Oğuz ÇETİNOĞLU

Ekonomist, Araştırmacı-Yazar

ocetinoglu1@gmail.com

Selahattin Kaya ‘İslâmiyet’te Yardım’ Kavramını Açıklıyor

 

Oğuz Çetinoğlu: Gerçekte durumu iyi olmasına rağmen kendisini muhtaç durumda gösterenlere yapılan yardımların Cenab-ı Allah indinde değeri var mı? Şu açıdan soruyorum: Yardım etmeden önce tahkik etme sorumluluğu söz konusu mu?

Selahattin Kaya: Yardım edecek olanın niyeti hâlis ise, karşısındaki kişi fakir olduğuna inandırmışsa, görünüşü de fakir ise… o kişiye yapılan yardım, Allah indinde, gerçek ihtiyaç sâhibine yapılmış gibi ecrini alır.

Yalnız burada bir hususu tekrar belirtmek istiyorum. Yardım etmeye en yakındaki ihtiyaç sâhibinden başlamak gerekir. Bu kaidenin konulmasının sebebi, yardımın gerçek ihtiyaç sâhibine gitmeni sağlamaktır. Çünkü kişi yakınındakinin durumunu bilir.

Yardım kuruluşlarımız var Allah’a çok şükür. Vakıflar eliyle kumanyalar dağıtılıyor, yemekler yapılıyor. Kimileri gelip orada yiyor, kimileri alıp evine götürüyor. Evine götürenler için şöyle tavsiyede bulunuyorum: İmkânınız var, bir minibüs ayarlayın, yemekleri ihtiyaç sâhiplerinin evine götürün. Hem de bir nevi kontrol etmiş olursunuz. Fatih Sultan Mehmed Han’ın vakfiyesinde malûm geçer. ‘Hava karardıktan sonra fakir fukaraya yardımınızı yapın ki mahalleler arasında izzeti nefis rencide olmasın.’ Kur’an’ı Kerim’de: ‘Bazı fakirler vardır, iffetlerinden dolayı başkalarından yardım isteyemezler. Siz onları arayın, asıl fakir onlardır.’ Kapınıza gelip; ‘Yardıma ihtiyacım var.’ diyen dilencilere de boş çevirmemek için 5-10 kuruş vermek lâzım. Neden verilir? Çünkü Kur’an’ı Kerim’de hakiki ihtiyaç sâhibi olması aranır, ama sen ayırt edemezsin orada. Kapına gelip isteyeni de boş çevirme diyor Allah.

Çetinoğlu: Yardım alanın sorumluluğu nelerdir?

Kaya: Allah’a Şükredecek ve iyiliği yapana dua edecek. Sıkıntılarını giderdikten sonra, istemediği halde yardım edilse bile  teşekkür edep o yardımı almayacak.  Yardım edecek konuma geldiğinde de imkânları ölçüsünde kendisi, çevresindeki ihtiyaç sâhiplerine yardam edecek.

Buraya isterseniz bir hususu dâhil edelim. Tabii sizler de birçok vakıf kuruluşları içindesiniz. Bizler de yıllardan beri böyle durumdayız. Talebelere burs veriyoruz. Bugün için yapılacak hizmetlerin en önde geleni bana göre talebe bursudur. Çünkü istikbâlimizi teminat altına alıyoruz. İyi talebe yetiştirdiğimiz takdirde onlar istikbalde bu memleketin hayırlı evlâtları olur. Şimdi bir talebe düşünelim. Vakıftan burs alıyor. İhtiyacını karşılıyor. Ve tahsilini bitirdi. Ondan sonra eline iyi para geçen bir iş buldu. Eski vakfını, eski yardım aldığı yeri düşünmesi gerekir. Gidip de diyecek ki; ‘Bir talebeye de ben burs vermek istiyorum.’ Bu çok asil bir duygu… Ben bunu bâzı vakıflarda gördüm. O vakıftan burs alarak okuyan ve iş-meslek-gelir sâhibi olan bir kişi, çok sayıda öğrenciye burs veriyor.

