Hicran GÖZE

Avukat - Yazar

Devlet Adamı

Rahmetli eşimin bundan on altı sene önce yazdığı satırlar, bugün daha da önem kazanmış gözüküyor.                                            

Devlet Adamı 

Ergun Göze: 15 Mayıs 2006 “Halk’a ve Olaylara Tercüman” 

Ülkemiz ve devletimiz çok uzun zamandan beri eskilerin “Kaht-ı Rical” dedikleri Devlet adamı yokluğu çekmektedir. Devlet adamı adeta bir zümrüd’ü anka kuşu haline gelmiştir. Bu bir yandan da demokrasinin marifetidir. Çünkü sandık, devlet adamı yetiştirmez, makama oturtur. Ama o makama liyakat vermez. Seçenlerin seçimlerinde isabet edip etmediklerini de gösterir. 

Biz ki savaş meydanlarından gelip, her biri ne olursa olsun, bir noktada devletine hizmet etmiş, fedakârlık göstermiş insanları bile “Devlet adamı” sıfatına layık görmemiş, tenkit etmişiz. Bugün sandıktan çıkanların bir kısmına bakınca tenkitlerimizden pişman olmaktayız. Kurtuluş Savaş’ında düşmana ilk kurşunu atan kumandanı yahut savaşlarda yaralana yaralana vücudu kalbura dönen bir insan belki kendisinden istenen kamu hizmetini tam yapamıyorsa da, devletine önceki hizmetleriyle bir hak, en azından mazeret sahibi görünümündedir.

Devlet adamı deyince bu millet önce bir haysiyet, vakar, tok gözlülük, tenezzülsüzlük, icabında fedakârlık ve sorumluluk şuuru aramıştır. Bunu da ekseriya basit gibi görünen ölçülerle ifade ve tespit etmiştir. Meselâ “Oturduğu koltuğun yayları ona sert gelir” cümlesinde olduğu gibi. Ne var ki demokratik çalkantılar ve parçalanmalar zaten bir devlet kadrosunu zor çıkaran toplumda bürokrat, parti ve devlet kademelerinde boşluklar açmış üstelik irtifa ve değer kaybına sebep olmuştur. Bu dert Osmanlı’nın son zamanlarında da kendini göstermişti.  Nüktedan bir Ohannes Efendi anlatırlar. Yeni kabine ilân edilmiş, Dahiliye Nazırlığına hiç umulmayan meselâ bir Hilmi Efendi tayin edilmişti. Ohannes Efendi’ye sormuşlar “Hilmi Efendi’den Dahiliye Nazırı olur mu? Ohannes Efendi kendi şivesiyle cevap vermiş ‘Yapıncas olur.’     

‘Yapıncas oluyor’da yapınca olmuyor. Nitekim birçok bakan yerini doldurmuyor. İğreti duruyorlar. Liderlerin ‘Efendim kumaş bu, eldeki malzeme bu, ne yapalım’ demelerine kulak asmayın. Onlar daha iyi kumaş mı aradılar, yoksa bana itaat etsin, akıl öğretmeye kalkmasın, emrimden çıkmasını mı? Yükselmek, ahlâken terbiye ve görgü itibariyle tok gözlülük, hakka riayet. Önce vatanı milleti düşünmek bakımından da yükselmiş olmayı gerektirmez mi? Hatta başkaları için meşru olanı Devlet Adamı sıfatıyla kendisine yakıştıramamak gibi bir asaleti gerektirmez mi? Oğullarına bakanlığından imkânlar temin eden bakanlar, hukuken mesul olmasalar bile manen milletin ayıplamasından kurtulabilirler mi? Bütün bakanların dış seyahatlere bu kadar itibar etmesi, hanımını alanın dünya turuna çıkması ne demektir? Bu pahalı seyahatlerde millete ne gibi bir fayda temin etmektedirler, bunu açıklayabilirler mi? Bunların hepsi mi iş seyahati?  

Bilhassa Başbakanımız için kimse çok geziyor diyemez. Derse Nasrettin Hocamız mezarından kalkar gelir ‘Hayır! Der, çok gezse memlekete de uğrardı ‘Çok gezdi de ne oldu? AB’ye gireyim derken üzerimize nice belâları sıçratmadı mı?”

Aziz okuyucularım, eşim Ergun Göze’nin bu yazısı “Devlet Adamı” hasretiyle yazdığı pek çok yazıdan sadece birisidir. Bizler de o hasretle hâlâ bekliyoruz.  Gelecek seçimi değil, gelecek nesili düşünen bir DEVLET ADAMI’nı görmek acaba bizlere nasip olacak mı? Konuşmanın yaradılıştan, susmanın akıldan geldiğini idrak eden bir “DEVLET ADAMI” nı görmeyi de… 

Henüz ortada böyle bir devlet adamı görünmüyor ama Allah’tan ümit kesilmez. Meselâ Tansu Çiller Hanımefendi galiba bir parti kuracakmış. Kendisini çok özlemiş olan halkını! böylesine bir hasretle yaşamasını istemediği için… Haksız da değiller… 

“Trabzon’u Akdeniz’in incisi yapacağım diyen”, Samsunlulara “Merhaba Antalyalılar” diye seslenen, Boğazlayan Kaymakamına “boğazlanan kaymakam diyen, rahmetli Mesut Yılmaz’a “İstikrarsızdır diyecek iken iktidarsızdır.” diyebilen ”Afyon mitinginde halka hitap ederken  “Sevgili Şebinkarahisarlılar,” “Zeytinburnu’nda seçmenlere zeytinburunlular” “ Zaten bir il olan Sivas’ta konuşurken, “Bu bacınız Sivas’ı il yapsın mı diye soran, zabıtaları  “Merhaba asker! Diye selâmlayan” bir başbakanı bu millet hiç özlemez mi? 

Yazıya büyük velilerden, çok sevdiğim Behlülü Danâ’dan iki fıkra ile son vereyim: “Behlül’ü mezarlıkta uyurken bulmuşlar ve Abbasi halifesi Harun Reşid’in huzuruna getirmişler. Behlül Halife’ye “Beni niye uyandırdılar, ne güzeldi, rüyamda padişah olmuştum. Tahtımda azametle oturuyordum” demiş. Harun Reşid gülmüş, “Ey Behlül rüyadaki halifelikten ne olacak? Behlül cevap vermiş: “Ne fark eder ya Halife! Ben padişahlıktan gözlerimi açınca sen ise gözlerini kapayınca düşmeyecek misin?” Yakınlarından birisini kaybeden bir kişi de Behlül’e sormuş “Çok sevdiğim kişinin mezar taşına bir şey yazmak istiyorum. “Ne yazayım?”  Behlül bunu yaz demiş: “Dün altında olan çimenler bugün üstünde yeşerdi. Ey yolcu iyi bil! Bu toprak günahlardan başka her şeyi örter.”

Siyâset ve riyâset aşkıyla dolu olanların, bu dünya ile dopdolu yaşayanların Behlülü Danâ gibi gerçek, yalan değil gerçek bir âlemden seslenenlerle biraz olsun dostluk yapmaları ne iyi olurdu… Katılaşan kalplerini yumuşatmak için…   

Behlülü Danâ: Meczub görünüşündeki akıllılardan bir ermiş kişi.  Abbasi halifesi Harun Reşid’in yakını olduğu söylenir. Kardeşi olduğundan da bahsedilir. Aralarında geçen olaylar bir tarafıyla güldürürken bir tarafıyla da düşündürücüdür. Mesnevi’de de kendisinden bahsedilmiştir