Nuri GÜRGÜR

Avukat

Putin Çarlık Rusya İmparatorluğu’nu Diriltebilecek mi

Donbass bölgesinde Rusya yanlısı ayrılıkçıların kurduğu Donetsk ve Lubanski cumhuriyetlerini tanıma kararının işgalin ilk adımı olduğu belliydi. Rusya 2008’de Gürcistan’da, 2014’de Kırım’da benzer adımları atarak Güney Osetya, Abhazya ve Kırım’ı ilhak etmişti. Ancak bu defaki hedefi sadece Ukrayna sınırları içerisindeki iki bölge değil, uluslararası hukuk bağlamında 600 bin kilometre kare toprağı, kırk milyonluk nüfusu bulunan büyük bir ülkenin tamamıydı. Çünkü Putin’e göre Ukrayna Rusya’nın bir parçasıdır, Bolşeviklerin ve Lenin’in yanlış tercihleri sonucu yapay bir devlet olarak kurulmuştur, egemenlik hakkına sahip değildir: “Ukrayna bizim için sadece komşumuz değil, aynı zamanda tarihsel akrabamız, kültürel ve dinen Slav ve Ortodoks yakınımız. Ukrayna tarihimizin bir parçası, Osmanlı saldırılarına karşı onları biz koruduk, doğusu eski Rus toprağıdır.” Putin bu konuşmasının ardından Donetsk ve Lubanski cumhuriyetlerini tanıdığını açıklayarak ordusuna “barışı korumak operasyonu” adı altında Donbass bölgesine girme emrini verdi.

Putin Sovyetler döneminde dünyanın en etkili istihbarat-araştırma-değerlendirme örgütlerinden biri olan KGB mektebinden yetişen bir siyasetçidir. Sovyetlerin dağılmasının “yüzyılın en büyük faciası” olduğu kanaatindedir. Bu çatının altındaki ülkelere o dönemde bağımsızlıklarını ilan etme hakkı verilmesinin, Rusya’nın şimdiki siyasi sınırlarına çekilmesinin yanlış olduğu görüşündedir. Başka bir ifadeyle Putin ve kendisiyle aynı görüşleri paylaşan sivil ve asker kadrosu Çarlık imparatorluğunu diriltmenin hesabını yapıyorlar. Gürcistan ve Kırım’da askeri gücünü devreye sokarak sağladığı kazanımlar, Suriye ve Doğu Akdeniz’de söz sahibi haline gelinmesi ümitlerini daha artırmış bulunuyor.

Putin KGB geleneğinden geldiğinden hedefine ulaşmak için güç kullanmayı doğal bir hak olarak görüyor, uluslararası hukuku tanımayı ve kurallarına uymayı düşünmüyor; yaptığı genişleme girişimlerini 1991’de Gorbaçov’un yanlış politikasıyla Rusya’nın elinden çıktığını iddia ettiği yerleri tekrar sahiplenmeyi, emperyalist bir uygulama olarak değil meşru bir hak olarak görüyor. Rusya bu anlayışla hareket ederek 2008’de Güney Osetya ve Abhazya’yı, 2014’de Kırım’ı kolayca ilhak etti. ABD ve Batılı ülkeler bu yapılanlara caydırıcı bir tepki göstermediler, diplomatik protestolarla yetindiler. Aylardır süren Ukrayna krizi Batı dünyasında ve NATO’da yaşanan zaafları ortaya koydu. ABD ile Almanya ve Fransa gibi müttefikleri arasında ortak politikalar üretecek stratejik işbirliğinin olmadığını, tersine her birinin siyasi hedefinin ekonomik çıkarlarına göre belirlendiğini gösterdi. Washington kriz sürecinde ne yapmak istediğini açıkça ortaya koymadı, net bir tavır almadı. Caydırıcı bir etkisinin bulunmadığını görmesine rağmen sadece Rusya işgale kalkışırsa ekonomik yaptırımlar uygulayacağını belirtmekte yetindi.

Doğalgaz ve petrol fiyatlarının ve küresel taleplerin artması neticesinde bunların ihracından Rusya’nın kazanımı geçen yıl 240 milyar doları bulmuştu. Talebin ve fiyatların bu yıl daha da artması bekleniyor. Avrupa doğalgazda Rusya’ya bağımlı hale geldi. Almanya ihtiyacının yarısını Rusya’dan sağlıyor. Vanaların tamamen olmasa bile kısılması bile Alman sanayisini krize sürükler. Türkiye bunun ufak çaplı bir örneğini geçen Ocak ayında yaşamıştı. Başka bir ifadeyle halen mevcut küresel ekonomik konjoktür kısa vadeli ve sınırlı ekonomik yaptırımlarla Putin’i frenlemekte yetersiz kalıyor.

Nitekim Rusya’nın Ukrayna’ya girme kararı üzerine ABD ve üç Avrupa ülkesinin aldığı yaptırım kararına karşı Putin bu tepkileri beklediklerini, gereken tedbirleri aldıklarını, dolaysıyla endişelerinin olmadığını söyledi.

