Prof. Dr. Hüsniye CANBAY TATAR

Akademisyen

Üç Kadın, Üç Haber, Bir Yorum

GİRİŞ

Gözün hâkimiyetinin yaşandığı, görmenin saltanat sürdüğü imaj çağında yaşadığımız birçok vesileyle dile getirilir. İmaj, yeniden üretilmiş görünüm olduğuna göre nesnesinden, zamanından ve mekânından uzaklaştırılmış farklı, yeni ve yeniden görme biçimlerini yansıtır. Böylece nesneye dönük olduğundan göze hitap eder ve seyredilmek için bulunur, bulundurulur. Bu yüzden olaylar seyirlik, seyredenler ise seyir toplumu olarak vasıflandırılır. Görmek vakıf olmak, sahip olmak, hiç değilse sahip olma arzusu taşımayı ima ettiğine göre hâkimiyeti hatta üstün duruma gelmeyi de çağrıştırır. Aslında bu arzu, tanrı ya da tanrıça tasvirlerinden altın buzağının yapımına, meraklı bakışlardan sinema ve televizyonun icadına kadar birçok örneği aklımıza getirmektedir. Bilhassa modern zamanlarda kadının resimlerde görünür kılınması, belki daha doğru bir ifadeyle bakan ve gören erkekleri özne haline getirirken veya bu anlayışı yeniden üretip gündemi oluştururken; kadının, öznenin karşısında inşa edilen, önce resimde sonra bedeniyle nihayet zihniyle şekle sokulan ve seyredilmek üzere var edilen ve buna inanan nesne konumuna getirilmesine ciddi oranda destek olmuştur. Ancak zamanla Tanrı’ya ait olduğuna inanılan her şeyi görme hakkı –sadece bazı- insanlar tarafından kullanılmaya başlanınca, hayat diğerleri –görülenler- için çekilmez hale gelmeye başlamış ve bu durum, biri tarafından en azından “1984” romanıyla en hafif deyimiyle şikayet konusu edilmiştir.

Söz ise kulağa seslenir, daha da önemlisi muhatap kabul eder dolayısıyla cevabı gerektirir. Söz, cevap beklemeyi ve cevap vermeyi amaçladığından dolayı hiç değilse bu açıdan özneler arasında cereyan eder. Bu sayede kadın ve erkek özne ve nesne konumundan çıkarak özne- özne konumuna yükselir. Aslında erkeğin durumu değişmezken kadının nesne olma durumundan özne olma konumuna yükselmesi, yani her ikisinin insan olma noktasında buluşması söz konusudur.

Tebliğimizin başlığını oluşturan üç kadın, göze değil kulağa seslenmesi, göze görünür hale getirilirken bile seyirlik hale getirilmemesi/ getirilememesi açısından tercih edilmiş ve bu açıdan ele alınmaya çalışılmıştır. Bu kadınlar: İnsanlığın anası olması bakımından Hz. Havva, insana insaniliği öğretenlerden Hz. Asiye ve teslim olma ve olmama ölçüsünün ince ayarını tutturanlardan Hz. Meryem olarak sıralanmıştır. Tebliğde, bu üç kadının tercih edilme sebepleri, insanın başlangıcından ve tarihin içinden insana gönderdikleri haberler, günümüz şartları çerçevesinde ve kadın anlayışı bakımından yorumlanmaya gayret edilecektir. Metinde bahsi geçen kutlu kadınların isimlerinin önünde hazret sıfatının bulunmayışı, bu sıfatı hak etmedikleri inancından değil; yazarın okuma gayretine rağmen yazma gayretsizliğine ve teknolojiyle arasında kapatamadığı mesafeye verilmesi rica olunur.

Üç Kadın: Hz. Havva, Hz. Asiye, Hz. Meryem

İnsanlığın Dünyayı mekân tutması çok farklı yaklaşımların, düşünce, inanç ve ideolojilerin konusu; çeşitli tartışma ve çatışmaların odağı olmuştur. Aynı şekilde insanı oluşturan kadın ve erkeğin varlığı da hem mezkûr konuyla ilgili olarak hem de kendi başına bu tartışmadan nasibini almış veya yenilerinin başlangıcı olmuştur. Tarih dik duran, kıyama kalkan, bir türlü belini doğrultamayan ve kime olduğunu düşünme takatini bile bulamadan secdeyle ömrünü tüketenlerle doludur. Tıpkı günümüzde olduğu gibi: Hâkimiyet kuranlar, buna razı olanlar, rıza göstermeye zorlanan veya kandırılan ve yönlendirilenler. Kitle toplumuyla ilgili tartışmalarda bolca örneğini gördüğümüz söz konusu durum, belki de bugün daha yaygın, daha zorlayıcı ve daha sofistike olması bakımından yeni görünmektedir. Bu- bakımdan günümüze kadar sesini duyuran kadınların bu maharetlerinin sebebi anlatılan kıssalar doğrultusunda incelenmeyi fazlasıyla hak etmektedir.

