Oğuz ÇETİNOĞLU

Ekonomist, Araştırmacı-Yazar

ocetinoglu1@gmail.com

Türk Dünyasının Sınırları

 

Kaba hatlarıyla Türk dünyasının sınırlarını şöylece belirleyebiliriz: Batıdaki uç nokta 21. doğu meridyeni sınırında yer alan Makedonya, doğudaki uç nokta ise yine Grennwich’e göre 98. doğu meridyeni üzerindeki Ötüken şehrine uzanır. Ötüken, Türk hâkimiyetinin sembol şehridir. Orkun Kitâbeleri bu şehirde bulunmaktadır.

Komünist Rusya, 1920 yılında kurulan Yakut Millî Devleti’ni lağvedip, Moskova’ya bağlı Yakudistan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti’ni oluşturup,  bu bölgeyi Ruslarla doldurup Türk-Yakut kültürünü yok etmeseydi, doğu sınırını bugün, 130. meridyene kadar uzatmak mümkün olabilirdi. Bu bölge aynı zamanda 60. kuzey paraleli olarak kuzeydeki Türk kültürü alanının uç noktası olarak kabul edilecekti. Bu gün Yakudistan’da Türk kültüründen eser kalmamıştır. Buna rağmen bölgede yaşayan insanları Türk kabul etmek, yanlış bir değerlendirme değildir. Kısa süreli kültürel temaslarla bölge insanı Türk kültürünü kolayca benimseyebilir.

Rusya Federasyonu’na bağlı Tataristan Muhtar Cumhuriyeti’nin başşehri Kazan, 58. paralel üzerindedir.

Yeryüzü küresinin ekvatora yakın bölgelerine baktığımızda, Türk kültürünün, bu çizgiye yaklaşabildiğini görüyoruz. Her ne kadar Türk-İslam Kültürü, 15. paralel üzerindeki Yemen’e kadar indi ise de, bu gün buralarda da Türk kültürünün varlığından bahsetmek zordur. Ancak Türklere karşı derin saygı besleyen çok sayıda insanla karşılaşılır. Güney yarım kürede Türklerin ve Türk kültürünün sınırı 36. paralel üzerindeki Kerkük şehridir.

Koordinatları verilen bu alan, 22.000.000 kilometrekaredir. Türkiye’nin tam 28 katı büyüklüğünde bir alan…

Türk dünyası denilen bu alanda, 300.000.000 Türk yaşamaktadır. Bir kısmı Türkçe konuşmasa da, bir kısmı, Hıristiyan-Musevî dinine inansalar da, bir kısmı ise değişik inanç sistemlerini kabullenmiş olsalar da hepsi soydaşımız, kandaşımız, ırkdaşımızdır.

Batıdan doğuya doğru giden insanları; gökyüzünün değişmez elemanları olan güneş, ay ve yıldızlar tâkip eder. Aynı insanları, sınırlarını çizdiğimiz bu alan içerisinde Türk-İslam kültürü karşılar.

Dede Korkut, Nasreddin Hoca, Köroğlu, Yunus Emre ve diğerleri… bizim halk kahramanlarımız olduğu kadar Azerbaycan, Özbekistan ve Kazakistan Türklerinin de kahramanıdır. Üstüne üstlük… asıl ve yalnız kendi kahramanları olduğunu iddia ederler. İtiraz ederseniz, ispat etmeye kalkışırlar ve ispat ederler de.  Tatmin ve memnun olursunuz.

Akşehirli Nasreddin Hocamızı, târih şehri Buhara’nın merkezindeki Leb-i Havz’da, ayrılmaz yoldaşı Karakaçan üzerinde görürsünüz.

Nasrettin Hoca, aynı zamanda Azerbaycan’ın Şeki şehrinde yaşamıştır. Şeki insanı, bizim Karadenizliler gibidir. Şakacı, espritüel. Ve de kendisiyle alay edebilen… Onlar ‘latife-perver’  diyorlar. Onların bu özelliği, Hoca Nasreddin’den gelir. Memnuniyetiniz perçinlenir.

Köroğlu bizim Çamlıbel’imizden çıkmış, Azerbaycan’ın Çemlibel’inde yaşamıştır. Kendi öz kahramanlarıdır. Öyle deliller ileri sürerler ki, inanırsınız. Halk kahramanlarınızı paylaşmaktan sonsuz haz duyarsınız.

Kazakistan’dan Kırım’a uzanan Türk dünyasında, elden ele makas, bıçak ve sabun alınıp verilmez.  Uğursuzluk sayılır. Veren, bir yere bırakır, alacak olan oradan alır ve  ‘tuu’ der.

Evin çocuğu iştahsız ise, bir tencere etli yaprak sarması yapılırken, bir tânesinin içerisine para konulur. Tesâdüfe bakınız ki, doymaya yakın bir noktada O’na çıkar. Maksat, çocuğun hem yemek yemesini, hem de parayı yutmaması için dikkatlice çiğnemesini sağlamaktır.

Bunlar, Anadolu’muzun unutulmaya yüz tutan âdetleridir. Oralarda hâlâ yaşıyor. Bu kültür unsurları bizden oraya mı gitmiş, yoksa oralardan Anadolu’ya mı gelmiş? Fark etmez. Benzerlikler bize yeter.

Türkistan’da Pîr-i Türkistan Ahmed-i Yesevî Hazretlerinin muhteşem türbesini gezerken gördüğümüz çini motiflerini bir yerlerden tanıdığınızı hatırlarsınız. Tereddüt içerisinde zihniniz, Kütahya ile İznik arasında şimşek hızı ile gider-gelir.