Fahri YAĞLI

Eczacı - Öğretim Görevlisi

fahriyagli@gmail.com

Ağrı Dağı’nın Zirvesine Neyi Çıkaracaktık?

Pek çoğunuz rahmetli Galip Erdem ağabeyi tanırsınız. Belki “teorilerini” bilmeyeniniz de vardır.

Galip Erdem ağabey, bizim neslin ve öncekilerin hem hocası, hem rehberi idi. Kocaman bir beyni ve ondan da büyük bir yüreği vardı. Hepsinden önemlisi sohbetleri doyumsuzdu. Erken yaşlarda vefatı Türk düşünce hayatı açısından çok büyük kayıptı! Büyük mütefekkirler öldükten sonra bile derse devam ediyor. Rahmetli de onlardan biriydi… Ruhu şâd olsun!..

“Bizler DÂVA’yı Ağrı Dağı’nın zirvesine çıkaracaktık. Yola koyulduk, bin zahmet ve emekle, acılar çekerek dağa tırmandık. Zirveye vardığımızda sevincimiz sonsuzdu ama küçük (!) bir noksanımız olduğunu fark ettik: Dâva’yı dağın eteklerinde unutmuştuk. Meğer biz dâvayı değil, kendimizi zirveye çıkartmışız…”(Erdem, G.)

Karakter adamı, öyle kolayına söylenip geçilecek bir hüküm değildir. Bütün bir hayatın iniş çıkışları ortasında sayısız imtihandan geçmeyi gerektirir. Her yiğidin harcı değildir. Hele bugünün ortalama insan profili ve yaşama anlayışında düpedüz bir kahramanlıktır.

Zordur ve zorluğu ölçüsünde güzeldir. Sahibi için ağır bir tercihtir, etrafı içinse farklı ve garip yaklaşımlara sebep olabilecek bir durumdur.

Karakter adamı her durum da nasıl davranacağı neredeyse tam bilecek insandır.

Yapılacak iş doğruysa, o koşulacak veya içinde olunmasını teşvik ve tavsiye edecektir.

Doğru, genel ahlaka ve dolayısıyla insan onuruna uygun değilse, ona duyurmak küçük veya büyük bir kıyametin kopması anlamına gelirdi. …

Oysa şimdi mütefekkirlerin üzerinde tüm siyasi iradeler ezerek ve unutarak koşuyorlar…

İlim adamında kimlik zayıf olunca, bu şahsiyetler de büyük defo oluyor.. Eğilin, bükülün, dönün döndükçe!

Her şeyi onlar biliyordu, bir tek onlar. Çünkü onlar “hakikatin merkezi” nde oturuyor; tartışılması düşünülemez, teklif dahi edilemez, mutlak doğruları söylüyorlardı…

Ne yazık ki ilmin üstünde güç bulan politik imtiyaz ve kimlikler, kendilerini hata yapmaz, eksik yapmaz sanalardı.. Öyle ya imtiyaz olunca ayakları takılmaz, tökezlemez ve asla düşmezdi onlar. Onlar ne diyorsa doğruydu, sence. Kamuoyunun, halkın çoğunluğu tarafından yanlış olduğu benimsenen durumlarda dahi, “öyle yaptılar ve söyledilerse, vardır mutlaka bir bildikleri” diye savundun durdun onları.

Ekonomik çıkar ve kariyer adına sattınız ilminizi…

Zira kendileri de senin gibi bir insan, bir kul, beyni ve ruhu olan bir canlı oldukları hâlde, her nasılsa, nasıl oluyorsa hatadan münezzehti onlar.…..

Böyle bilerek, böyle inanarak ve böyle diye diye tükettik ömrümüzü yazık…

Ey mechul, kim kaldı etrafında seni gerçekten dava adamı, düşünür, entelektüel, arkadaş, dost, kardeş bilenlerden?

Yüce Mevlâ? Yoksa hesap mahşere mi kaldı?

Yazık ki çok ağır, çok kötü kaybettik!

Yazık ki şimdi, tek kişilik bir mağluplar ordusu olarak son çağrıyı bekliyorsun hüzünlü bakışlarla.

Savunurdular bizleri hayli uzağa,

Acaba birer gölgemiydik, bu hayatta….

Bir fotoğraf kadrajının dışında bırakılmış sevimsiz bir detay, devam zorunluluğu olmayan sıkıcı bir derstik. Öğrenemediler. Onlar bizden vazgeçtiler. Vazgeçtiler ve kazandılar.

Biz kaybettik. Yine de vazgeçmedik.

Her seferinde daha güzel kaybettik.

En güzel biz kaybettik…