Çetinoğlu: İhsan ve in’am, sosyal yardım kapsamında mıdır?

Kaya: Tabii. İhsan; ‘İyilik etmek, ikramda bulunmak’ demektir. İn’am; en ame, nimet kökünden geliyor. O da ‘iyilik etmek, ihsanda bulunmak’ anlamındadır. İslâm medeniyet târihinde hükümdarların; bilgin, sanatkâr ve fakirlere veya başarı gösteren kişilere, kendi servetinden veya devlet hazinesinden yapılan yardımlar ihsan ve in’am kapsamındadır. Her ikisini de sosyal yardım kapsamında anlayacağız.

Çetinoğlu: Bilinen ve fakat uygulanmayan bir hususa vurgu yapmanız, yanlış yapanları vazgeçirme açısından yararlı bir hususa değinmek istiyorum: Bazı kişi ve kuruluşlar; sosyal yardımları, dâvet ettikleri gazetecilerin fotoğraf makineleri, televizyon kameraları karşısında yapıyorlar. Çocukları giydiriyorlar, erzak dağıtıyorlar vesaire… Burada fakir insanlar teşhir ediliyor, izzet-i nefsi rencide ediliyor. Bu yanlışları vurgulamak ister misiniz? 

Kaya: Görüyoruz kamyonun başına topluyor. Orda millet birbirini ezecek. Nedir? Hayır yapıyor. Böyle bir hayır olmaz. Bu yanlış bir hareket… Hayır yapılacaksa, dediğim gibi muhtaç kişileri tespit edip mutlaka kendisinin vermesi şartı yok. Bugün hayır kurumları var. Çok vakıf var, çok da güzel çalışıyorlar. Yardımın nasıl ve kime yapılması gerektiğini bilen vakıflar vasıtasıyla verilmesi uygun olur. Mutlaka böyle yapılması gerekir. Kamyonu yanaştırıp da mahallede bu şekilde yardım şekli dinimize uygun bir şey değil.

Çetinoğlu: Zekât, sosyal yardımlaşma ve infak arasındaki ilişkiye değinir misiniz?

Kaya: Zekât farz olan bir ibâdettir. Mutlaka yapılması lâzım. Diğerleri biraz daha insanların ihtiyarına bırakılmıştır, vicdanına bırakılmıştır. Fakat zekât mecburen verilmesi lâzım gelen malî ibâdettir. Ama hepsi aynı yola çıkıyor. Hepsi Allah’ın rızasını kazanmak maksadıyla yapılan güzel hareketlerdir.

Çetinoğlu: Varlıklı Müslümanların mallarında yoksulların hakkı olduğu biliniyor. Bu bilgiyi vurgular mısınız? 

Kaya: Zariyat Suresi 15. âyette meâlen; ‘Allah’a karşı gelmekten sakınanlar…’ şeklinde giriş yapılmakta ve 19. Âyet’te yine meâlen şöyle buyurulmaktadır: ‘Onların mallarında muhtaç ve fakirler için bir hak vardır. Bunu bilip verirler.’

Çetinoğlu: Bir de ‘sadaka-i fıtır’ var. Halk arasında ‘fitre’ deniliyor. Bir kısım insanlarımız da ‘fitre’ ile ‘fidye’yi karıştırıyorlar.

Kaya: Sadaka-i fıtır ve fitre aynı anlamdadır. ‘Fıtır sadakası’ da denilir. Ramazan’da orucunu tutan Müslümanların bayrama girmeden önce vermek mecburiyetinde oldukları vâcip bir hayır yoludur… Fidye ise; bir kimse orucunu tutamamıştır. Mecburiyetler, yaşlılıktır, hastalıktır, iyileşebilecek hastalıklardır. Bu sebeplerle orucunu tutamayan insanların vermek mecbûriyetinde olduğu bir paradır.  

Fitreyi oruç tutanlar, Ramazan bayramına girmeden önce fakire veya fakirlere verecek. Fidyeyi de oruç tutamayanlar verecek.

