Dr. Sakin ÖNER

Eğitimci

Vefatının 86. Yıldönümünde Mehmet Âkif’in 5 Aşkı ve Milliyetçiliği

“İstiklal Marşı Şairi” Mehmet Âkif Ersoy (1873-1936), hayatı, eserleri ve şahsiyeti ile bütünlük arzeden örnek bir insandır. Vatan, millet ve toplum için her türlü sıkıntıya katlanan, her fedakarlığı yapan bir inanç ve mücadele adamıdır.  Âkif, verdiği söze bağlı, vefa duygusu yüksek bir insandı. Gönlü zengin, cömert, merhametli, kanaatkâr ve alçakgönüllüydü. Ama aynı zamanda haksızlığa karşı susmayan ve direnen yiğit bir kişiliğe sahipti. Bir karakter âbidesiydi. 

Mehmet Âkif’in 5 aşkı vardı: 

Aşkı İlâhî (Allah aşkı) 

Aşkı nübüvvetî (Peygamber aşkı) 

Aşkı Kur’an (Kur’an aşkı) 

Aşkı vatanî (Vatan aşkı) 

Aşkı Türkî (Türkçe aşkı): Âkif’e göre “Türkçenin millî bir vakarı olmalıdır. Böyle olmadıkça medeni bir dilimiz var diyemeyiz.” 

Mehmet Âkif Ersoy hakkında başvurulacak üç ana kaynak, üç yakın arkadaşının ve dostunun yazdığı üç kaynak kitaptır: Hasan Basri Çantay (Âkifname), Eşref Edib (Mehmed Âkif), Mithat Cemal Kuntay (Mehmet Âkif).  

Kur’an-ı Kerim Meali ve İslâm İlmihali tanınan Âkif’in en yakın dostu Çantay kendisine sorulan “Âkif, milliyetçi, Türkçü müydü?” sorusuna verdiği cevapta şunları söylüyor: 

“Onun nazarında «kavmiyyet» başka, «Milliyyet» başkadır.  Eğer «Milliyyetçi» demek «Türkü Türk olarak sevmek» demek ise Akif, şüphe yok, olanca temiz ve şümullü manasiyle bir «Milliyyetçi»dir. Çünkü o, içinde yaşadığı milleti kadar hiçbir varlığın mehabbetine, aşkına kendini veremedi, bağlayamadı. (s.224) “Evet, ona tam bir «İslâm şairi» diyebiliriz. Kuvvetli, imanlı, ateşli bir İslâm şairi! Fakat, Türk dâima başta kalmak şartıyla dört lisanı edebiyatı ile bilen Âkif Türk olarak yazdı, Türk olarak düşündü, Türk olarak yaşadı ve nihâyet Türk olarak öldü. Âkif’in bir vak’asını hatırlarım; İlk Millî kaynaşma ve savaşlarda üstâd Balıkesir’e gelmişti. Onun samimî arkadaşlarından biri Gönen’e teşkilât yapmaya gitmişti. Avdetinde o arkadaş dedi ki; 

—Rumlar, Ermeniler Türklere cefa ediyorlar. Millî teşkilâtı boğmaya çalışıyorlar. 

Âkif’in o zaman, hiç düşünmeden, kükriyerek, verdiği cevap şudur: 

— Orada bir (Türk ocağı) açınız, mücadele ediniz! 

Âkif’in beraberinde İstanbul’dan gelen bir zât «Üstâd sizi Türkçü görüyorum» demek istedi. Âkif’in ağzından alev gibi şu kelimeler çıktı: 

— Ya ne zannediyorsun? Türke hiçbir kavmin horos olmasına tahammül edemem!.. 

Bu vakıayı başkaca vesikalandırmak da mümkündür. Çünkü şahidler elyevm berhayattırlar (Bugün hayattadırlar). (s.225) 

Mehmet Âkif, Balkan Harbi’nde, I. Dünya Harbi’nde ve İstiklal Harbi’nde yazdığı vatanperverâne şiirleri ile hiçbir şaire nasip olmayan yüksek yurt sevgisinin çok coşkun ve ilahi ilhamlarını ortaya koymuştur. 

Çanakkale Zaferi’nden sonra Başkumandan Vekili Enver Paşa, Anadolu-Bağdat Demiryolunun en son istasyonu olan El-Muazzam’da Âkif’le birlikte bulunan Teşkilât-ı Mahsusa Reisi Kuşçubaşı Eşref Bey’i arayarak odumuzun muzaffer olduğunu bildirdi. Âkif bunun üzerine Eşref Bey’in boynuna atılarak hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı. Bu olayın devamını Kuşçubaşı Eşref Bey şöyle anlatıyor: 

“Ay bedir halindeydi. Çöl gecelerinin parlak yıldızlı semasını, zaferimizin şerefine aydınlatan ayın bu efsanevi ışıkları altında, Âkif, bu güneşi unutturacak kadar parlak çöl gecesinde istasyon binasının arkasındaki hurmalığın içine çekilerek orada sabahladı. Sadece hıçkırıklarını duyuyorduk. İşte o Çanakkale’ye lâyık destan, bu hıçkırıklar içinde meydana geldi. Sabahleyin vazifesini tamamlamış fanilerin az kula nasip olan rahatlığıyla yüzüme derin derin baktı: Artık ölebilirim Eşref! Gözlerim açık gitmez, dedi.” 

