Nuri GÜRGÜR

Avukat

Sezai Karakoç Dünya Sürgününü Tamamlayıp Vuslata Erdi

Sezai Karakoç bir dönem şiir dünyamızda büyük etki oluşturan, ilgi gören, “ikinci yeniciler” olarak anılan modern Türk şiirinin temsilcisi grubun hayatta kalan son ismiydi. “Uzatma dünya sürgünümü“ diyerek “en sevgili” ile vuslatı niyaz ediyordu. Geçen hafta duası kabul gördü, bu dünya yolculuğunu tamamlayarak sessiz sedasız Hakk’a yürüdü. Menzili mübarek, makamı ali, mekânı inşallah cennet-i ala olur.

Geçen yüzyıldaki İslâmcılık düşüncesini benimsemiş Mehmet Akif ve Necip Fazıl’ınkine benzeyen, ancak şiir tarzı onlarınkinden farklı bir şair ve mütefekkirdi. Ciddi bir fikir çilesinin ürünü olan şiirlerinde felsefi bir derinlik, mistik bir heyecan ve coşku, manevi bir arayış vardır. 1967’de İslâm’ın Dirilişi adıyla topluma verdiği mesaj, bu dönemde art arda yayımladığı Hızır’la Kırk saat, Talha’nın Kitabı, Şahdamar, Körfez gibi şiirlerinin yer aldığı kitaplar özellikle muhafazakar/İslâmcı çevrelerde heyecan uyandırdı. Bu ilginin de etkisiyle Yeniden Diriliş hareketini başlattı, klasik parti kurallarıyla bağdaşmayan, büyüme iddiası olmayan bir de parti kurdu. Mevdudî, Hasan el Benna, Seyit Kutup gibi Mısır ve Pakistan kökenli fikir ve aksiyon insanların İslâmcılık anlayışını, popülist siyaseti benimsemediğinden, Türkiye’de bu çizgiyi benimseyen İslâmcı çevreler tarafından kısa sürede dışlandı ama bunu hiç önemsemedi. Yakın çevresini oluşturan bir grup dostuyla, kimseye taviz vermeden, yardım istemeden inandığı doğruları dile getirmeye çalıştı. Onuruyla, vakarıyla yaşadı, taviz vermedi; maddiyatla ilgili hesabı olmadığından güce ve güçlüye teslim olmadı, siyasetçiye yanaşmayı hiç düşünmedi.

Çoğu Mülkiye’den arkadaşı olan İkinci Yeni grubundan Cemal Süreyya, Turgut Uyar, Ece Ayhan, Edip Cansever gibi şairler fikirleri zıt olsa da Sezai Karakoç’un şahsiyetine, karakter yapısına, şairliğine saygı duyar, beğenirlerdi. 1998 yılında Cemal Süreya O’nun hakkında yazdığı yazıda şöyle diyordu: “Öyle bir Müslüman ki Marks’ı da bilir, Nietsch’de bilir, Rimbaud’u da bilir, Salvador Dali’i sever, Nazım’ı da.“

Mülkiye ikinci sınıfta yazdığı Mona Rosa isimli şiiri beşeri aşk ve deva temalı tek şiiridir. O yıl Hisar Dergisi’ne yazılanlar ve “Mona Roza ak güller siyah güller” mısralarıyla başlayan bu şiir kısa zamanda ülke çapında büyük beğeni topladı, teksir edilip elden ele dilden dile okunmaya ezberlenmeye başladı:

“Açma pencereni perdeleri çek

Mona Roza seni görmemeliyim

Bir bakışın ölmem için yetecek

Anla Mona Roza ben bir deliyim

Açma perdeleri çek”

Karakoç bu muhteşem aşk şiirini uzun süre kitaplarına almadı. Fakat şiir unutulmak bir yana her dönemde herkesin beğeniyle okuduğu, benimsediği bir türkü gibi dillerde dolaşmaya devam ediyor.

Karakoç bir Müslümanın nasıl yaşaması gerektiğini şöyle ifade eder:   “Müslüman İslam’ı öyle sağlam, diri ve canlı yaşa ki, seni öldürmeye gelen sende dirilsin”.

Değerli şair ve mütefekkirimizi kendi mısralarıyla anıyor ve saygıyla selamlıyoruz, ruhu şad olsun:

“Sevgili

En sevgili

Ey sevgili

“Uzatma dünya sürgünümü benim

Ülkedeki kuşlardan ne haber vardır

Mezarda bile yükselen bir bahar vardır

Aşk celladından ne çıkar madem ki yar vardır

O şarkıya özenip söylenecek mısralar vardır

Yokdan da vardan da ötede bir var vardır

Hep suç bende değil beni yakıp yıkan bir nazar vardır

Sakın kader deme kaderin de üstünde bir kader vardır

Yanmışsam külümden yapılan bir hisar vardır

Yenilgi yenilgi büyüyen bir Zafer vardır

Sırların sırrına ermek için sende anahtar vardır

Göğsümde sürgününü geri çağıran bir damar vardır

Senden ümit kesmem kalbinde merhamet adlı bir çınar vardır

Sevgili

En sevgili

Ey sevgili.”