Doç. Dr. Süleyman COŞKUNER

Kaliteli Yaşam Uzmanı

suleymancoskuner@hotmail.com

Mektup

Hepimizin çok sevdiği bir şarkı vardır, hüzzam makamında. Güftesi Mehmet GÖKKAYA’ya, bestesi de ünlü bestekar ve sanatçımız Erol SAYAN’a ait. Ünlü sanatçımız Emel SAYIN’ın kadife sesinden zevkle dinlediğimiz;

“Yine yakmış yar mektubun ucunu,

Askerlikte sevda çekmek zor diyor,

Yüklemiş postanın bana suçunu,

Hatırımı teller ile sor diyor,

Askerlikte sevda çekmek zor diyor”.

Eskiden hayatımızda çok önemli bir yeri olan mektubun, artık günümüzde nerede ise hiçbir önemi kalmadı. Postacılar yine var ama artık mektup değil, mahkeme tebliği, icra takibi, banka kredi ekstresi, düğün davetiyeleri ve bürokratların özel gün kutlamalarını dağıtıyorlar. Eskiden postacıların gece bekçilerinden daha fazla forsu olurdu. Başlarında özel şapkaları olan resmi kıyafetler giyerler, içlerine mektupları koydukları ve omuzlarından aşağı sarkıttıkları resmi çantaları olurdu.

Bizim neslin en iyi bildiği bir şarkı, postacıların önemini hala zirvede tutmayı başarmıştır:

“Bak postacı geliyor selam veriyor,

Her kes ona bakıyor merak ediyor,

Çok teşekkür ederim postacı sana,

Pek sevinçli haberler getirdin bana,

Bu gün benden bu kadar darılmayınız,

Yarın yine gelirim hoşça kalınız,

Haydi git güle güle uğurlar olsun,

Ellerin dert görmesin neşeyle dolsun”.

İlk mektubumu on yaşımda iken askere giden merhum ağabeyime yazmıştım. Sevgili abicim diye başlar, babamdan anamdan başlayarak bütün sülaleyi sayarak selamlar iletilir. Hava durumu en ayrıntılı bir şekilde anlatılır. Sizin oralarda ne var ne yok diye sorulur. Asker arkadaşlarına ve komutanlarına özel selam ve sevgiler yollanır, büyüklerin ellerinden, küçüklerin gözlerinden, emsallerin yanaklarından öpülürdü.

Yavukluların mektuplaşmaları ise, postacılardan gizli yapılırdı. Küçük bir kağıda mektup yazılıp, içinin kibritleri boşaltılmış kibrit kutusunun içine sıkıştırılır ve sevgilinin geçeceği muhtemel yola bırakılırdı. Diğer bir yöntem de, mahallenin küçük bir çocuğu postacı görevini yüklenebilirdi.

Mektuplar önceleri çizgili kağıtlara yazılırdı. Ancak daha çok özenenlerce, çizgisiz beyaz kağıt kullanır, satırlar eğri olmasın diye altına çizgileri keçe kalemle koyulaştırılmış beyaz kağıt konularak yazılırdı. Kırtasiyeden mektup zarfı alınır, sol üst köşeye Gön: Falanca. Sağ alt ortaya Sayın: Falanca ve adres özenle yazılırdı. Zarfın kapağının zamkı tükrüklenerek özenle kapatılırdı. Hazır olan mektup hiç vakit kaybedilmeden postaneye (PTT) götürülür, veznede oturan memura yeterli para uzatılır ve bir pul alınırdı. Alınan pulun arka tarafındaki kurumuş zamk, dilimizle veya ıslattığımız parmağımızla nemlendirilir, zarfın sağ üst köşesine yapıştırılır ve memura tekrar geri verilirdi.

Mesafelerin uzaklığı ve yakınlığına göre, mektuplar bir hafta ile on beş gün arasında ilgiliye postacılar tarafından teslim edilirdi. Mektubun gelme zamanı biraz gecikti ise, postacılar geçerken yolları kesilir ve kendilerine mektup olup olmadığı sorulurdu.

Özellikle asker mektupları büyük önem arz ederdi. O zamanki askerlerin analarının çoğu cahildi. Asker olan oğul veya torundan mektup geldiği zaman mektuplarını okutmak için, mahallede mektepli olan gençlere müracaat ederlerdi. Mektubun okunma merasiminde birçok sülale efradı toplanır, heyecanla mektup dinlenirdi.

Özellikle asker ve öğrencilere, yasak olmasına rağmen, görünmeyecek bir şekilde mektubun içine saklanan harçlıklar da aynı zamanda gönderilirdi. Gelinlik kızların asker olan yavuklularına elleriyle işledikleri mendiller de kokulandırılıp, mektuplara konularak gönderilirdi. 

Merhum abim Mardin İdil’de jandarma çavuşu iken, telleri emekli olmuş bir saz ele geçirmiş ve bizden bir takım saz teli istemişti. Bizde mektubun içine koyarak göndermiştik.

O yıllarda bazı adresleri mektuba yazabilmek oldukça zordu. Dağdaki çobanların, ovalardaki bağcıların, ekin tarlalarındaki orakçı ve harmancıların, dağlarda taş kırıcıların, gurbette çalışan kamyoncuların vb. adresleri olmazdı. Bunlara mektup gönderen gurbetçiler, asker veya öğrenciler; çarşı içinde berber Emin KAHRAMAN, KOPUK, Aygazcı Hüseyin dayı, Bakkal Dılbar Arif, vb. eliyle diye yazarlardı.

Mektubun içine konulan para, mendil vb. gibi eşyaların yanı sıra, mektubun en önemli müşterileri, o günün ilkel makinaları ile, “BUCAK hatırası” perdesi önünde çekilmiş, siyah beyaz fotoğraflar olurdu. Evli olarak askere giden gençlerin hanımının özel durumları (hamilelik vb.) ile ilgili merakları oldukça fazla olurdu. Doğum, düğün, asker dönüşü, gibi sevindirici haberler hemen ilave mektupla bildirilirken; kaza, bela, ölüm, ağır hastalık gibi sevimsizlikler, morali bozulmasın askerimin diye asla duyurulmazdı.

Günümüzde genel anlamıyla sosyal medya diye adlandırdığımız iletişim teknolojileri ile, her türlü haberleşmeyi sağlamak çok hızlı, ucuz ve kolay hale gelmiştir. Bizim nesiller mektuplaşma serüvenlerini daha dün gibi hatırlarken, günümüzün gençleri için bu serüveni ne kadar anlatsak bile, ya anlamakta güçlük çekecekler ya da hakkıyla anlayamayacaklardır. Belki de halimize acıyacaklardır.

Ne yapalım atalarımız boşuna dememişler: “Gün bulduğunu harcarmış” diye… 

Selam, sevgi ve dualarımla… Allah’a (cc) emanet olunuz.