Yunanlıların İzmir’i işgalinden etkilenen ve düşman işgali altındaki İstanbul'da bunalan Mehmet Âkif, 1920 yılının Ocak ayı sonunda Eşref Edib'le birlikte Balıkesir'e gitti. Burada. Zağanos Paşa Camii'nde Cuma namazından sonra vaaz kürsüsüne çıkarak halka hitap etti. Halkı Kuvvay-ı Milliye’yi desteklemeye davet etti, ümitsizliğin, korkunun, tembelliğin doğuracağı felaketleri anlattı ve Türk’ün İstiklal dâvasına kayıtsız kalanlara öfkeyle şöyle seslendi: “Cihan alt-üst olurken seyre baktın öyle durdunda / Bugün bir serserisin, derbedersin kendi yurdunda” Sonra da halka şöyle hitap etti: “Ey Balıkesirliler! Güzel yurdunuzu çiğnetmeyiniz. Müdafaamız meşrudur, sebat ediniz, yürüyünüz.” Bu hitabe basılarak bütün memlekete dağıtıldı. Bu sırada Darülhikme'de çalışmakta olan Âkif’in işine son verilmiştir. 

Balıkesir’den İstanbul’a geçen Âkif, düşman güçlerinin baskısı ve sansürü nedeniyle burada hizmet imkanı kalmadığını görerek Milli Mücadele'ye daha çok faydalı olabilmek için Anadolu'ya geçmeye karar verdi. İstanbul'da ailesini bırakarak, 10 Nisan 1920 tarihinde gizlice Ankara'ya doğru yola çıktı; Büyük Millet Meclisi'nin açılışının ertesi günü, 24 Nisan 1920'de Ankara'ya vardı.  

Âkif ile birlikte bulunan oğlu Emin, Ankara'ya geldikleri günü şöyle anlatıyor: "Eskişehir'den Ankara'ya trenle gittik Gazi ile babamın ilk görüşmelerini bugünkü gibi hatırlarım. Tren öğleye doğru Ankara 'ya vasıl oldu. Ali Şükrü Bey, peder ve ben yaylı bir arabadan Millet Meclisi'nin önünde indik. Babam bana, “sen buralarda (Meclis'in bahçesinde) otur” dedi. İşte o sırada Gazi başındaki siyah kalpağı ile gözüktü. Yanında Erzurum mebusu Ziya Hoca ve daha tanımadığım iki üç kişi vardı. Evvela Ali Şükrü Bey'in elini sıkarak “hoş geldiniz” diyen Atatürk oldu; bilahare şaire iltifat etti: “- Sizi bekliyordum efendim, tam zamanında geldiniz, şimdi görüşmek kabil olmayacak, ben size gelirim" dedi.  

Âkif, 30 Nisan Cuma günü Hacı Bayram Camii'nde kürsüye çıkarak halka hitap etmeye başladı ve İstiklal Savaşı'na Burdur mebusu olarak katıldı. Sebilürreşad'ı Ankara'da çıkarmaya devam etti. Eskişehir, Konya, Kastamonu, Burdur, Sandıklı, Dinar, Afyon, Antalya ve çevrelerini dolaşarak halkı, Millî Mücadele'ye katılmaya davet etti. Savaş sırasında, defalarca cephelere giderek gazilerle konuştu ve onları yüreklendirdi.  

Âkif, Ekim-Aralık 1920 aylarında Kastamonu’da Nasrullah Camii'nde toplanan halka defalarca hitap ederek, harbin gerçek sebeplerini ve Osmanlı Devleti'ni tehdit eden tehlikelerin asıl kaynaklarını anlattı mış; böylece onların şuurIanmasını ve mücadeleye katılmalarını sağladı. Sebllürreşad'ın üç sayısı da Kastamonu'da yayınlandı. Konuşmalarının bulunduğu bu dergi sayıları, binlerce nüsha bastırılarak Anadolu'ya ve cephelere dağıtıldı, camilerde, derneklerde ve askeri birliklerde okutuldu. 

10 Temmuz 1921’de saldırıya geçen Yunan ordusu çok hızlı bir gelişmeyle ilerliyordu. 13 Temmuz’da Afyon düştü. 17 Temmuz’da Kütahya ve 20 Temmuz’da Eskişehir Yunanlıların eline geçti. Ankara da düşme tehlikesiyle karşı karşıya bulunuyordu. Ankara halkı akın akın Kayseri, Kastamonu ve Sivas yollarına düşmüştü. Devlet merkezinin Kayseri’ye, hatta Sivas’a nakli hazırlığı başlamıştı. Mehmet Âkif, bir çözülmeyi önlemek için bu düşünceye şiddetle karşı çıktı ve asla Ankara’dan ayrılmadı. 

İstiklal Marşı Şairi Mehmet Âkif Ersoy, vatanımızın bölünmez bütünlüğü, milletin birlik ve beraberliği konusunda son derece hassas bir vatan şairimizdir.  

Girmeden tefrika bir millete, düşman giremez
Toplu vurdukça yürekler, onu top sindiremez
Sahipsiz olan memleketin batması haktır
Sen sahip olursan bu vatan batmayacaktır
Şairimiz Mehmet Akif Ersoy’u, bir defa daha rahmet, minnet ve şükranla anıyoruz. Ruhu şad, mekânı cennet olsun.