C. Yakup ŞİMŞEK

Eğitimci, redaktör

C.Yakup_Simsek@hotmail.com

Bitmeyen Dil Dalaşı - 1

Türkçenin başına ge[tiri]lenler, pişmiş tavuğun başına ge[tiri]lmedi... 

Bu yüzden olacak ki, ben kendimi bildim bileli (en az kırk yıldan beri) Türkçe üstüne çok sert münâkaşalar gırla gidiyor.

Aslında Türkçe Kavgası, devletin 1930'larda başlattığı Türk Dil Kuruntusu (TDK) ile “Yeni Bir Türkçe Yaratma” teşebbüsünden beri devâm ediyor.  

1930'lardan önce Türkçenin sürekli tartışıldığı, derin fikir ayrılıklarına, hattâ zıtlaşma ve kutuplaşmalara sebep olduğu bir çağ var mıydı acabâ? 

Vardı, diyen varsa Osmanlının kuruluşundan yıkılışına kadarki altı-yedi asır boyunca bu mevzû üzerinde yazılmış altı-yedi kitap gösterebilir mi? 

Peki, "Dil Darbesi"nden bu yana, hattâ son kırk-elli sene içinde Türkçedeki ihtilâfların (fikrî ve ideolojik parçalanmanın) doğurduğu kitapların, makaalelerin, nutuk ve konferansların, radyo ve TV programlarının tam listesini çıkarabilecek bir babayiğit var mı? 

*** 

Osmanlı devrinde Türkçenin problemleri hakkında yazılmış veyâ kısmen bunu anlatan bir kitap olduğunu sanmam. Hadi, binde bir ihtimal, var diyelim; varsa da bir-ikiyi geçmez. 

1930'lardan bu yana "Bitmeyen Dil Dalaşı" mahsûlü olan kitapların ve diğer eserlerin ise sayısını dahi bilen yok...  

Aradaki fark, uçurumlardan büyük... 

Niçin acabâ? 

Devletimiz bunun cevâbını bulamazsa, bulduramazsa Türkçenin derdine derman bulamaz, bulduramaz... 


***

İki ihtimal var: 

1. Yedi yüz yıl boyunca, meselâ Garîbnâme'den İstiklâl Marşı'na gelen Türkçehep hastaymış; fakat bunu kimse anlamamış; anladıysa da söylememiş, yazmamış... 

2. Türkçeye 1930'lardan îtibâren yapılan operasyonlar sâyesinde dilimiz Kırkpınar başpehlivanlarını devirecek kadar sıhhat ve kuvvet kazanmış; fakat yüzlerce ilim-fikir-sanat adamı ve milyonlarca vatandaş onu yatalak zannediyor. Herkes "Hasta Türkçe Halüsinasyonu" görüyor yâni...

***

“Dîvân edebiyatında roman yok.” diyen Cemil Meriç, bu tesbîtinin hemen  ardından sebebini de şöyle açıklar: “Niçin olsun?..”

“O devrin Türkçe dertlerini anlatan kitaplar niçin yok?” suâlini de aynı mantıkla çözebiliriz: “Niçin olsun?..”

Neyse, değerli dilci ve edebiyatçı arkadaşlar bunlara kafa yormayı pek sevmezler. Meseleyi "Osmanlıca mı, öz Türkçe mi?" şıklarına şıp diye bağlayıp işin içinden çıkarlar. Böylece kafalarındaki konfor da fikirlerindeki dekor da bozulmamış olur... 

*** 

Oysa meselâ Attilâ İlhan'ın tesbit ve tekliflerini -kabûl edip etmemek ayrı mesele- hiç olmazsa biraz düşünmek lâzım: 

"Yunanca ve Latince yerine, kendi kültürümüzün geldiği asıl taban olan Arapça, Farsça ve dolayısıyla Osmanlıcanın öğretilmesi..." 

“Osmanlıca bizim Türk Dil Kurumu Türkçesine oranla çok gelişmiş bir dil… Batı dillerinin tamâmını karşılayabiliyor...”

"Aydınlar Osmanlıcayı öğrenmeliler, aksi hâlde bilim yapamazlar. Kendi dilini, kendi târihini öğrenecek, kendini Batı’ya göre değerlendirmeyecek, Batı’dan yalnız metodu alacak. Bizimki gidip müesseseleri, gelenekleri alıyor. Bu salaklık. Çünkü beyni yok, maymun..." 

*** 

DİT (Devlet İkaameli Türkçe) ile dile sokulan kelimelerin milleti nasıl böldüğüne dâir yazılanlar ve söylenenler toplansa kitapları değil kütüphâneleri doldurur... 

