Oğuz ÇETİNOĞLU

Ekonomist, Araştırmacı-Yazar

ocetinoglu1@gmail.com

Türkçemizin İnce ve Derin Sızısı

Türkçemizin ‘problemli bir dil’ olduğu söyleniyor. Aynı mânâya gelen kelimelerin, Türk Dil Kurumu’nun (TDK) sözlükleriyle, Türkçeyi çok iyi bildiği, uzmanlar tarafından kabul edilen şahısların hazırladıkları lügatlerde farklı yazıldığını görenler, söylenenlerin doğruluğunu tasdik ediyorlar.

Bu farklar, yazılarda daha sık olarak karşımıza çıkıyor.

Bu mevzuda hacimli bir kitap yazmak mümkün. Bu yazıda, yalnızca ‘^’ (şapka) işâretinden kaynaklanan problemler ele alınacaktır.  

Fi târihinde, TDK’nun almış olduğu bir kararla, Türkçede bâzı harflerdeki şapka işâretinin kullanılmayacağı ileri sürülmüştü. İsminde ‘â’ harfi bulunan tanınmış bir hanımefendi, ‘şapkamı istiyorum’ başlıklı bir yazı yazınca, TDK açıklama yaptı: ‘Öyle bir karar alınmış değildir!’

Kararın alındığını zannedenler yaklaşık 10 – 15 yıldır söz konusu harfleri şapkasız kullandılar.   Şapka işâreti kullanılmadığında telaffuzun bozulduğunu ve mânâ kaymalarının olduğunu hepimiz biliriz.

Meselâ, şapkalı a ile yazılması gereken 'kârımı işçilerimle paylaşmaktan huzur duyarım’ cümlesini şapkasız yazmak rezâletini kim üstlenebilir?   

Yokluk-hiçlik mânâsındaki adem kelimesi ile, insan mânâsında kullanılan âdem aynı yazılıyordu. 'Hâlâ' yerine, (babanın erkek kardeşi mânâsındaki) 'hala' şeklinde yazılıyordu. Hatta bâzı okulların tabelalarında; ‘Milli Eğitim Bakanlığı’ ibâresi yer almaktaydı. ‘Milli’, ‘içinden mil geçirilmiş makine aksamı’ demektir. Millî Eğitim Bakanlığı’nın neresinden mil geçirilmiştir? Bilen var mı?

Bilgisayar klavyelerinin bâzılarında şapka (^) işâreti yoktu. Olanlarda da, önce Shift ve 3 tuşuna bir arada sonra da ‘ı’, ‘a’ ‘u’ tuşlarına basmak suretiyle harflere şapka giydirilebiliyor. ‘Q’ klavye ithalinin yasaklanmasını, yalnızca ‘F’ klavye ithaline izin verilmesini isteyenler, ‘^’ işâretinin tek tuşla konulabilmesini talep ediyorlar. Aslında bilgisayar klavyelerinin Türkiye’de imal edilebilmesi lâzım.1 Niçin kimse, ‘Neden biz yapmıyoruz’ demiyor?

‘^’ işâreti hem inceltme hem de uzatma maksadıyla kullanılıyor. Bu, imlâ kaidelerimizin ciddî bir sıkıntısıdır. Bâzı kelimelerde ise hiçbir çözüm bulunamıyor. Meselâ Kasım Bey’e şapka veremiyoruz. Veremeyince, Beyefendinin adını, ay adı gibi, kısa ‘a’ ile uzatmadan okuyanlar oluyor.  Bu arada, ay adı olan Kasım kelimesini de, Kasım Bey’den bahsediyormuş gibi ‘a’ harfini uzatarak telaffuz edenlere rastlanıyor. 

Yazılışları bir, mânâları ve okunuşları ayrı olan kelimeleri ayırt etmek için, okunuşları uzun olan kelimelerimiz var:

adet: sayı / âdet: alışkanlık, gelenek;
akit: sözleşme / âkit: sözleşme yapan;                                                  
ala: karışık renkli / âlâ: pekiyi;
alem: bayrak / âlem: dünya, evren;
Ali: kişi adı / âli: yüce, yüksek;

alim: her şeyi bilici / âlim: bilgin;
ama: fakat / âmâ: görmez, kör;                                                                    
amin: kimya terimi / âmin: dua sözü;
aşık: ayak bileğindeki kemik / âşık: vurgun, tutkun;

