati Türk’te, İskender’in karşılaştığı Chou’lar, hepsi aynı millet. Buradan da şuraya varıyoruz, demek ki M.Ö. 7 yy’da Zeki Velidi Togan’ın dediği gibi Macaristan ovalarından Çin sınırına kadar uzanan yekpare bir Türk İmparatorluğu var.” Prof. Dr. Dursun Yıldırım Hacettepe Üniv. Öğr. Üyesi Türk Kültürünü Araştırma Ens. Başkanı Bu uzunca serüvenden sonra B. İskender Babil’e yerleşti. Her ne kadar B.İskendere Yeni Hellen tamgası vurulmuş ise de; o pek de Hellen gibi (Hellenistik) davranmıyordu. Köklü bir inancı ve bağlılığı da yoktu ki; tavır ve davranışlarıyla tam bir Pers diktatörü haline gelmişti. Mesela Pers hükümdarı gibi giyinmeye başladı, Proskinesis (hükümdar karşısında yere kapanarak selamlama) uygulaması gibi Pers geleneklerini de benimsemişti ve uygulatıyordu!.. Babil’deki yaşantısı bir devlet adamına yaraşır şekilde değildi. Kendisini zevk ve eğlenceye vermişti. Yine bir eğlence gecesinde rahatsızlanır ve 2-3 gün sonra 33 yaşındayken ölür (M.Ö. 323). Makedonya’dan çıkışından, Babil’de ölünceye kadar geçen zaman sadece 13 (onüç) yıl.

Bu zaman dilimi insanlık tarihi göz önüne alındığında, derler ya ‘devede kulak’, bu süre devede bir kıl bile sayılmaz. Anadolu’dan geçip gittiği süre ise ‘yok’ sayılacak kadar az bir zamanı kapsar. B.İskender bir daha Anadolu’ya hiç gelmedi… İşte sadece13 yıl olan bu kısacık zaman dilimine, sözde Avrupalı tarihçiler “Hellenistik Çağ” diyorlar!.. Dahası ne hikmetse, Anadolu’da bir sene bile kalmayan ve sadece askerlerden oluşan bu gezginler veya haramiler sürüsüne ne değerler yüklenmekte! Medeniyet götürmüşler! Bilgi ve sanat götürmüşler, daha neler neler… Bu Hellenistik çağı! Yaratanlar Anadolu’da hiç eğleşip kalmadılar.

Ama ne hikmetse; kıyı şehirlerimizde, iç taraflarda hatta bütün Anadolu’daki arkeolojik kazılarda veya tesadüfen ele geçen, bütün eserler ‘Hellenistik’ oluyor. Allah Allah!.. Bu saçma durum, her tarihi yapıta Hellenistik/B.İskender’i bulaştırma işi günümüzde de sürmektedir. Pek çok örnek var, bir tanesini bile görmek yeter: Tv kanalı NTV, tarih 01 Aralık 2019, saat 9,27. Programın adı “Avrupa’dan Anadolu’ya”. Programın konusu Avrupa Birliği’nin (AB) organize ettiği ‘Erasmus’ projesinin Türkiye’deki bilgi merkezlerinden Gaziantep tanıtılıyor. Bu arada; çoğu insanımızın bilmediği başka bir gerçeği dile getirmek isterim. AB tarafından adına,Türkiye’de de uygulanan projeler düzenlenen Hollandalı Papaz Desiderius Erasmus (1465-1536)’un nasıl azılı bir Türk düşmanı olduğu, umarım yetkililerimizcebiliniyordur… Gelelim NTV’nin yayınına; Programı sunan kişi, Erasmus Projesi kapsamında Gaziantep’i anlatırken sözü Zeugma’ya getirdi ve de ‘Çingene kızı’ adı verilen mozaik tabloyu şöyle anlatıyor: “Zeugma’daki bu Çingene kız mozaik eserin, Büyük İskender’den esinlenerek yapıldığı sanılmaktadır” !!! Nasıl yani? Çingene kız eserde esmer, B. İskender sarışın olarak biliniyor/yazılıyor. Çingene kız ‘Çingene, B.İskender ise ‘Makedon’. Çingene kız ‘bayan’, B. İskender ise ‘erkek’ olarak biliniyor! ‘Çingene Kız’ mozaik tablosunu yapan sanatçı bu eserini yaparken B. İskender’in neresinden esinlenmiş acaba?.. Sözde batılı tarihçiler Hellenistik Çağ dedikleri zaman dilimini, yaklaşık 300 (üçyüz) yıla çıkarırlar, bu durum da ayrı bir garabet şöyle ki: B.İskender öldükten sonra komutanlar kendi aralarında anlaşma sağlayamadılar, yani içlerinden biri başa geçmesi gerekirken her biri kendisinin yönetmek istediği topraklara yöneldi. Sonunda birbirleri ile savaşmaktansa sözde fethettikleri toprakları aralarında paylaşarak yönetmek istediler. Böylece bağımsız satraplıklar (valilikler) oluştu.

