Halil İbrahim KAHRAMAN

Doktor

İstanbul’u Yeniden Görmek ve Düşünmek

İstanbul’umuz dünyadaki tarihi şehirler içinde ilk 3-5 şehirden biridir. Eski çağlardan beri yerleşim yeridir. Doğu Roma İmparatorluğuna başkentlik yapmış olup, o döneme ait, başta Ayasofya ve Yerebatan Sarnıcı gibi eserler olmak üzere, pek çok tarihi değere sahiptir. 1453’te biz Türklerin fethi ile Osmanlı Devleti’nin Bursa ve Edirne’den sonraki başşehri olmuştur. Bu dönemlere ait de başta Topkapı Sarayı ve Sultanahmet Camii olmak üzere pek çok tarihi esere ev sahipliği yapmaktadır. Bu şehrimiz ayrıca bir ticaret, tarihi ve doğal güzellikleriyle zengin bir turizm merkezidir. İstanbul’u 90’lı yıllarda birkaç defa gidip, gezip görme imkânım olmuştu. 20 – 25 yıl kadar aradan sonra bazı tarihi mekanları yeniden gezip görme amaçlı gittiğim bu şehirdeki önemli bulduğum ve dikkatimi çeken bazı hususları paylaşmak isterim.

İlk dikkatimi çeken, çok kalabalıklaşmış bir şehir haline gelmiş olmasıydı. Bu kalabalıklaşmada, farklı ülkelerden gelen turist grupları, tek başına veya birli ikili aileler şeklinde gezen turistlerin varlığı, memnuniyet verici bir duygu yaratıyordu. Tarihi ve turistik yerlerdeki insanların bu varlığı, ülkemizin turizm potansiyelinin doğru kullanıldığı kanaatini vermekteydi. Ayrıca görünümlerinden saç ekimi, yüz estetiği gibi sebepler için geldiği belli olan insanların da fazlalığı ülkemizin sağlık turizmi için de tercih edilen bir yer olduğunu göstermekteydi.

Şehrin özellikle toplu ulaşım imkanları takdire şayandı. Yerin 3-5 kat altına yapılmış olan ve birçok önemli noktaları birbirine bağlayan metro ağı, batıdakileri aratmayacak kadar güzeldi. Marmaray ve Avrasya tüneli ile şehrin iki yakasının buluşturulması, raylı sistemlerin yaygınlaştırılması ise toplu ulaşım imkanlarının daha çok kullanılabilmesi ile büyük kolaylıklar sağlamaktaydı.

İstanbul’umuzun en önemli tarihi merkezini görmek için önce Sultan Ahmed Meydanına gidiyoruz. Topkapı Sarayı, Ayasofya, Sultan Ahmed Camii ve Yerebatan Sarnıcı gibi bir çok gerek Roma döneminden gerekse Osmanlı döneminden kalma eserler bu bölgede bulunmaktadır. 6. Yüzyılda yapılmış olan Yerebatan Sarnıcı bölgenin su ihtiyacı için düşünülmüştür. 1000 m2’lik bir alana yapılmış olup, 336 adet 9 m yüksekliğindeki mermer sütunlar ile görmeye değer bir eserdir. Sonra yine o dönemlerden yapılan büyük mabed Ayasofya’ya (Kutsal bilge) gidiyoruz. Büyük kubbesi ile yapıldığı günden bugüne dikkat çekici bir mabed olup dünyanın 8. Harikası olarak bilinir. Mısır, Efes, Suriye’deki antik eserlerden alınıp getirilen mermer sütunları, muhteşem kubbesi ve duvarlarındaki muhtelif ve anlamlı dini motifli mozaikleri ile ziyaretçilerini kendisine hayran bırakmaktadır. 1453’te İstanbul’un fethi ile Fatih Sultan Mehmed tarafından fetih camiine çevrilmiş ve yapılan muhtelif yapılar ile bir külliyeye dönüştürülmüştür. İçerideki fil ayakları üzerine asılı 7,5 m çapındaki 8 adet hat levhalar dikkat çekicidir. Koyu yeşil bir zeminde altın varaklı şeklinde döneminin meşhur hattatı Kazasker Mustafa Efendi (1801 – 1876) tarafından yazılmıştır. Turist grupları, genç yaşlı bir yığın insan, ayrıca ibadet için gelenlerin sebep olduğu uzun bir kuyruk giriş için yeni bir düzenlemeye ihtiyaç olduğunu düşündürmektedir.