ayan: belli, açık / âyan: ileri gelenler;
batın: karın / bâtın: iç; gizli;

dahi: bile, fazladan  / dâhî: Fevkalade gücü ve kabiliyeti olan kimse;                                                            
dâhil: karışma, iç, içeri, içinde olmak / dahîl: sığıntı, yabancı;
dar: ensiz / dâr: ev;

fani; ışık şiddeti / fâni: ölümlü, gelip geçici;
hadis: Peygamber sözü / hâdis: meydana gelen;

hak: doğruluk / hâk: toprak;
haki: hikâye eden, hâki: toprakla ilgili, yeşile çalar koyu sarı renk;
hakîm; hikmet sâhibi / hâkim: hükmeden, egemenliği altında bulunduran, yargıç;                                          
hal: pazar yeri, iktidardan indirme / hâl: durum, vaziyet;
hala: babanın kız kardeşi / hâlâ: henüz;

hasıl: ekin / hâsıl: olan, ortaya çıkan;
haşa: kalın kumaş parçası / hâşâ: asla;                                        
havas: nitelikler, özellikler / havâs: duygular;
haya: er bezi / hayâ: utanma duygusu, sıkılma;

kar: donmuş su buharından oluşan hafif tanecikler / kâr: kazanç;                                                               
mani: ruh hastalığı /  mâni: şiir türlerinden biri, engel;
nakil: taşıma /  nâkil: taşıyan;

nar: bir meyve / nâr: ateş;
nazım: manzume / nâzım: düzenleyen;

rahim: döl yatağı / rahîm: koruyan, merhamet eden;
sadır: göğüs / sâdır: çıkan, görünen;

sari: bir çeşit elbise / sâri: bulaşıcı;
şahıs: kimse, kişi / şâhıs: sırık;

şura: yer / şûra: danışma kurulu /
tabi: elbette / tâbi: bağımlı;                                                           
vakıf: hizmet maksadıyla kurulan sivil toplum teşkilatı  / vâkıf: bilen, vakfeden;                              
varis: damar genişlemesi / vâris: mirasçı;
vasî: vasiyeti yerine getiren, vesâyeti yüklenen / vâsî: geniş, engin;
yad: yabancı) / yâd: anma; yar: uçurum /  yâr: sevgili; zâti: zâten / zâtî: şahsî…

Fransızların ‘aksan sirkon fleks’ dedikleri, Türkçede ‘düzeltme işâreti’ veya şapka olarak da isimlendirilen ‘^’ işâreti, aşağıda belirtilen durumlarda kullanılır:

1-Yazılışları bir, mânâları ve söylenişleri ayrı olan kelimeleri birbirinden ayırabilmek için okunuşları uzun olan ‘a, ‘ı, i’ ve u’ sesli harflerinin üzerine konur. Misalleri yukarıda verilmiştir.

İKAZ: ‘Öldürme hâdisesi’ mânâsındaki katil ile ‘öldüren’ mânâsında kullanılan katil kelimelerinde ‘^’ işâreti kullanılmaz. İkincisine bâzı yazarlar (‘) kesme işâreti koyarak ka’til şeklinde yazıyor.  Çok az kişi de ‘kaatil’ şeklinde yazıyor. (Hangisinin doğru olduğunu belki rufâiler biliyordur. Onlarla temas kurabilenler yardımcı olabilirler mi?)

Erkek ismi olan ‘Kadir’ ile ‘kuvvetli, maddî veya mânevî kuvveti sâyesinde istediğini yaptırabilen, ‘muktedir’ mânâsındaki ‘kadir’ kelimesindeki ‘a’nın üzerine de ‘^’ işâreti konulmaz. 

2- Arapça ve Farsçadan dilimize giren birtakım kelimelerle özel adlarda bulunan ince ‘g’ ve ‘k’ sessiz harflerinden sonra gelen a ve u sesli harflerinin üzerine ‘^’ konulur. Misaller: dergâh, dükkân, gâvur, Gülgûn, Hakkâri, hikâye, kâfir, kâğıt, karargâh, kâtip, Kâzım, mahkûm, mezkûr, Nigâr, sükûn, sükût, tezgâh, yadigâr ve benzerleri…

3- Şahıs ve yer adlarında ince ‘l’ sessiz harfinden sonra gelen ‘a’ ve ‘u’ sesli harfleri de ‘^’ işâreti ile yazılır: Bâlâ, Elâzığ, Halûk, İslâhiye, Lâdik, Lâle, Lâpseki, Nalân, Selânik ve benzerleri…

4- Nispet ekinin, belirtme durumu ve iyelik ekiyle karışmasını önlemek için kullanılır: Türk askeri / askerî okul; dini öğrenmek / dinî bilgiler; ilmi bilmemek / ilmî tartışmalar; manzara resmi /   resmî kuruluşlar ve benzerleri...

