C. Yakup ŞİMŞEK

Eğitimci, redaktör

C.Yakup_Simsek@hotmail.com

Soner Yalçın’ın Tanrısı

Tanrı selâmet versin (Yâni Allah selâmet versin), SÖZCÜ’nün köşe muharriri Soner Yalçın Allah mı, Tanrı mı?” diye başlamış; önce “Tanrı”yı bol bol alkışlamış, sonra da “Allah”ı epey taşlamış... 
Bu yazı 19 Aralık 2017 günü çıkmış ama -Tanrı sizi inandırsın (Yâni Allah  sizi inandırsın)- ben yeni okudum. E, Soner Yalçın kusura bakmasın ama Tanrı’nın günü  (Yâni Allah'ın günü) kendisini tâkîb edecek değilim...  
Neyse, demiş ki Yalçın:
“Askerin yemek duası değiştirildi: Mehmetçik artık 'Tanrımıza hamdolsun' demeyecek! Mehmetçik artık 'Allahımıza hamdolsun' diyecek!
Hay Tanrı! (Yâni hay Allah!)  

Ordumuzun yemek duâsı metninde altı ay önce yapılan bir kelime değişikliği ile artık “Tanrı” yerine “Allah” deniyor, biliyorsunuz.

Soner Yalçın işte buna üzülmüş...
Tanrı Tanrı! (Yâni Allah Allah!) Niye acabâ? 
O yazıda bir ölüm haberi verircesine kendisi bunu şöyle açıklıyor: 
Türkçe kaybetti… Türk Ordusu’nun yiğit Mehmetçik’i kendi dilinde ‘Tanrı’diyemeyecek!”
  ***

Yalçın, bu yazısında “Tanrı” ve “Allah” kelimelerinin târihteki mâcerâsını ve etimolojisini -kendi çapında- ele almış. 

Tanrı” hakkında demiş ki:

Daha İslamiyet yokken 'Tanrı', eski Türkçede 'dünyanın tek yaratıcısı ve koruyucusu’ anlamındaki 'Tengri' sözcüğünden geliyordu. 'Tanrı', Türkçenin temel sözcüklerindendi.”
Yalçın’a göre ”Daha düne kadar Diyanet'in, sure-ayet çevirilerinde 'Tanrı' sözcüğü kullanılırdı.”
(Gördüğünüz gibi, Yalçın, hem “meal” hem “tefsir” kelimelerini kendi Türkçesinde “çeviri”ye çevirmiş ve çam devirmiş. Tanrı iyiliğini versin. (Yâni, Allah iyiliğini versin.) TDK bile ”meal” ve “tefsir” kelimelerini ayrı ayrı kelimelerle karşılamaya çalışmıştı. )

***

“İktidarda hiç mi kimse kalmadı kendi tarihini bilen!” diye soran Soner Yalçın, bu “Tanrı” kelimesinin ne kadar köklü ve sevilen bir isim olduğunu, kendisinin de “Tanrı”yı ne kadar iyi bildiğini isbât etmek için kırk dereden su getiriyor bize:
Meselâ Ahmet Yesevî’nin Dîvân-ı Hikmet eserindeki 12 şiirinde “Tengri” kelimesini kullandığını söylüyor.

Ben Dîvân-ı Hikmet’in Diyânet tarafından yapılan baskısında on yedi (17) tâne “Teñri” kelimesi, yüz kırk iki (142) tâne de “Allah” kelimesi saydım.  

Bir dirhem bal için bir çeki keçiboynuzu çiğnemeye devâm eden Yalçın diyor ki: 
“Yunus Emre, Niyazi Mısri şiirlerinde ‘Tengri’ anlamında ‘Çalab' sözcüğünü kullanmadı mı? Liste uzar gider...”

Yalçın doğru söylüyor: Yûnus Emre bu “Çalap” kelimesini kullanır. 
Fakat benim de Soner Yalçın’a üzücü bir haberim var: Kendisi, Yûnus'un “Allah”ından habersiz gibidir. Prof. Mustafa Tatcı’nın hazırladığı Yûnus Emre Dîvânı’nda otuz yedi (37) kere “Çalap” var, yirmi dokuz (29) yerde de “Tanrı” denmiş. Bunlara karşılık, Yûnus'umuz, şiirlerinde tam yetmiş beş (75) kere “Allah” ismini tercîh etmiş.