Ayasofya’dan sonra mavi çinileri ile meşhur Sultan Ahmed Camiini görmeye gidiyoruz. Restorasyon amaçlı tamamen kapalı olması bizim gibi gelenler için üzücü idi. Ayrıca buranın tamamen kapalı olması Ayasofya’nın girişindeki uzun kuyruklar namaz ibadeti için gelenlerin oradaki küçük camiye mecbur kılıyordu. Bu iki büyük mabedin olmasına rağmen Endonezya’dan gelmiş olan bir turist grubunun kadınlı erkekli ve oldukça sıkışık bir şekilde burada ibadetlerini yapmak mecburiyetinde kaldığını görmek üzüntümüzü artırmıştır. Daha sonra görülecek bölge tabi ki Beşiktaş. Dolmabahçe Sarayı, Dolmabahçe Camii, Resim ve Heykel müzeleri, Denizcilik Müzesi gibi yerler, görülecek yerlerdir. Bu bölgeye Yıldız Sarayı’nın hemen bitişiğindeki Yahya Efendi ayrı bir zenginlik katmaktadır.

Tabii ki bu şehir 1-2 günde gezilebilecek bir yer değildir. Boğaziçi’nden Adalara, Eyüp Sultan’dan Sultan Ahmed’e, Fatih’ten Balat’a, Topkapı Sarayından Rumeli ve Anadolu Hisarlarına kadar bir yığın tarihi ve doğal güzellikler görülmelidir. Bu sebeple de şiirlere, hikayelere, romanlara, filmlere konu olmuştur. Yeni görülesi yerler arasında Topkapı'daki Panoroma 1453, İstanbul Arkeoloji müzesi, Rami kışla kütüphanesi, Çamlıca Televizyon Kulesi, Millet Camii, Kız Kulesi gibi yerleri de saymalıyız.

Tüm bunlar ve özellikle toplu ulaşımdaki yeni imkanlar İstanbul’umuza zenginlik katmıştır. Şehrin bu imkân ve gelişmesinde son 20 – 25 yılda aldığı hizmetler önemlidir. Burada büyükşehir belediye başkanlığı zamanı dahil Cumhurbaşkanımız R. Tayyip Erdoğan’ın payı önemlidir. Başta O'na olmak üzere emeği geçenlere şükran duygularımı iletirken, keşke doğal doku ve tarihi alanlar daha fazla korunabilseydi, gökdelenlerle şehrin silüeti bozulmasaydı da demeliyiz.

Tarihi eserler şehirlere zenginlik katan yerlerdir. Şehrimizde de Paşa Suyu olarak bildiğimiz Romalılardan kalma ve o dönemin en büyük ikinci su hattı olan tarihi miras, yine o dönemlerden kalma İnbayırı Sarnıcı, İnbayırı sarnıcı ile Süleyman Paşa hamamı arasında bulunan, içinde insan girebilecek özellikteki su kanallarından kalan bir kısmı günyüzüne çıkarılıp gezip görülecek yerler arasına katılmalıdır. Şehirlere önemli ulaşım imkânı ve kolaylık sağlayan tramvay hizmetinin yakın ilçelerimize de ulaştırılması geciktirilmemelidir.

Bu yazı 6 Şubat Kahramanmaraş depremi öncesinde yazılmıştır. Bu deprem tekrar göstermiştir ki İstanbul için beklenen olası depremin benzeri bir felakete dönüşmemesi için yerel ve merkezi yönetimlerin el birliğiyle ve öncelikli olarak tedbir çalışmalarının hızlandırılması gerekmektedir.

Tabii Afetlerin felakete dönüşmediği evlerimizde, huzur ve güven içinde yaşadığımız bir gelecek dileğiyle.