Nispet eki alan kelimelere Türkçe ekler getirildiğinde düzeltme işâreti olduğu gibi kalır: millîleştirmek, millîlik, resmîleştirmek, resmîlik ve benzerlerinde olduğu gibi.

Nispet eki olan ‘î’ Arapçadan Türkçemize gelmiş, yerleşmiştir. Doğu kökenli olduğu için ‘kaka’, ‘sel - sal’ takılarını ise Fransızcadan geldiği için ‘cici’ bulanlar var.  Târih kelimesi Arapçadır. Onu itirazsız kullananlar, ‘târihe ait’, ‘târihle alâkalı’ mânâsında kullanılan ‘târihî’ kelimesindeki  ‘î’ nispet ekini reddedip, kelimeyi Türkçeleştirdiklerini zannederek ‘tarihsel’ şeklinde yazıyorlar. Tamam… sel - sal takıları maymuncuk… Kabul. Her kelimenin arkasına ekleyiver. ‘Ben ekledim, oldu’ denilir, olur-biter. Onlar, yarınlarda ‘yalansal’, ‘uyduruksal’ gibi kelimelere de lügatlerde yer hazırlıyorlar.

Onlar, esâsen problemli olan dilimizi daha da problemli hâle getirerek, ‘Türkçe yıprandı, artık değiştirelim…’ diyebilmeyi tahayyül ediyor da olabilirler. Bu hayâl gerçekleşirse Türkçe ölür.

Bahtiyar Vahabzade (1925-2009) Lâtince hakkında diyor ki: ‘Ölü dil. Halk yoktursa dili de ölmüştür.’ Buradan hareketle; ‘Dil ölürse, o dili konuşan millet de ölür.’ Hakîkatine ulaşılır. Dil ve milleti bir birinden ayırmak olmaz. Millet kendini yaşatmak için dilini koruyacak.  Dil elden giderse, millet de millet olmaktan çıkar, insan kalabalıkları hâline dönüşür. Milletin dilini yok et veya milleti öldür… Fark etmez. İkisi de aynı kapıya çıkar. Denilebilir ki: ‘Bir milleti târih sahnesinden silmek istiyorsan, dilini yasakla. Millet tedricen eriyip yok olacaktır. Unutulmamalı! İnsan topluluklarını millet hâline getiren dildir.

Ahmet Hâşim (1884-1933), Süleyman Nazif (1870-1927) hakkında, Ahmet Kabaklı (1925-2001) da -kaynak belirterek- Nihat Sâmi Banarlı (1907-1974) için ‘kelimelerin serdârı’ unvânını uygun görüyor.

Kelimelerin serdârı’ unvânını hak eden Banarlı diyor ki: ‘Fransızcada, Eski Yunan ve lâtin dillerinde ve yeni Avrupa lisanlarında olduğu gibi şiirde aruz3 yaratan bir uzun hece sistemi yoktur. Uzun hece, dilleri âdetâ tek sesli olmaktan kurtarıp çok sesli yapan ve dillerde büyük müzikalite sağlayan ses unsurudur.’4

Türkçemizde bu imkân ‘^’ işâreti ile sağlanabilir. Ancak, bu anlayışı reddeden nesebi gayri sahih zihniyet, Türkçeyi yavanlaştırıyor, kurutuyor.

Dil bahisleri devam edecektir efendim.

Bendeniz yetersiz kalabilirim. Güzel Türkçemizi millî bir hassasiyetle seven dostları, fikir beyanına dâvet ediyorum.

 

--------------------

 

1Türk malı imiş gibi marka konulan klavyeler, Türkiye için özel siparişle Çin’de imal ediliyor.

2Aruz: Ölçü kalıpları hecelerin kısalığı-uzunluğu esasına dayan şiir vezni.

3Nihat Sâmi Banarlı: Türkçenin Sırları, Kubbealtı Neşriyat, 15. Baskı, İstanbul 1998 (s: 35)