Valiler kendilerince hanedanlık oluşturdular ve bir diktatör olarak geçimlerini / hayatlarını sürdürdüler. Bu valilikler dönemi ne kadar sürmüş olabilir bilinmez ama sözde tarihçiler bunu 300 yıla kadar çıkarıyorlar! Öyle bile olsa, diktatör zihniyetli ve de paralı asker kökenli olan bu valilerin, yazılanlar gibi medeniyet dağıtmaları, hele hele olmayan medeniyeti dağıtmaları akla, mantığa ve de tarihi gerçeklere uymuyor. Açıkçası yalan… Biliyorum birçok okur, bu yazıklarıma kuşkuyla bakacak çünkü; daha ana okulundan itibaren bütün okullarda öğretilenler, romanlar dahil pek çok kitap türünde yazılanlar, filmler, tiyatrolar, hatta sözde belgeseller hep yalan ve uydurma tarihi anlattılar bize. Bütün bunları sadece ben görüyorum/anlıyorum ve yazıyorum sanıyorsanız yanılıyorsunuz.

İşte size bazı örnekler vereyim. İsviçreli araştırmacı, saygın bilim insanı Eberhard Zangger bakın neler diyor: “…Bu güne kadar tarihi antik Yunan hayranı Batılı tarihçiler yazdı. Anadolu’nun gerçek sahipleri gözardı edildi.”“…Truva antik kenti aslında şu anda görünenin 100 katı daha büyük bir alana yayılıyor. Çünkü bu kent, bundan dört bin yıl önce Anadolu’da yaşayan ve haklarında çok az şey bilinen Luvi Uygarlığı’nın etkisi altındaydı.” (Burada araya gireceğim; Luvilerin Turanik bir budun olduğu biliniyor. ‘Turan’ adı sonradan konsa da bu kültür ve inanç birliği günümüzden 17000 –onyedibin- yıl öncesinden vardı) “…Dünyanın yedi harikasından üçü eskiden Luvilere ait olan topraklarda yer aldığı gibi, Sokrates öncesi Ege filozoflarının hemen hepsi Luvilere ait devletlerde ortaya çıkmıştır.” … Gazeteciler Sayın Zangger’e soruyorlar; “Avrupalı arkeologları eleştiriyorsunuz, siz de bir Avrupalısınız. Sizin onlardan farkınız nedir?” Eberhard Zangger’inbu soruya verdiği cevap ilginç: “Ben daha farklı bir zihniyetle yetiştirildim. Liseye gitmedim, pratik bir işte çalıştım. Konservatör olarak. Ondan sonra diplomamı aldım ve üniversiteye gittim. Klasik bir eğitimim olmadı. Arkeolog değil de jeolog olduğum için, Avrupalı arkeologların yaşadığı şekilde benim beynim yıkanmadı.”!!! Finlandiyalı Tarihçi Mathias Aleksander ve İsveçli Prof. Sven LAGERBRİNG Kendi milletlerinin tarihlerinin yanlış olduğunu belirterek doğruları yazmışlardır… Daha niceleri var ama en ilginç saptamalar; Anatoli Fomenko ve gurubunun, geçmiş zamanlar (tarih) ile ilgili yaptıkları araştırmaları sonucu ortaya koydukları gerçeklerdir.