Tekvin, insanın yaratılışını kısaca şöyle ifade eder: Balıklara, kuşlara, hayvanlara ve yeryüzünün tümüne egemen olması için Tanrı, insanı kendi suretinde ve kendine benzer yaratmıştır (Tekvin, 1: 26). Âdem topraktan yaratılmış ve burnundan hayat soluğu üflenmiştir. Ortasında hayat ve iyi ile kötüyü bilme ağacının bulunduğu Aden’e yerleştirilmiştir. Âdem’e bu bahçeye bakma ve işleme görevi verilmiştir. Bahçede bulunan meyvelerden istediğini yiyebileceği izninin yanında; yediği zaman öleceği gerekçesiyle zikredilen ağaçlardan yememesi hususunda yasağın da muhatabı olmuştur (Tekvin, 2: 7-9, 15-17). Zamanla Tanrı, yalnızlık çeken Âdem’in, yalnız kalmasının iyi olmayacağından hareketle ona uygun bir yardımcı yaratmaya karar vermiştir. Sonra bütün hayvanlar ismi konmak üzere Âdem’e getirilmiş, isimleri konmuş, ancak kendisine uygun bir yardımcı bulunamamıştır. Bunun üzerine Âdem’e derin bir uyku verilerek kaburga kemiklerinden biri alınmış ve yeri etle kaplanmıştır. Bu kemikten, kadın yaratılarak getirilmiş ve Adam kendisinden alındığı için Âdem ona kadın ismini vermiştir (Tekvin, 2: 18-23).

Tanrının yarattığı hayvanların en kurnazı olan yılan kadına bahçedeki meyvelerin tümünün yenmesinin yasak olup olmadığını sorar. Bunun üzerine kadın yedikleri vakit ölecekleri gerekçesiyle, yasağın sadece bahçenin ortasındaki ağacın meyvesi ile sınırlı olduğunu söyler. Yılanın kesinlikle ölmeyeceklerini, üstelik gözlerinin açılacağını, iyi ve kötüyü bilip, Tanrı gibi olacaklarını söylemesi üzerine kadın, ağacın güzel, bilgelik kazanmak için çekici olduğunu görmüş; önce kendisi yemiş sonra da kocasına yedirmiştir. Böylece çıplaklıklarını fark edip örtünmeye çalışmışlardır. Tanrı ne yaptıklarını sorduğunda, Âdem meyveyi kadının kendisine verdiğini, kadın da kendini yılanın aldattığını söylemiştir (Tekvin 3: 9-13). Bu durum yeryüzüne düşüşle sonuçlanmıştır.

Cennet hem Allah tarafından imtihanı başaranlar için mükâfat hem de insanın kendi yaşadığı yer ve hayatı yapmakla görevli olduğu ideali belirtir. Nitekim Aden, İbranice zevk ve tat anlamında cennete karşılık gelmektedir. Keza Tekvin’de cennet dünyada coğrafi bir bölgedir (Erdem, 1994: 31- 32).Yahudi ilahiyatında Âdem’in isim verilmeden yerin toprağından yaratıldığı anlatılır. Ancak Allah’ın kendinden ruh verdikten sonra insani işlevlere kavuştuğu belirtilmektedir (Erdem, 1994: 22-23).

Bu konu Kur’an’da da haber verilmekte ve yeryüzünde bir halife yaratılacağının meleklere duyurulmasıyla başlamaktadır. Hz. Âdem yaratıldıktan sonra meleklere Ona secde etmeleri söylenmiş, onlar da emri yerine getirmiş ancak İblis kibrinden dolayı itiraz etmiştir. Kur’an’da sadece Hz. Âdem ve Havva’nın zalimlerden olacakları gerekçesiyle, bir ağaca yaklaşmamaları tembih edilmiştir. Yasak meyvenin yenmesinde ise sadece Havva değil, ikisi birden sorumlu tutulmakta ve Şeytanın onları aldattığı belirtilmektedir (Bakara, 30-36). Ayrıca daha önceden ağacın yasaklandığı ve Şeytanın Hz. Âdem’den dolayı kovulmasının intikama yol açacağı ve düşman olacağı hususunda önceden uyarıldıkları ifade edilmektedir (Araf, 22).