Attilâ İlhan'dan sonra Târık Buğra'ya kulak verelim: 

“Şehir mi diyeceksiniz, kent mi? Şehir dediniz mi, gericisiniz, Osmanlıcayı tutuyorsunuz, Türkçenin ve Türklüğün düşmanısınız. Kent deyince de ilerici olursunuz, devrimci olursunuz, Türkçeden ve Türkiye’den yana olursunuz...” 

"Şehir" kelimesini unutturup yerine "kent"i ikaame ederek "öz Türkçe(!)" dâvâsı güdenler ise Târık Buğra'ya göre birer "zibidi"dir.  

“Böyleleri için Malazgirt herhangi bir ova, Rumelihisarı herhangi bir duvar, Bursa şehirlerden bir şehir, Sakarya da rastgele bir ırmaktır. İşte bu kültürsüzlük, bu soysuzluktur ki, kelimeleri kravatlara, mendillere döndürüyor; onlar, böylece de ‘kent’i şehir, ‘koşul’u şart, Farsça ‘zor’dan zorlama ‘zorunluk’ ucûbesini mecbûriyet yerine koymaktan çekinmiyor...” 

*** 

Ne yazık ki, Türkiye'de ana sınıflarından üniversiteye kadar tedrîsâtın her basamağında körpe ve genç beyinler hâlâ "Dil Darbesi" şakşakçılarının sloganlarından ibâret olan ezber düşüncelerle dolduruluyor. İşte ilk önce bu ezberleri beynimizden kazıyıp atmalıyız. 

Elimde olsaydı, bütün gençlere, Peyâmî Safâ'nın 1942'de üniversite mêzunları için verdiği nutuk gibi seslenmek isterdim: 

"Zekânız bu kokmuş mâlûmat kadavralarını ne kadar çabuk atarsa, hürriyetine o kadar erken kavuşur. Mümkün olsaydı, size bugün diploma yerine bir hâfıza müshili verir, ilmin bu molozlarını rûhunuzun bağırsaklarından dışarıya çabuk defetmenize hizmet ederdim..."

(Rahmetli, iyi ki 1990’ların ve 2000’lerin mêzunlarını görmedi... Görseydi nutuk vermek bir yana, zavallının nutku tutulurdu...)

Kafalara sokulmuş zararlı ezberlerden, düzmece haberlerden, sapkın-şaşkın rehberlerden ve sahte peygamberlerden kurtulmadıkça doğru yolu katiyen bulamayız... 

Türkçenin kangrene dönmüş hastalığından iyileşip kurtulması da ancak böyle mümkün olabilir... 

*** 

Peyâmî Safâ-Târık Buğra-Attilâ İlhan gibi muhteşem bir üçlüden sonra bana söz düşmez. 

Fakat dönüp dolaşıp Türkçe dertlerini yazdığım için bana "Kardeşim, sıkıntıyı anlatıyorsun, anladık; fakat çâresini de söylesene!" diyen dostlarıma verdiğim sözü tutmam lâzım. 

Affınıza mağrûren, "Dil Reçetesi-1"i yazıyorum: 

Dil Reçetesi - 1 

Uyduruk "sınav"ların kıl kuyruk Türkçe suallerini süpürüp çöpe atın. 

1945 öncesinin o sağlam, muntazam ve muazzam edebiyat eserleri, gençlerin Türkçede barajı geçmesinin şartı olsun... 

Fakat unutmayın: Kitapların orijinal nüshaları okunacak muhakkak... 

Dede Korkut Hikâyeleri, Yûnus Emre, Karacaoğlan, Niyâzî Mısrî, Pir Sultan Abdal, Fuzûlî, Bâkî, Nedîm, Şeyh Gaalib, A.Cevdet Paşa, A.Midhat Efendi, Ömer Seyfeddin, H.Rahmi Gürpınar, H.Ziyâ Uşaklıgil, Mehmed Âkif, Ahmed Hâşim, Yahyâ Kemâl, M.Şevket Esendal, H.Edip Adıvar, R.Nûri Güntekin, A.Şinâsi Hisar, Peyâmî Safâ, A.Hamdi Tanpınar, Sabahattin Ali...

***

Seç, beğen, al.

Oku, keşfet; oku, hazmet.

Yaz-kış, gece-gündüz; aç karnına-tok karnına...

Bunları okuyup sindirmeyenler, hiçbir Türkçe imtihânını geçmesin. 

TEOG’dan KPSS'ye kadar... 

Bakın, görün o zaman, Türkçeyle berâber daha neler düzelecek neler...

Aksi hâlde “Dil Dalaşı” ve “Kelime Savaşı” hiç bitmez, Türkçe daha da kötürüm olur.

Büyüklere saygıyla duyurulur...