Söz konusu araştırmalar yapılırken, konuları ile ilgili binlerce kitap, tarihi kalıntı ve belgeleri incelemişler. İncelemeler sonucu ortaya attıkları görüşlerinin bazılarını benimsemeyenler var, siz okuyucularda onların bazı tezlerini benimsemeyebilirsiniz. Ama bilim, tarihi kalıntılar ve belgeler ışığında serimledikleri saptamalarının, çoğunluğunun doğruluğu tartışılamaz. İste bazıları: -Günümüzde öne sürülen ve okullarda okutulan tarih; sözde bilimsel hesaplamalara dayalı olduğu iddia edilerek; Josef Jüst Skaliger, Dionisius Petavius ve Sethus Calvisius tarafından uydurulmuş ve Batılı tarihçiler arasında yaygınlaştırılmıştır. - Fransız astrolog I. Skaliger’in (1540-1609) kronolojisi bilime dayanmaz ve sahtedir. - 11. yüzyıl öncesine ait inanılabilirliği olan tek bir belge bulunmamaktadır. - Eski Roma, Yunan ve Mısırlılara ait bilgiler Rönesans döneminde rahipler tarafından oluşturulmuştur. - Türkiye'nin yalancı tarihini, 1800 lü yıllarda Yunanlar, İngilizler ve Fransızlar yazdılar. - Günümüzde “gerçek” diye bilinen; Firavunlardan, Sezar’dan, Büyük İskender dahil nice kahramanlar ve onların döneminde geçtiği sanılan olayların, başka kişilerle, başka “yazınsal kopyaları” olduğu belirtilmektedir…

İşte bu durum çok ilginç! Fomenko ve gurubu; tespitlerinin kolay anlaşılması için bir de kroki çıkarmışlar. Krokiyi incelediğimde tam bir şaşkına döndüm! Batılıların nasıl bir hırsızlık, yalancılık, yutturmaca, dalavere ve beyin yıkama ustaları olduğunu biliyordum ama bu krokiyi inceleyince inanın “bu kadarına pes” dedim…

Yukarıda yazdıklarımın dışında, aklı başında ve tarafsız olan batılı bilim insanları da var ama borusunu öttürenler fanatik KÖTÜLER! Bu kötüler kim/kimler? Bu kötüleri Kim/kimler yönlendiriyor ve koruyor?.. Doğruyu bulup savunanlar sadece yabancı tarihçi ve bilim insanları değil, bizim içimizden de doğruları araştıran ve bilen tarihçi ve bilim insanlarımız var. Bunlardan öne çıkan bazıları şunlar: - Adile Ayda - Kâzım Mirşan - Haluk Tarcan - Muazzez İlmiye Çığ - Aytunç Altındal - … Sadece bu beş aydın insanımızın yazdığı kitapları okumak bile kişinin uyanmasına yeter.

Sayın okurlar, bu konuda yazılacak çok şey var, insanlarımız uyandırılmalı. Antalya Müzesi ve diğer müzelerimizde ziyaretçilere, batılı kötülerin kafalara soktuklarını değil gerçekler söylenmeli/yazılmalı. Hellenistik Hellenistik, ille de Hellenestik! Teraneleri sadece kişileri yalanlara inandırma çabalarından başka bir şey değil. Yalnızca bu Hellenistik konusu ile sınırlı olmayan beyin yıkama ve kişilerin düşüncelerini istedikleri şekilde düzenleme çalışmaları pek çok konuda aralıksız olarak ve artarak sürmektedir… Sayın okurlar, yazıyı bitirirken şunları yazmalıyım: Gerçek Hıristiyanlığın son bulduğu İznik Konsülünden sonra, Hıristiyanlar dini gerçeklikten uzaklaştırıldı. Hıristiyanlığın fanatik görevlileri olarak ve de batının mağrur ırkçıları olarak ortaya çıkan kötüler faaliyete geçtiler.

Diğer pek çok kötülüklerle birlikte, kendilerine göre uydurdukları insanlığın tarihini yazdılar. Bu sözde tarihçilerin bakış açısına göre, tarihi gerçeklerin hiçbir önemi yoktur. Onlara göre yazdıkları tarih; saptırdıkları inançlarına, fanatik ırkçılıklarına ve de sömürü düzenlerine hizmet etmeliydi. Sadece yalan yazmak yetmiyordu; eski çağlardaki tarihin ya üstünü kapatıp unutturulmaları ya da kendilerine hizmet edecek şekilde yeniden yazılıp/uyarlanmaları gerekiyordu, bunları da yaptılar/yapmaktalar… İnsanlığa yapılan bütün kötülükleri; Dul Kadının Oğlu (duvar ustası Hiram) ve onun kalfalarının üstüne yıkmak çok da haklı sayılmaz. Gerçeği görebilmek için Yerlik’in dünyadaki baronlarına bakmak gerekir. Bu baronlar kime bağlı???...