Oğuz ÇETİNOĞLU

Ekonomist, Araştırmacı-Yazar

ocetinoglu1@gmail.com

Mustafa Kemal Atatürk

Daha talebelik yıllarında hep geleceğin plânlarını yaptı. Giriştiği mücâdelelerden başarı ile çıktıktan sonra düşündüklerini bir bir gerçekleştirdi. O, katıksız bir Türk Milliyetçisi idi. Anadolu dışında da büyük bir Türk Dünyası’nın olduğunu biliyor, kalbi onlar için çarpıyordu. 31 Mart 1920’de Mareşal Fevzi Çakmak’a gönderdiği mektupta, Afganistan Türkleri için şunları yazmıştı: “Savunma ve mâli tâkatimizle mütenasip olmak üzere Afganistan’a bir subay heyeti gönderelim. Subaylar: dindar, vatanperver ve üstün yetenekli olmalı. Telsiz ve diğer haberleşme cihazları ile donatılmalı. Onlar, kendilerini Afganistan halkına ve hükümetine sevdirmeliler. Vazifeleri: Afgan ordusunu kurup eğitmektir. Hindistan’daki İngilizlerin Afganistan’a sızmalarını önlemektir. Eğer İngilizler, Afgan kralını ve hükümetini satın alırlarsa, bizimkiler, Afganistan’da yaşayan Türkmen, Özbek ve diğer Türk gruplarıyla, İngilizlerle anlaşan Afgan yöneticilerini işbaşından uzaklaştırıp yerine Türk yanlısı bir ekibin göreve gelmesine yardımcı olacaklardır.” Mektup, şu cümle ile sona eriyor:  Anadolu’muz, SSCB tehdidine maruz kalabilir. Bu tehdidi bertaraf edebilmek için Türkistan’da bir müttefik güce ihtiyacımız vardır.”

Mustafa Kemal Atatürk, 1933’ yılında Rusya Türkleri hakkında da şunları söylüyordu:  “Bu gün Sovyetler Birliği; dostumuzdur, komşumuzdur, müttefikimizdir. Bu dostluğu ihtiyacımız vardır. Fakat yarın ne olacağını kimse bu günden kestiremez. Tıpkı Osmanlı gibi, tıpkı Avusturya-Macaristan İmparatorluğu gibi parçalanabilir, ufalanabilir. Bu gün elinde sımsıkı tuttuğu milletler, avuçlarından kaçabilirler. Dünya, yeni bir dengeye ulaşabilir. İşte o zaman Türkiye, ne yapacağını bilmelidir. Bizim bu dostumuzun idaresinde, dili bir, inancı bir, özü bir... kardeşlerimiz vardır. Onlara sâhip çıkmaya hazır olmalıyız. Hazır olmak, yalnız susup o günü beklemek değildir. Hazırlanmak lâzımdır. Milletler buna nasıl hazırlanır? Mânevî köprüleri sağlam tutarak. Dil bir köprüdür. Tarih bir köprüdür.

Köklerimize inmeli ve olayların böldüğü tarihimizin içinde bütünleşmeliyiz. Onların (Türkiye dışındaki Türklerin) bize yakınlaşmasını bekleyemeyiz. Bizim onlara yaklaşmamız gerekli...  

Mustafa Kemal Atatürk; eğitimden ekonomiye, spordan müziğe, tarih kültüründen dil konularına, vatan kavramından millet şuuruna kadar her konuda değişiklikler yaptı. Batıyı örnek aldı. Ancak batılılaşmayı, batıyı dış görünüşü  olar taklit etmeyi hiçbir zaman düşünmedi. O’na göre batılılaşmak; batının bilgisinden,  teknolojisinden  ve medeniyetinden yararlanmaktı. Milletlerin kendisine mahsus özellikleri, örf ve âdetleri, töreleri, millî ve mânevî değerleri olacağına ve bunların korunması gerektiğine inanıyordu. Millî Kültür, O’na göre vazgeçilemeyecek temel unsurdu.

Atatürk ve din konusu çok tartışılmıştır. Tartışmalar çoğu zaman akademik olmaktan çıkmış, polemiğe dönüşmüştür. Şüphe götürmez bir gerçektir: Kurtuluş Savaşı’nın kazanılmasında Türk Milliyetçiliği ile birlikte İslâmî inançlar ve iman gücü de etkili olmuştur. 