İslâm kaynaklarında Âdem Allah tarafından yaratılmış ve bunda toprak kullanılmıştır. Meleklere secde etmeleri söylenmiş, böylece insanın meleklerden üstün olma özelliği vurgulanmıştır. Kur’an kaburga kemiğinden bahsetmemektedir. Âdem yalnızlık çekerken, yanında Havva’yı bulmuş ve mutlu olmuştur (Erdem, 1994: 116-146). Hıristiyanlar ise Tevrat’ta bulunmamasına rağmen Havva’yı suçun ve günahın sembolü kabul etmiş ve bunu bütün insanlığa teşmil etmiştir.

Kur’an suçlu olarak Havva’yı görmediği gibi Âdem’in de unutmuş olduğu için yasağa uymadığını belirtir. Dolayısıyla asli bir suç anlayışı bulunmaz, kadın tek başına suçlu görülmez ve insanoğlunun tamamına teşmil edilmez. Allah Âdem ve Havva’yı yaratmış ve onlara dokunmayacakları bir ağaç göstererek sınırlama getirmiştir. Burada aslında bir irade imtihanının söz konusu olduğu söylenebilir. Verilen söz karşısında insanın tavrı sınanmış, suçu birbirine atmanın bir faydasının olmadığı da dünyaya düşüşle ortaya çıkmıştır.

Bu sonuçta bir bakıma görmeye ve görünürlüğe vurgusu bakımından imajın etkisine dikkat çekilebilir. Zira imaj göze hitap eder ve nesneye yöneliktir, dolayısıyla kendini seyrettirir. Söz kulağa hitap eder, dolayısıyla cevabı gerektirir, çünkü muhatap alır. Göz arzuyu tetikler, arzu ise konuşmayı gerektirir. Kulağa hitap eden ses doyumu gerektirir, doyum ise sükûta götürür. Görme gördüğü şeyi onun için, göreni de kendisi için yapar. Bunun için Âdem Havva’yı görünce konuşmak için hayli heves etmişti. Aynı durum Hz. Musa’nın da on emirle döndüğü vakit Altın Buzağıyla karşılaşmasına sebep olmuştu (Ellul, 2004: 31,41-43). “Bir imge, yeniden yaratılmış ya da yeniden üretilmiş görünümdür. İmge ilk kez ortaya çıktığı yerden ve zamandan-birkaç dakika ya da birkaç yüzyıl için- kopmuş ve saklanmış bir görünüm ya da görünümler düzenidir. Her imgede bir görme biçimi yatar” (Berger, 2004:10). Aslında görünür hale getirme onun nasıl görüneceğinin ve nasıl görüleceğinin tespit ve tayin edilmesini de içerir. Görebilmenin sahip olma hissini, hiç değilse kontrol edebilme emniyetini sağlaması görmeye ve görülene insanı sevk etmiştir. Kulağa seslenmek muhatap alınmayı getirmişse de inşa edilen ve denetleme imkânını elde etmek Buzağı örneğinde olduğu gibi, insana hem rahat gelmiş hem de tanrı gibi olma arzusunu tattırmıştır. Keza Havva’nın meyveyi, Âdem’in Havva’yı görmesi ilkinde yeme ikincisinde konuşma iştihasının ortaya çıkmasına yol açmıştır. Bu yüzden yasaklanmasına rağmen duyulan iştiha irade imtihanının kaybıyla sonuçlanmıştır.

Evlendikten sonra Âdem Havva’yı yanına çağırmış, Havva gitmediği gibi üstelik Âdem’in yanına gelmesini söylemiştir. Konunun uzatılmaması için Allah Âdem’e gitmesini bildirmiştir. Evlilik öncesi erkeğin kızın evine gitmesi âdetinin, görücü usulünün buradan kaynaklandığı söylenir. İslâm’da kadının erkeğe yardımcı olmak için yaratıldığı inancının yerini dostluk ihtiyacı, insanın yalnız kalamayacağı sebebi almaktadır. Kadın yaratılmadan önce erkeğin huzur ve sükûneti yoktu. Dolayısıyla bir dosta ihtiyaç duymaktaydı. Bu dostluk ihtiyacını karşılamak üzere Havva da Âdem gibi orijinal ve bağımsız yaratılmıştır. Âdem’in Havva’ya bakışı ve yakın oluşu özelde ikisinin genelde kadın ve erkeğin dostluklarının kaynağı olmuştur. Allah bu olayı onların birbirleri ile münasebetlerinin kökeni yapmıştır. Âraf suresinin 189. Ayetinde sizi tek nefisten yaratan ifadesinde erkek ve kadının aynı kök ve özden yaratıldığının haberi verilmektedir (Cevadi, 2005:29-30). Böylece kadın, erkek için giden değil, yanına gidilen konumunda olduğunu unutmaması gerektiği haberini duyabilmelidir.

