Oğuz ÇETİNOĞLU

Ekonomist, Araştırmacı-Yazar

ocetinoglu1@gmail.com

Sanal Röportaj - 3

İddia: Yazı dilimizdeki yabancı bir sözcüğü karşılamak için söz konusu varsıllığımızdan yararlanmak en doğal hakkımızdır. “Bunun yerine bu sözcüğü de kullanabiliriz ” denir, bir kıyıya çekilir. Beğenilirse genele yayılır, beğenilmese kendi yöresinde yaşamını sürdürür. Dileyen yazınsal bir varsıllık adına koşuklarında, denemelerinde, savlarında kullanabilir, buna da karışamayız. Karışırsak, bu kez de biz “tavsiyeci ” oluruz. Yabancı sözcükleri tasviye etmek isteyenlerden bile kötü oluruz! Onlar yabancı sözcüğü dışlıyorken, biz kendi sözlerimizi dışlıyoruz. Bu, bizi daha kötü kılar.

Cevap:Tavsiyeci’ ve ‘Tasviye’ derken herhalde; ‘tasfiyeci’ ve  ‘tasfiye’ demek istiyorsunuz. Şâyet var ise elinizin altındaki sözlüklere bir bakar mısınız?

Mevzuumuza dönersek: Söz konusu olan tasfiyecilik değildir. Uydurma kelimelerin dilimize girmesini ve ‘yoğun’  gibi bâzı kelimelerin birbiriyle hiç bağlantısı olmayan değişik mânâlar için kullanılmasını engelleme çalışmasıdır.

Yoğun’ kelimesi, dilimizi fakirleştiren bir maymuncuktur.

    -‘Yoğun alkışlar’ denildiğinde; ‘sürekli’, ‘devamlı’, ‘coşkun’, ‘bol’…

    -‘Yoğun gündem’ denildiğinde; ‘yüklü’, ‘ağır’…

    -‘Yoğun yağmur’ denildiğinde; ‘şiddetli’, ‘bol’, ‘sağanak’…

    -‘Yoğun duygular’ denildiğinde; ‘derin’, ‘içli’, ‘kuvvetli’…

    -‘İnsan yoğunluğu’ denildiğinde; ‘kalabalık’, ‘nüfus kesâfeti’…

    -‘Derslerin – işlerin yoğunluğu’ denildiğinde: ‘çokluğu’…

    -‘Yoğun aşklar’ denildiğinde; ‘büyük’, ‘kuvvetli’, ‘derin’, ‘sarsılmaz’…

    -‘Yoğun sorunlar’ denildiğinde; ‘büyük’, ‘devâsa’, ‘çok’ problemler, dertler, meseleler…

    -‘Yoğun trafik’ denildiğinde:  ‘sıkışık’…

    -‘Yoğun sis’ denildiğinde; ‘kesif ’, ‘kalın’ sis tabakası…

    -‘Yoğun hıçkırıklar’ veya ‘yoğun kahkahalar’ denildiğinde; ‘biteviye’, ‘devamlı’, ‘ardı arkasına’, ‘art arda’…

kelimeleri dilimizden atılıyor. Bir başka ifâde ile ‘Diri diri toprağa gömülüyor.’

Yoğun’ kelimesi çok farklı mânâlar için, her yerde ve her durumda kullanılıyor. Tıpkı iskambil kâğıtlarındaki joker gibi… Bu uydurma kelimeyi kullananlar, tehlikeli bir dil kumarı oynuyorlar.

Türkçemizde 258.000 kelime olduğu söyleniyor. Bu sayıyı 258’e indirmeyelim. Tarih öncesi devirlerde yaşayan ilkel insanlar bile daha çok sayıda kelime biliyorlar ve kullanıyorlardı.

İddia: Diller, yeryüzünün ekinsel (??!!) varlığıdır. Dolayısıyla varsıllığa katkı sağlar. Bunun için eriyip yok olan dillere üzülürüz. Öbür ulusların da bizim tuttuğumuz yolu tutmasını, anadillerine iyelenip geliştirmeleri için uğraşmalarını dileriz. Sözüm ona; yabancı dile değil, yabancı dilde eğitime karşıyız. Türkçesi varken, yabancı dilde eğitim istemiyoruz. Bu düşünceden ödün vermiyor, kesin söz söylüyoruz; Türkçesi Varken! Yalnızca bununla yetinmiyor, özleşme de istiyoruz. Böylece dilimizde yer edinmiş, edinmekte olan yabancı kökenli sözcüklerin yerine geçebilecek uygun sözler bulmaya, varsa yaygınlaştırmaya çalışıyoruz. Bunu yaparken de kimseye baskı uygulamıyor, kişisel yeğlemine bırakıyoruz. Nice ki, “kelime” ile “sözcük” birlikte kullanılıp, ikisi arasında bir yadırganma yaşanmıyorsa, “vitrin” ile “sergen”arasında da bu durumun olması için çabalıyoruz.

Cevap: ‘Kimseye baskı uygulamıyoruz’ ifâdesi çok mâsum bir müdafaa malzemesi gibi gözüküyorsa da tatbikat öyle olmuyor. Câhil özentisi hastalığına müptela olanları nereye koyuyorsunuz? Bir sanatkâr veya tanınmış bir kişi, bir politikacı; herhangi bir yeni uydurulmuş kelimeyi kullandığında, eğrisini-doğrusunu araştırmadan hemen yazısına, konuşmasına alıverenler o kadar çok ki. Âmir kullandığı için memur, aile büyükleri kullandığı için evlatlar, parti lideri kullandığı için, siyasî geleceğinin liderin iki dudağı arasında olduğuna inanan zavallılar… aynı yanlış kelimeyi kullanıyorlar. Kavramı doğru ifâde eden kelime böylece unutulup gidiyor. Biliyorsunuzdur: Çok tekrarlanan yanlış bir düşünce, önce kanaat hâline gelir, sonra da fikir hâline dönüşür, günün birinde de ilim hâline gelir.