Oğuz ÇETİNOĞLU

Ekonomist, Araştırmacı-Yazar

ocetinoglu1@gmail.com

Milli ve Ulusal Kelimeleri

Türk milleti tarih boyunca; bayrağını, vatanını hatta dinini değiştirmiş, fakat dilini asla değiştirmemiştir.

Günümüze intikal eden yazılı Türkçe metinlerin en eskisi Orkun Kitâbeleri'dir. Kitâbelerden anlaşıldığına göre Türkçe o dönemde de muhteşem bir anlatım gücüne, kelime zenginliğine sâhipti. Bu güç ve zenginlik, günümüze kadar gelmiştir. Bundan sonra da asırlar boyunca kalıcı olması, dilimiz konusunda göstereceğimiz titizliğe, hassasiyete, dikkate ve şuurlu kullanımlara bağlıdır. En küçük bir gevşeme yüzünden meydana gelecek ve devam edecek bozulmalar sebebiyle üstleneceğimiz vebal çok büyük olur.

Türk milletinin varlığı kültür temeline dayalıdır. Dil, din ile birlikte kültürün en önemli unsurudur. Dilini kaybeden milletler, kültürlerini de kaybederler. Kültürünü kaybeden milletler, tarih sahnesinden silinir. Tarihte bunun pek çok örneği vardır. Tek istisnası ise Gagauz-Gökoğuz Türkleridir.

Dikkat edilirse; Gaspıralı İsmail Bey'den Yusuf Akçura'ya, Ziya Gökalp'ten Atatürk'e, Nihal Atsız'dan Seyit Ahmet Arvasi ve Galip Erdem'e kadar Türk kültürünün, yolumuzu aydınlatan meş'aleleri; doğru, temiz ve güzel Türkçe ile yazmışlardır. Türkçe karşılığı varken yabancı kelime kullanmamışlardır. Gelişen teknoloji ve medeniyetin ihtiyaç hâline getirdiği yeni kelimleler için de Türk dil bilgisi kaidelerine uygun olarak üretilmiş kelimeleri tercih etmişler, uydurukçaya asla itibar etmemişlerdir.

Dilin kültürdeki, kültürün milletin oluşumunda ve devamındaki önemini belirttikten sonra; ‘Önemsiz bir mesele, mâsum bir tercih’ olarak görülebilen; millî ve ulusal kelimeleri ile bunların ifâde ettiği kavramlara geçebiliriz.

Millî kelimesini Şemseddin Sâmi, Kamûs-ı Türkî isimli lügatinde; 1- ‘Din ve inançla ilgili, dînî edep ve terbiyemiz, dine uygun tutum ve davranışlarımız.’ 2- (Galat olmasına rağmen yaygın olarak kullanılan anlamı olarak:) ‘Bir kavim veya soy ile ilgili.’ Şeklinde açıklıyor.

Türkçenin en büyük ve en yeni sözlüğünü hazırlayan Yaşar Çağbayır ise, Millî kelimesini; 1- ‘Varlığı, konusu ve kapsamı, belirtilen millete ait olan, milletle ilgili’, 2- ‘Bir ülke halkının bütününün duygu, düşünce ve isteklerini anlatan’, 3- ‘Milliyetçilik belirtisi olan, milliyetçi.) Olarak açıklıyor. Metinde ‘ulusal’ kelimesi de geçiyor. Bu karşılığı ne maksatla koyduğunu anlamak pek de zor değil. Yazının sonraki bölümlerinde bu konuya açıklık getirilecektir.

Millî kelimesi ile ilgili bir problemimiz de; ikinci i'nin üzerinde bulunan (^) işaretidir. Bu işarete Fransızlar ‘aksan sirkon fleks’ diyorlar. Bizde ise ‘şapka’ olarak anılıyor.

Pek çok kişi, (^) işaretinin Türk Dil Kurumu (TDK) tarafından, kullanımdan kaldırıldığını iddia etmektedir. Bu iddia asılsızdır, doğru değildir. TDK yalnızca, (L) harfinden sonra gelen (a) harfinin üzerine (^) işaretinin konulmasına lüzum olmadığını, ‘Lale’ şeklinde yazılabileceğini açıklamıştır. Kâzım, mefkûre, siyasî… kelimelerinde (^) işareti kullanılmaktadır.