Yahudi inancında Havva meyveyi yedikten sonra yaptığı hatayı anlamış ancak kendisinin kaybettiklerinin, Âdem’de mevcut olacağını yılanın hatırlatması üzerine başka bir kadınla evlenebileceği düşüncesine katlanamamış ve sonucunu bilerek meyveyi Âdem’e de yedirmiştir. Âdem ise Havva’ya güvendiği için meyveyi sorgulamadan yemiştir. Dolayısıyla Yahudi literatüründe Havva hissî davranan, günahkâr ve günaha teşvik eden şeklinde görülmüştür. Ancak bu suç, bütün insanlığa teşmil edilmemiştir (Erdem, 1994: 40-47).

Bakmak ve korumak maksadıyla cennete konulan Âdem imtihana tabi tutulmuş, hayat ve iyilik ile kötülüğü bilme ve ayırt etme ağacına yaklaşmaması hususunda yasak konulmuştur. Üzüm, elma, buğday, incir vs. çeşitli şekillerde isimlendirilen bu ağaç cennette kalmak için konan yasağın kendisi olmuştur. Havva ölümsüz olmak, meleklere benzemek hatta Tanrılaşmak için ağaçtan yemiş, Âdem’e de yedirmiştir (Erdem, 1994: 40). Tanrılaşmak kul gerektireceğinden, başka insanların araç haline getirilmesi söz konusu olacağından, insanın gayreti Tanrılaşmak değil, olgun insan haline gelmek olmalıdır. İnsanlar sadece takdir edilecek işlerin değil, suç işlediklerinde de bunu kabul etme cesareti ve arkasında durma dirayetine sahip olmalıdır. Nitekim suçu birbirine atmakla her ikisi de Cennetten düşüşten kurtulamamıştır.

Firavun da sahip olduğu bilgi dolayısıyla Tanrılık iddiasında bulunmuş, yönetimi altındaki insanları da kendisine kul yapma gayreti içinde olmuştur. İsrail nüfusu çoğalmasın diye bir yıl erkek çocuklarını öldürtmüş, işgücü azalmasın diye bir yıl yaşamalarına izin vermiştir. Otoritesini sarsmadan hâkimiyetini devam ettirmek için sadece onların ölmesi ya da kalmasına değil, nasıl yaşayacaklarına da karar verme hakkını elinde tutmuştur. Nitekim erkek çocukların öldürülmesiyle İsrail oğullarının sayısı kontrol altına alınmış, kadınların her anlamda kullanımıyla da ahlâkî ve psikolojik zafiyet yaratılmıştır. Firavun’un isminin bile kibir, bozma, saptırma anlamlarına geldiği göz önüne alınırsa yaptıklarını anlamlandırmak daha kolay hale gelecektir (Kara, 1991: 136-177).

Hz. Musa’nın dünyaya gelişi ve gönderiliş sebebi Kur’an’da şöyle ifade edilmiştir: Bu zayıf duruma düşürülenleri kuvvetli kılmak Firavun ve Hâman’a korktukları şeyleri göstermek istedik. Musa’nın annesine onu emzirmesini ve onun için korktuğu vakit onu nehre bırakmasını vahyettik. Böylece Firavun’un ailesi, onu düşman ve başlarına dert olarak yanına almış ve Asiye, Firavun’a sandıktakinin erkek çocuğu olmasına rağmen öldürülmemesini kabul ettirmiştir. Süt annesi olarak da Hz. Musa’nın annesi çağırılır ve Musa annesine, annesi de O’na kavuşur (Kasas, 6-13). Bu hareketiyle Hz. Asiye Tanrılık iddiasında bulunan Firavun’a karşı tek başına durabilme cesaretini göstermiş, Musa da annesi, ablası ve Asiye’ye emanet edilmiştir. Bu yüzdendir ki Kuran Hz. Asiye’den faziletli bir örnek olarak bahsetmektedir. Kuran’ın muhavere kültüründen dolayı O, sadece kadınlara değil bütün insanlığa örnek olarak gösterilmiş ve faziletli sayılmıştır.

Fazilet, fazladan yapılan, insanı insan yapan, dik duruş, cesaret ve ferdî gayrete işaret eder. Mutlak ve sorgulanmaz bir hâkimiyet karşısında bu fazileti gösteren Hz. Asiye’dir. Buna ilaveten kraliçeliğinden vazgeçiş ve kendini insanlığından edecek olan egemene boyun eğmeyiş. Herkesin rıza gösterdiği, ortak olduğu, hiç değilse boyun eğdiği hâkimiyete insanca bir duruş sergilemiştir. Firavun’a ve onun hâkimiyetini sağlayanlara karşı cesaret ve faziletle mücadele etmiştir.