Putin ve Kremlin, Ukrayna’da ibrenin Batı’ya dönmesini, NATO’ya ve AB’ne katılmasının gündeme gelmesini Rusya’ya yönelik “güvenlik tehdidi” olarak değerlendirdi. 2014 yılında aleyhine yapılan gösteriler üzerine Rusya yanlısı Devlet Başkanı Yanukoviç’in görevini bırakıp Rusya’ya kaçmasıyla Kremlin’in Kiev yönetimini kontrol imkânı kalmamıştı. Eski Doğu bloku ülkelerinin tamamının NATO üyesi yapılmalarından sonra Ukrayna’nın da kaybedilmek üzere olması, özellikle 2019’da Devlet Başkanlığına Batı yanlısı Zelensky’nin seçilmesi üzerine Putin düğmeye bastı; hem askeri hem de ekonomik hazırlıklarını hızlandırdı. Batılıları iyi tanıyordu; askeri müdahale yapamayacaklarını, kınamayla ve ekonomik önlemlerle yetineceklerini Kırım’ın ilhakında görmüştü. Putin, bir taraftan yoğun askeri hazırlıklar, operasyon plânlaması yaparken, diğer taraftan altın ve döviz birikimini olabildiğince artırdı. Ayrıca özellikle doğalgaz konusunda Almanya başta olmak üzere birçok Avrupa ülkesinin Rusya’ya bağımlı olmaları elini güçlendiriyor.  

Putin’in hesapları şu ana kadar tutmuş görünüyor. Ukrayna Devlet Başkanı Zelensky’nin açıkça belirttiği gibi, Rusya’nın askeri harekâtı plânladığı şekilde gelişirken, askerleri Kiev’e doğru ilerlerken, ülkesi havadan ve karadan ağır bombardıman altında ezilirken Batılılar sadece destekliyoruz demekle, ekonomik yaptırım paketleri açıklamakla yetiniyorlar. 

Bu orantısız savaş ne kadar sürecek, Ukrayna bu istilaya elinden geldiği kadar direnmeye çalışırken Rusya nerede duracak? Kremlin buna Putin’in karar vereceğini açıklamıştı. Putin ekonomik yaptırımlara bir süre direnebilir. Ancak Rusya ekonomisinin ve teknolojisinin / sanayisinin güvenilir bir kapasitesi yok. Moskova borsası şimdiden alarm veriyor. Rusya’da iktidarı belirleyen en etkili güç olan oligarklar, iş adamları yaptırımlar uzadıkça, finansal sistem ve bankacılık tıkanınca şikayete başlayacaklardır. Halk yirmi yıldır refaha, lüks tüketime alışmış durumda; yeniden eski yokluk günlerine dönmeye rıza göstermez. Başta Moskova olmak üzere bazı kentlerden daha şimdiden protesto sesleri geliyor.

Putin Ukrayna’nın tamamını işgal etmesinin, savaşın uzamasının doğuracağı sonuçları mutlaka hesap ediyordur. Dolayısıyla belirlediği siyasal ve idari ortamı sağlayınca barış yanlısı gösterilerle harekâtın tamamlandığını açıklayacaktır. Esas hedefi Ukrayna’da Moskova yanlısı bir yönetimi işbaşına getirmek, Rusya’nın eski toprağı dediği Donbass bölgesinin ilhak formalitelerini tamamlamaktır. Belki Karadeniz kıyısındaki büyük kentlere de bu kapsamda el koyabilir. Ukrayna’nın NATO üyeliği defterini de bu arada kapatmış olur.

Fakat ABD Afganistan’dan kaçarcasına çıkışıyla, Irak ve Suriye’deki başarısızlığıyla çok şeyler kaybetmişken buna Ukrayna’nın eklenmesinin altında ezileceğini göremeyecek kadar basiretsiz olabilir mi? Avrupa ülkeleri ve G-7’ler Rusya’nın bu pervasız saldırganlığından ürkmüş hatta korkmuş durumdalar. Putin “operasyon tamamlandı barışı konuşalım” dese de muhtemelen uyguladıkları ekonomik yaptırımlara son vermek istemeyeceklerdir. ABD Başkanı Biden orta ve uzun vadeli plânlama yapacak kapasitede olmayabilir; fakat her türlü politik tuzağı, toplumsal kargaşayı hazırlama deneyimi olan ABD’nin “derin güçleri” tarafından, Ukrayna halkının çekmekte olduğu korku ve acılar pahasına, Putin’in tuzağa çekildiğini düşünenler de var. Çünkü Ekonomisi daralacak, refah seviyesi görünür şekilde düşecek. Rus halkının ve oligarkların bu durumun baş sorumlusu olarak Putin’i görmeleri durumunda Kremlin’de yönetimin değişmesi kaçınılmaz hale gelir.