Bu husus, çok mu önemlidir?

Evet! Çok önemlidir.

Çünkü bütün bozulmalar küçükten başlar. Büyük ve asırlık binalar bile birden çökmez. Önce boyalar, sıvalar dökülür. Bunlar tamir edilmez ise, binanın çöküşü çabuklaştırılmış olur.

Evet! Çok önemlidir.

Çünkü küçük meseleleri halledemeyenler, büyük problemleri hiç çözemezler.

İnsanoğlu, hayatı boyunca kendi zevki, rahatı ve huzuru için o kadar küçük meselelerle ilgileniyor ki… Onlardan esirgemediğimiz titizliği ve dikkati… dilimizden neden esirgiyoruz?

Milli kelimesi; mil takılmış, bir mil ile çalışan, üzerinde veya içinde mil bulunan, balçıklı-çamurlu… anlamlarını taşıyan bir kelimedir.

Millî kültürün, millî eğitimin neresinden mil geçirilmiştir de milli kültür diyoruz? Kültürün milsizi var mı?

Bunlar bilinen şeylerdir. Dikkatsizlik ve ihmal sebebiyle yanlış yazılıyor

Milli kelimesinde ikinci 'i'nin üzerine (^) işâreti konulmazsa, kültürümüz de eğitimimiz de balçığa-çamura saplanmış olur.

Deniliyor ki; ‘Cümlenin gelişinden ne olduğu anlaşılır. İşareti kullanmaya gerek yoktur.’

Vardır efendim, vardır.

Bakınız neden?

- ‘Ben kârımı işçilerimle paylaşmaktan zevk duyarım.’ Cümlesini, kim (^) işareti kullanmadan yazmayı kendisine yakıştırabilir?

* * *

Gelelim ulusal kelimesine.

Ulusal kelimesi, Kaşgarlı Mahmud'un Divanü Lügati't-Türk isimli eserinde yok. Kamûs-ı Türkî'de de yok. Yaşar Çağbayır'ın Ötüken Türkçe Sözlük isimli eserinde var.

Neden var?

Çünkü sonradan türetilmiş, yanlış olarak türetilmiş… bir başka ifâde ile uydurulmuş bir kelime olmasına rağmen kullanılmaktadır. Çağbayır, kullanılmakta olan bir kelimeyi, hazırladığı sözlüğe almamazlık edemezdi.

Ulusal kelimesi, yanlışlığına ve direnmelere rağmen Türkçe'mize girmiştir. Ancak, Türk dil bilgisi kaidelerine aykırıdır ve mânâ itibariyle kısırdır.

Neden aykırıdır?

Ulus kelimesi Türkçe değil, Moğolca'dır. Moğolca köke, Fransızca'dan alınan ‘sal’ eki eklenmiştir.

Niçin eklenmiştir?

Çünkü (î) Arapça'dan gelmekte olduğu için istenmemektedir.

Arapça kaka, Moğolca ve Fransızca cici mi?

Sel-sal eki, Türkçenin baş belası bir maymuncuktur. Gerekli-gereksiz her yerde kullanılıyor. Entel takılanlar; ‘Yazımsal uğraşlarım var.’ Diyerek, kendilerini üstün bir konuma yerleştirdiklerini, kendi anlatımlarıyla ‘statü’ kazandıklarını zannediyorlar. ‘Yazı yazıyorum.’ Dediklerinde, çok basit-aşağıda kalacaklarını düşünüyorlar.

Ulusal kelimesi aynı zamanda kısır bir kelimedir. Millî kelimesinin mânâ zenginliğine sâhip değildir.

Ulusal kelimesi, bir milletin mensubu bulunduğu din olgusundan güç ve destek almaz. İlgisi de yoktur. Ateistler, agnostikler, sekülaristler, inançsızlar… ulusal olmayı tercih ediyorlarsa, bir başka ifade ile inançsız olduklarını bu kelime ile ifade etmeyi düşünüyorlarsa, elbette bir diyeceğimiz olamaz.

Ulusalcı olduklarını her vesile ile söyleyen yazarların ulusal kavramını açıklayan yazılarına baktığımızda; millet, vatan, tarih, inanç kavramlarına yer vermediklerini görüyoruz.