Yâni, bizim Yûnus'un “Çalap” ve “Tanrı”sı var ama “Allah”ı da var... Üstelik, Yûnus’un “Çalap-Tanrı” lâkırtılarının alayını toplasan bir Lâfza-i Celâl (Allah) etmiyor...
Mustafa Kemal de Nutuk’unda “Tanrı” adını yalnızca bir (1) kere ağzına almış, Allah’ın ismini ise yirmi dokuz (29) yerde zikretmiş.

Nâzım Hikmet, bu sahada Mustafa Kemal'i de sollamış: Bütün Şiirler kitabında (2085 sayfa) “Tanrı”nın ismini ağzına hiç almamış olan Nâzım, yetmiş yedi (77) kere “Allah” demekte mahzur görmemiş.

Pir Sultan Abdal’ın şiirlerinde (Hazırlayan: Sabahattin Eyuboğlu) üç (3) “Tanrı”ya karşılık yirmi altı (26) kere “Allah” var...
***

Pir Sultan Abdal’ın, Nâzım Hikmet’in, Mustafa Kemal’in yüz vermediği bu “Tanrı”yı Soner Yalçın çok seviyor. Ne diyelim, Tanrı muhabbetini artırsın. (Yâni Allah muhabbetini artırsın.)
O hâlde bu Soner’in kitaplarında adım başı bir “Tanrı” ile karşılaşırım; Allah’ın adını belki de hiç göremem, sanıyordum. 

Onun meşhur “Bay Pipo”sunu dikkatlice bir taradım ve orada “Tanrı”yı aradımŞimdi sıkı durun: Soner Yalçın’ın “Bay Pipo”sunda “Tanrı”nın esâmesi dahi okunmuyor; buna karşılık on (10) yerde “Allah” var... 
Yine onun yazdığı “Efendi” kitabında “Tanrı” yalnızca üç (3) kere, “Allah”  da on altı (16) kere geçiyor.

Yâni şimdi bu Soner Yalçın’a ben ne diyeyim? “Ele verir talkını, kendi yutar salkımı” mı, yoksa Tanrılık Ali Bey (yâni Allahlık Ali Bey) mi?    
***
Bir kötü haberim daha var: Soner Yalçın’ın Türkçe zannettiği “Çalap” kelimesi Türkçe değilmiş. Andreas Tietze’nin Tarihî ve Etimolojik Türkiye Türkçesi Lugatı’na göre kelimenin aslı Arapça olup “köle ithâl eden” mânâsındaki “callâb” imiş. Prof. Abdülkadir İnan ise “Tarihte ve Bugün Şamanizm” kitabında bu “Çalap” kelimesinin Nasturî Hristiyanlardan geldiğini tahmîn etmektedir (TTK Yayınları, Ankara 1972, s. 33-34.)
Fakat Soner Yalçın’ı asıl üzecek ve ağzını büzecek haber Şemseddin Sâmi’den geliyor. Büyük lügatçimiz, Kaamûs-ı Türkî’sinde “Çalap” kelimesinin şeceresini şöyle çıkarmış: 
“Bu kelimenin aslı ‘çelîpâ’ olup vaktiyle birtakım Süryânîler Türkistan ve Moğolistan’a duhûl ile oranın akvâmına hatt-ı Süryânî’yi tâlîm ettikleri sırada, bu isim de oraca mâlûm olup mâbud mânâsı ile kullanılmıştır. Ondan evvel “Teñri”derlerdi ki bu da Çinceden me’hûz olup, asıl Türkçesi “Oğandır...”

Görüldüğü gibi, Şemseddin Sâmi yalnızca “Çalap” kelimesinin değil, “Tanrı”nın bile aslen Türkçe olmadığını kaydediyor... Üstelik “Teñri”nin Türkçeden Çinceye değil, tam aksine, Çinceden Türkçeye geçtiğini söylüyor.

Demek ki Soner Yalçın, “Allah’ın Türkçesi” bahsinde kanı kaynamış ve iki kere yanlış ata oynamış...

  ***

Necip Fâzıl’la Nâzım Hikmet’i kıyaslarken şeşi beş gören Soner Yalçın’a derim ki: 
Her düşüş, bir öğreniş... Nitekim düşmez kalkmaz bir Tanrı (Yâni, düşmez kalkmaz bir Allah...)
NOT: Soner Yalçın’la da işim bitmedi...

Şimdilik kendisini Allah’a, -affedersiniz- “Tanrı”ya, -yine affedersiniz- “Çalap”a, -çok çok affedersiniz- “Oğan”a emânet ediyorum...