Firavun’un mutlak hâkimiyetini oluşturan, idame ettiren, destek veren ve nemalanan müthiş bir kadrosu vardı: Vezir Hâman, onun hâkimiyetine siyasî ve askerî açıdan destek veriyor; Karun, dillere destan servetiyle, Onun hâkimiyetinin finansmanını sağlıyordu. Bilim adamları, bildikleri sayesinde, bilhassa olacakları önceden haber vererek Firavun’un tanrılaşmasına zemin hazırlıyor; sihirbazlar ise egemenlik ve kurulu düzeni halka benimseterek, manipülasyon görevini, bir nevi günümüzdeki medya rolünü üstleniyordu. Böylece idare, servet, bilgi ve medya bu mutlak hâkimiyeti tartışılmaz ve sorgulanmaz hale getiriyordu. Bütün bunlar karşısında Musa üç kadına, annesi, ablası ve Asiye’ye emanet edilmişti. Söz konusu kadroyla sadece bu üç kadın hem mücadele etmiş, hem de mücadele edecek Musa’yı yetiştirmişti. Böylece egemenlerle mücadele edilebileceği haberini Asiye bize göndermiş, sonuçta Musa’yı yetiştirerek başarıya da ulaşmıştır. Kuran’da da misal gösterilen Hz. Asiye, “Rabbim senin katında bir ev inşa et beni Firavun’dan, onun zulmüne ortak olanlardan ve zulmünden kurtar” diye dua etmiştir (Tahrim 11). Karşımızda bir cesaret ve başarı timsali durmaktadır. Gelecek öngörülse de, birtakım planlar yapılsa bile erkek ve kadınların, aslında insanın cesareti ve gayreti bunu geçersiz kılabilmektedir. Buradan Tanrılık iddiasıyla insanların hayatını tanzim eden bütün güçlere ve mutlak hâkimiyete karşı rıza gösterilmeyeceği, üstelik bunun bir kadın tarafından yapılabileceği sonucuna ulaşabiliriz.

Asiye’nin yaptığı iş hakikaten zordu. Zira daha sonra Hz. Musa Firavun’un azgınlığı sebebiyle tebliğle görevlendirilmiş, bunun üzerine Hz. Musa onun azgın davranışlarından çekindiklerini ifade etmiştir. Nitekim “Rabbim göğsümü aç, dilimden düğümü çöz ve işimi kolaylaştır” şeklinde dua etmiş, hatta kardeşi Harun’u destek için yanında istemişti (Taha, 24–47). Bu dua Hz. Asiye’nin Firavun’a karşı mücadelesinin kıymetini anlamak bakımından önemlidir. Nitekim cesaretin cinsiyetinin olmadığını gösterir. Ayrıca bütün erkek ve kadınların şikâyet yerine cesaret ve gayrete başvurmaları için de Hz. Asiye bir rol model olarak bize seslenmektedir.

Tertemiz, iffet abidesi, faziletli kadınlardan biri de Hz. Meryem’dir. Meryem’in annesi henüz daha karnındayken Onu Allah’a bağışlamıştı. Çocuğun kız olduğunu görünce, kızın erkek gibi olmadığını söyleyerek, annesi üzüntüsünü dile getirir. Ancak Allah bağışını kabul eder ve ona bakmakla Hz. Zekeriya’yı sorumlu tutar (Âli İmran, 35–37). “Ey Meryem muhakkak ki Allah, seni seçti ve tertemiz yarattı ve seni âlemlerin kadınları üzerine üstün kıldı” hitabının muhatabı da Hz. Meryem olmuştur (Âli İmran, 42).

Hz. Meryem küçük yaşında mabede bağışlanarak, Hz. Zekeriya’ya emanet edilmişti. Demek ki hem Havva örneğinde olduğu gibi bilgi ağacı insanlara, hem Musa örneğinde olduğu gibi erkekler kadınlara, hem de Meryem örneğinde olduğu gibi kadınlar erkeklere emanet edilmiştir. Sadece erkeklerin himaye ve emaneti yüklenme görevleri söz konusu değildir. Aynı zamanda kadınların da emaneti üstlenmek ve fail olma görevleri vardır. Kadınlar da nesneleştirmeye olduğu gibi, pasif bırakılmaya direnerek rol model olabilmişlerdir.

Cebrail bir erkek suretinde Hz. Meryem’e geldiğinde, O endişeye kapılmıştı. Ailesinden ayrılıp şarka çekildiğinde, Cebrail gönderilmiş ve beşer suretinde görünmüştü. Hz. Meryem senden Rahman’a sığınırım ve takva sahibi isen bana bir zararın dokunmaz diyerek onu karşılamıştı. Cebrail’in çocuk müjdesi üzerine evli olmadan çocuğunun nasıl olacağını sormuş, ancak aldığı cevap üzerine tasdik etmiş; çocuğu olduğunda ise kavmine konuşmama orucu tuttuğunu söylemesi tembih edilmişti (Meryem, 16-26).