Ulusalcı olduklarını söyleyenlerin tariflerine göre ulusal kelimesi;

Kemalist devrimden yana olmayı, çağdaşlaşmayı, bağımsızlığı, barışçıl olmayı, emperyalizm karşıtı olmayı, yurtseverliği, halkçılığı, belli bir coğrafya üzerinde oturan halkın mutluluğunu istemeyi, olanakların dağılımında birleşmeyi, planlı ekonomiyi, sosyal devlet ilkesini, sağlık ve eğitim hizmetlerinin ücretsiz olmasını, özelleştirme ve yabancı sermaye karşıtlığını, işçinin - emekçinin - çiftçinin haklarından yana olmayı, çağdaş hukukun egemenliğinin vazgeçilmezliğini anlatmaktadır.

Bunların bir kısmına elbette itiraz edilemez. Fakat sanayici-tüccarın varlığının kabulü, tarih şuuru, millî eğitim, doğru - temiz ve güzel Türkçe, milletimizin millî ve mânevî değerlerine saygı…unsurlarının bulunmayışı, ahlakî çöküntüden, dildeki yozlaşmadan endişe duyulmamış olması…ulusalcılığın, milliyetçilikle karşılaştırıldığında kısır bir kavram olduğunu ortaya koyuyor.

O halde; ulusalcılık = milliyetçilik değildir. Dolayısıyla ulusal = millî de olamaz.

Millete; ulus, milliyetçi yerine ulusalcı, vatan yerine toprak veya coğrafya, millî şuur yerine ulusal bilinç… diyenler, ekmeğe lavash denilmesinden, efendi kelimesinin efendy, simit kelimesinin smith şeklinde yazılmasından rahatsızlık duymuyorlar. Ulusalcılar; Ata Türkçe yerine Ataç Türkçesi’ni tercih ediyorlar. Batıdan gelen her şeyi tartışılmaz ve güzel zannediyorlar.

Batılı denilen milletler, her şeyi kendileriyle başlatan bir dünyada yaşıyorlar.

Ulusalcılar, batılılardan daha köklü olmakla, batılıları rahatsız edeceklerini düşündüklerinden devletimizin, milletimizin, kültürümüzün, örf ve geleneklerimizin 1920'lerde oluştuğunu yazıyorlar. Bu düşünce, tarih şuurunun noksanlığından kaynaklanmaktadır.

Hedef belli: Türklüğü, kökünden koparmak, köksüz bırakmak, kurutup vahşi batıya yem olarak sunmak. Çünkü batı böyle istiyor.

Türklüğün korunması gereken değerleri, Türklüğün hasletleriyle yakından bağlantılıdır. Dil, en önemli değerlerimizden biridir. O yozlaşırsa, biliniz ki hasletlerimiz de yozlaşır. Yozlaşan her şey, erir kaybolur.

* * *

Bilgi mi önemli, şuur mu? Diye sorulduğunda verilecek cevap: ‘Şuur’ olmalı. Çünkü şuur sâhibi insan, kendisine lâzım olan bilgiyi mutlaka bulur. Şuursuz kimse, bilgisini; farkında olmadan kendisinin ve milletinin aleyhine neticeler doğuracak şekilde kullanabilir, kullanmaya mecbur bırakılabilir.

Türklük şuuru, dil hassasiyeti ile başlar. Çünkü Türk olmanın en belirgin göstergesi; Türkçe konuşmaktır. Türkçe konuşmak yetmez. Dil bayrağımız olan Türkçe'yi doğru ve güzel kullanmalıyız. Türkçe'mizi temiz tutmalıyız. Uyduruk kelimelerle kirletmemeliyiz.

Bayrağımıza gösterdiğimiz saygıyı, dil bayrağımız olan Türkçe'mize de göstermeliyiz.

Bu konular, Türk milliyetçilerinin ana meseleleridir. Ulusalcılar bu konularla ilgilenmezler. Onlara göre millete ait değerler, çağdaşlaşmayı engeller. Dilimize, batıdan ne kadar kelime alırsak o kadar batılılaşırız.

Ulusalcılar ve milliyetçiler arasındaki farklar, yukarıdakilerden ibâret değildir. Fakat meseleyi ana hatlarıyla belirlemek açısından yeterli sayılabilir