O, kurduğu cumhuriyet ve demokrasi rejimini korumak ve yerleştirmek için kanûnî düzenlemeler yaptı. Fakat şahsına yönelik sözlü sataşmalar için hiçbir zırha bürünmedi. Ölümünden sonra O’nun adına hareket edenler, işlerine öyle geldiği için ilgisiz pek çok düşünce ve sözü O’na mal ettiler. Sözlerini ve yazılarını farklı yorumladılar. Atatürkçü geçinenler ve Atatürkçülükten geçinenler ortalığı kapladı. İlke ve inkılâplarının değişik yorumlarından kaynaklanan bu çeşitli görüş ve düşüncelere Atatürkçülük adı verildi. Millet, O’nun hiç kabullenemeyeceği bir şekilde Atatürkçüler - Atatürkçü olmayanlar şeklinde iki gruba ayrıldı. Zaman ilerledikçe milleti, Atatürk’ü daha iyi tanıyor. Daha objektif değerlendiriyor.

BİR ‘ON KASIM’ YAZISI:

 10 Kasım 1938 gününü hatırlıyorum. Ve o gün okulumuzdaki mâtemi de. Sonradan bu mâtem gittikçe koyulaşarak devam etti ve ettirildi. O mistik bir insan değildi, pozitif bilime inanıyordu. Ama ölümünden sonra onun gölgesinde ideolojik ve politik menfaat arayanlar, hatırasının etrafında bir mistik hâle ördüler. Bu hâle içine Marksistler bile girip, Kuvay-i Milliyeciler'in çocuklarına Atatürkçülük öğretmeye kalktılar. Bunlar işi, Rus yardımı olmasaydı, Milli Mücadele'yi, Türk Milleti ve Gazi Mustafa Kemal, kazanamazlardı demeye kadar getirdiler. Çünkü Milli Mücadele'nin formülü olan 'İstiklali tam' ile veya 'Ya istiklal ya ölüm' ve milli inançla hiç mi hiç alakaları yoktu. Onlar sadece Marksist idiler, O'nun Lenin'e benzetilmiş fotoğraflarını gazetelerinde basarak Leninizm propagandası yaparlardı.

Böylece her 10 Kasım, biraz daha samimiyetten uzaklaşarak hissî ve törenden bâret hâle geldi. Bu formalite sevgisi içinde Kuvay-i Milliye ruhu unutturuldu. 'İstiklali tam' unutturuldu. Halbuki daha milli mücadele başlarında Yahya Kemal onu 'Milli Timsal' diye ilan ederken bu istiklal aşkını, bu milli direnme ruhunu tebcil ediyordu. İstiklal Marşımızın o günden beri tebcil ettiği gibi. 10 Kasım 2003'te acaba bu milli istiklal aşkı ve bu milli direnme duygusu hangi noktadadır? Belki saat dokuzu beş geçe sirenler çalarken her şuur sahibinin, acı verse de düşünmesi gereken şey budur.

Herkes globalleşti

Bugün Türkiye'de herkes Kemalist'tir de en hızlı Kemalistler artık 'İstiklali tam' veya 'Ya istiklal ya ölüm' gibi formülleri unutmuş globalleşmişlerdir. Bugün inkılapların radikal tesirleri karşısında direnenler bile Kuvay-ı Milliye ruhuna iltica ederken bazı 'mistik Kemalistler', 'Egemenlik mefhumu bugün değişmiştir', 'Federasyonu da konuşmalıyız' demeye başlamışlardır. Hem de 10 Kasım ağıtları düzmeye devam ederek.

Şahıslara değil, prensiplere bağlanmalıdır. Üstelik en mühim prensibe en sıkı şekilde bağlanmalıdır. Bugün ülkemizde tam aksi görülmektedir. Bazı dindarlar dinin yüzlerce ulvi emrini bir tarafa bırakıp, hatta unutup, dikkatlerini teferruat meselesi üzerinde mesela baş örtüsünün bağlanış şeklinde derinleştirmeye çalışıyorlar. Hicabı değil, 'bez'i öne alıyorlar. Bazı laikler de ayni anlayışla başı örtülü sanığı mahkemeden çıkarmaya kalkıyorlar. Bazıları da üstelik, bu meselenin hallini de AB'den bekliyorlar. İki taraf da vestiyer üslubu içinde.

Tercüman / Ergun Göze