Bahsi geçen olay üzerine Hıristiyan ilahiyatında suçun Âdem, kurtuluşun ise İsa yoluyla geldiğine inanılmıştır. O, kurtuluşu kendisini feda ederek sağlamıştır. Böylece suçu miras bırakan Âdem, kurtaran İsa inancına ulaşılmıştır. Buna göre Âdem topraktan, İsa semadan gelmiştir. Âdem günah ve ölümün, İsa iyilik ve hayatın temsilcisi olmuştur. İnsan Havva’yla cennetten düşmüş, Meryem’le kurtuluşa ermiştir. Âdem ve Havva şeytana yenilmiş, İsa ve Meryem onu yenmiştir (Erdem, 1994: 88-96). Hıristiyan teologlara göre insanlık bir kadın vasıtasıyla ölüme bağlanmış, bir kadın ile de kurtuluşa nail olmuştur. Buna göre Havva eski, Meryem yeni hayatın anasıdır. Dolayısıyla mariologlar her ikisi arasında bir zıtlık görürler (Tümer, 1997: 41-48).

Çocuk müjdesi Meryem ile birlikte yaşlı Hz. Zekeriya’ya da verilmişti. Bu müjde üzerine Hz. Zekeriya karısının ve kendisinin çok yaşlı olduğunu dolayısıyla çocuklarının nasıl olacağını sormuş, meleğin müjdeyi tekrarlaması üzerine O, bir delil istemişti (Meryem, 7-10).

Hem Hıristiyan kaynaklarınca Havva ile Meryem mukayesesinde hem de Kuran’daki kıssaya göre Hz. Havva, söyleneni tasdik ettikten sonra uymamış, Hz. Zekeriya tasdik etmiş ancak delil istemiş, Hz. Meryem ise tasdik etmiş ve buna uymuştur. Buna göre sâdık tasdik eden, sıddîk ise kayıtsız şartsız tasdik eden olduğuna göre, Hz. Meryem sıddîk mertebesindedir (Cevadi, 2005: 128- 129). O, kitlenin kabul veya reddine aldırış etmeden, yani kitlenin bir parçası olmadan, kendi ferdî tercihini yapmış ve uygulamıştır. Dolayısıyla Hz. Meryem faziletli bir kadın ve örnek bir şahsiyettir. Çocuğun emanetini üstlenerek kavmine döndüğünde başına gelecekleri bilmesine rağmen, o emaneti yüklenebilme cesaretini göstermiş ve çocuğunu yetiştirme gayretinde olmuştur.

Hz. Meryem kıssası iffet konusunda da örnek olarak gösterilir ve aynı konu Yusuf kıssasında da işlenir. Hz. Yusuf’un yanında çalıştığı azizin karısı Züleyha Ondan murad almak istemiştir. Kur’an’daki ifadeyle kapıları Hz. Yusuf için sıkıca kapatmıştır. Kadın Yusuf’u arzulamış, Allah’ın delilini görmeseydi, Hz. Yusuf da ona meyletmişti. Böylece Hz. Yusuf fuhuştan ve kötülükten uzaklaştırılmıştı (Yusuf, 23-24).

Hz. Yusuf Allah’ın yardımıyla kadının arzusuna iştirak ve azmetmemiştir. Hz. Meryem ise erkek suretinde Cebrail’i gördüğünde, Rahman’a sığındığını söyleyerek, kendini uzak tutmuş ve meyletmemişti. Ayrıca Allah’tan korkuyorsan bana dokunma diyerek karşısındakini de men etmişti (Cevadi, 2005: 110). Yani hem kendini arzu nesnesi olmaktan koruma dirayet ve cesaretini göstermiş hem de karşısındakini bundan men ederek muazzam bir özne örneği sergilemiş ve Allah’tan başkasına teslim olmamıştır.

Hz. Meryem’in Hıristiyan kaynaklarında virjinliği yani bakire olması, İslâm’da ise iffet-i Ahsen olduğu vurgusu da sebepsiz değildir. Kutsal fahişelik ya da mabet fahişeliği tarihte yaşanan bir olaydır. Hatta Matta incilinde dört ünlü Yahudi düşmüş kadından bahsedilir. Ruth, utanç verici cinsi istismara düşkün; Baatsheba, kral Davut ile zinaya kalkışmış; Rahab, bir genelev patroniçesi, Tamar ise bir tapınak fahişesiydi (Freke ve Gandy, 2006: 129).

Hiçbir maske, dünya görüşü, ideoloji, hatta kutsallık maskesi altında bile kadınların ne bedenen ne zihnen sömürülmesinin, arzu nesnesi haline getirilmesinin kabul edilemeyeceği haberi yine Meryem örneğinde bize sunulmaktadır.

Üç Haber

İmaj hem hakikati hem illüzyonu kapsamasından dolayı ikiyüzlü bir görüntü arz eder. Her medya, metinle imajı bilhassa cinsellik çerçevesinde birleştirir. Bu durum resimlerle kadınlar arasında nispet yapılmasına yol açmaktadır: Resimler de kadınlar gibidir, gözün tatmini için dizayn edilmiş, ideal tarzda sessiz ve güzel yaratıklardır (Ellul, 2002). Aslında kadınların kendisi böyle olmadığı halde yukarda ifade edildiği gibi imajda, dizaynda sessiz bırakılmış, bu sessizlik gerçek hayatın da modeli olarak sunulmuştur.

Ancak yukarıdaki benzetmeyi gerçekleştirmek için hayli gayret sarf edildiğini de hatırlamak gerekir. “Bu resimler sessiz biçimde ve yine önemli bir yaklaşımla, göz, kulak burun, dokunaç ve damağın tüketimine sunulan dünyevi hazların propagandasını yapıyordu…Kadının çıplak teni gözlerimizi alıyor…Özel bir görüntü oluşturuyor kadının bedeni. Kadının çıplak oluşu elbette ki her şeyi değiştiriyor. Çünkü bu durum alınacak hazzı erotikleştiriyor, yani (beş duyu için) şehvanileştiriyor… Resimdeki görsel hazlar olağandışı ve böyle olduğu için de resme bakmamız için gereken sebepleri fazlasıyla sunuyor bizlere… Bizde bakma isteği yaratması ölçüsünde duyulu bedenlerimizi harekete geçirir…resimlerin şiddetli arzuları tatmin etmekten çok yarattığı” söylenebilir (Leppert,2002:140-144). Modern sanatta bilhassa tüketim ve cinselliğin göz merkezci bir anlayışla ve kadını seyrin nesnesi, erkeği de bunun faili ve öznesi olarak takdiminin bir özeti görülmektedir. Meryem ve Asiye’nin nesneleşmeden, kadına nesneleşmeye karşı dik duruşu öğreten ve bütün zamanlara gönderen haberini duymak, seyirlik hale getirilmeye çalışılan kadınların en azından tercih şanslarının olduğunu gösterir.

Aslında her dönem kendi insan ve kadın anlayışını oluşturur. “Hıristiyanlığın erken döneminde de yeni tip bir insan yaratılmaya çalışılmıştır. Pek çok kişi bu ideallere ulaşmayı başarınca bedenlerine ve ahlâkî değerlerine bir usta ya da sanatçının işlenebilir bir metale şekil vermesi gibi şekil verebileceklerine inandılar. Diğer bir deyişle, Antik Çağın fiziksel ve duygusal gereksinimler inancının yerine insan iradesinin gücüne inanan bir anlayış geçmişti…Cinsellik insan iradesinin gücünün ve zayıflığının anlaşılmasında en önemli ölçü haline gelmişti” (Rubenstein, 2004: 96). İnsan bedeni Havva’dan beri irade imtihanının temel konusu olmuş, sonunda sadece bedenle sınırlı olmadığı anlaşılan, çıplak kalmak ve düşüşün acı yüzüyle karşılaşmak, insanoğlunun anasının bize gönderdiği kıymetli bir haberdir. Kulak kesilmek kızlarının tercihine bırakılmıştır.

Ne var ki çeldirici seçeneklerin çokluğu ve bunların su gibi tabii sunumu onların işini hayli zorlaştırmaktadır. “Yalnız Avrupa sanatına özgü olan Rönesans’ın başlarında yerleşen perspektif geleneğinde her şey bakan kişinin görüş açısına göre düzenlenir… Perspektif bir tek gözü, görünen nesneler dünyasının merkezi yapabilir… Görünenler dünyası seyirciye göre bir zamanlar evrenin Tanrı’ya göre düzenlendiği biçimde düzenlenmiştir… Erkekler kadınları seyrederler. Kadınlarsa seyredilişlerini seyrederler…Kadının içindeki gözlemci erkek, gözlenense kadındır. Böylece kadın kendisini bir nesneye- özellikle görsel bir nesneye- seyirlik bir şeye dönüşmüş olur” (Berger, 2004:16,44). Sadece Havva ananın haberi değil diğer iki örnek kadından aldığımız haber de aynı şeyi söylüyordu: Biri, erkek sandığı güç karşısında boyun eğmiyor, kendisini olduğu gibi karşındakini de men edebiliyor; diğeri toplumda cari olan kurallara, kural koyucu egemenlere karşı durabiliyordu.

Bir Yorum

Genelde insanların çoğu, özelde kadınlar; tanrılaşma heveslisi, güç tutkunu ve egemen olma hastası insanların, onları her şeyiyle tanzim etme veya yönlendirme hırs ve arzusunun nesnesi haline getirilmiş ve getirilmeye devam edilmektedir. Eskilerden aşırılmış, yeni düzenler kurulmakta, bu düzenlerin-her nevi ideolojilerinden, moda ve tüketim kalıplarına kadar- ihtiyaç duyduğu kullaştırma projeleri- itiraf etmek gerekir ki- gayet sofistike ve hissettirmeden hatta gönüllü tiryakilik yolunda rahatça ilerlemektedir. “Duyulardan kaynaklanan fiziksel hazların … hem görselleştirildiği hem de kahramanlaştırıldığı bir dönemde, bizzat seyircinin duyulu bedeni bir tür estetikleştirilmiş haz bilimi tarafından fiilen nesneleştiriliyor, ayrıştırılıyor ve çözümleniyordu…resmedilen şeyleri görmekle yetinmek zorunda kalanlar için bu tür resimler (ise) sahip olma alanlarının, bakmakla yetinme alanından ayıran dev bir uçuruma işaret etmektedir…İmge gelecekteki her türlü aksine iddiaya karşı bir tür psişik ve görsel sigorta poliçesi işlevi görmektedir” (Leppert, 2002:144-147).

Ancak unutmamak gerekir ki Havva Şeytanın baştan çıkaran düzenin mağdurudur. Asiye, daha önce kurulmuş benzeri bir düzenin en sağlam tahtında bulunmasına ve egosuyla nimetlerinden yararlanmasına rağmen, insanlığı ve onun gerekleri bakımından düzenin karşısında; ötekilerin, kullaştırılıp her türlü kullanımın nesnesi haline getirilenlerin yanında yer almakla, aslında insan olmanın yanında saf tutmayı tercih edebilmiştir. Aynı şekilde Meryem, hiçbir şeye teslim olmadan ve hiçbir şeyin kendisini teslim almasına izin vermeden gayesi uğruna yürüyebilmiştir.

SONUÇ

Bize haber göndermek, bize seslenmek ve bizi muhatap almaktır. Seslenmek seyretmenin aksine görünene indirgeme, nesneleştirme yerine özne olmayı sağlamaktadır. Yukarıda bahsedilen üç örnek kadının anlatılan kıssası her şeye rağmen özne olmayı insanlığa öğretme görevini üstlenmiştir. Nitekim herkesin, herkesleşirken yani kitleleşirken yani yapılması gerekenlerin faili olmak yerine, yapılananların seyircisi, yapılmak istenenlerin nesnesi olurken; bunlardan hiç biri nesneleşmeye boyun eğmemiştir. Yine bu faziletli kadınlar, herkesin öyle yaptığının veya öyle olduğunun mazeretine sığınmadan ve hilesine tenezzül etmeden, kendi tercihlerini yapabilmiş ve tavırlarını hem sergilemiş hem de bizi haberdar etmişlerdir.

KAYNAKÇA

BERGER, John. (2004), Görme Biçimleri, (Çev.:Y. SALMAN), 10. b., Metis Yay., İstanbul.

CEVADİ, Amuli. (2005), Celal ve Cemal Aynasında Kadın, (Çev.: E.,OKUMUŞ), 4. b., İnsan Yay., İstanbul.

ELLUL, Jacques. (2004), Sözün Düşüşü, (Çev.: H.ARSLAN), 2.b., Paradigma Yay., İstanbul.

ERDEM, Mustafa. (1994), Hazreti Adem, İlk İnsan, Türkiye Diyanet Vakfı Yay., Ankara.

FREKE, Timothy ve Gandy Peter. (2006), İsa ve Kayıp Tanrıça, (Çev.: A. BENGİSU), İstanbul.

KARA, Necati. (1991), Kuran’a Göre Hz. Musa, Firavun ve Yahudiler, 2.b., Seha Yay., İstanbul.

LEPPERT, Richard. (2002), Sanatta Anlamın Görüntüsü, (Çev.:Đ. TÜRKMEN), Ayrıntı Yay., İstanbul.

RUBENSTEİN, Richard. (2004), İsa Nasıl Tanrı Oldu?, (Çev.: C. DEMİRKIRAN), 2.b., Gelenek Yay., İstanbul.

TÜMER, Günay. (1997), Hıristiyanlıkta ve İslam’da Hz. Meryem, Ankara