Çetinoğlu: Bunların miktarları da sorulur…

Kaya: Malî durumuna göre verecektir. Mesela bir kimse vardır. Normal geçimi vardır. Bunun vereceği rakamı bu sene ilan ettiler. En az 6 liradır.  Malî durumu müsâit, dolayısıyla 10 lira verir, 20 lira verir, 30 lira verir, 100 lira verir.

Çetinoğlu: Alt sınırı var, üst sınırı yok…

Kaya: Evet. Çok fakir, hiçbir şey verecek hâli olmayanı da Cenabı Hak zorlamıyor. ‘İlla vereceksin…’ demiyor.

Çetinoğlu: Bizim İslâm geleneğimizde bir ‘Sadaka Taşı’ meselesi var. Bu konuda okuyucumuza neler söylemek istersiniz?

Kaya: Biliyorsunuz fırınlarda ‘askıda ekmek’ uygulaması da varmış eskiden. Fırına varlıklı biri geliyor; ‘5 ekmek, üçü bana, ikisi askıya…’ Diyor. Veya başka biri geliyor; ‘İki ekmek, biri askıya…’ Diyor. Toplam rakama ait ekmeklerin parasını veriyor, kendi ekmeklerini alıp gidiyor. Sonra bir fakir geliyor, fırıncıya soruyor: ‘Askıda ekmek var mı?’ Var derse bir veya iki tâne… ihtiyacı kadar ekmeği alıp parasını vermeden gidiyor. 

Sadaka taşları da bizim Osmanlı’nın hâmiyetinin ulvîliğini gösteriyor. Üsküdar’da var. Oyulmuş bir taş. Bir kimse getirip sadakasını taşın oyuğuna koyuyor. İhtiyacı olan, ihtiyacını giderecek kadar parayı alıyor. Geri kalanını orada bırakıyor. Kimin aldığı, kimin verdiği anlaşılmıyor.

Çetinoğlu: Bu iş masonların yardımlaşma torbasını andırıyor. Öyle tahmin ediyorum masonlar, Siyonistler bu usulü Müslümanlardan aldılar.

Kaya: Bizden aldılar, tabii. Taş yerine torba kullanıyorlar. Nerden biliyoruz? Dünyana Mason teşkilatı yokken, İslâmiyet’te sadaka taşı uygulaması vardı.

Çetinoğlu: Hocam, sizin sosyal yardımlaşma hakkında söylemek istedikleriniz varsa, mesajlarınız varsa… onları da alalım, bu sohbeti tamamlamış olalım.

Kaya: Efendim güzel bir mevzu seçmişsiniz. Sorularınız gayet yerinde.

Konuşmalarımda, vakıflardaki çalışmalarımda bu konuyu dilimin döndüğü kadar, elimin el verdiği kadar dostlara, çevreme anlatmaya çalışıyorum. Vaazlarımda anlatmaya çalışıyorum. Sosyal yardımlaşma, İslâm’ın güzelliklerinden bir tânesidir. Özellikle Ramazan ayı merhametin, fakir fukaraya yardımın, paylaşmanın çok olduğu günler. Resûlullah (sav) insanların en cömertiydi. Ve bu cömertliğin de en üst seviyeye çıktığı ay Ramazan ayı idi. Ramazan ayında Resûlullah’ın cömertliğini esen rüzgâra benzetiyor Hz Ayşe Validemiz. Ve aynı zamanda kesintisiz yağan yağmura da benzetiyor, rahmetle ifâde ediliyor.

Resûlu Ekrem diyoruz. Resûlu Ekrem demek; en kerim, en merhametli, en cömert, ümmetine karşı elinde olanı hiç esirgemeden paylaşan bir peygamber... Mâlum cömertliğiyle ilgili çok vak’alar var. Bir tânesi şöyle: Resûlallah’ın bir vâdide otlayan keçi veya koyunları var. Adamın biri geliyor diyor ki; “Ya Resûlallah bunlardan bir tane verir misin” diyor. O da sürünün hepsini bağışlayıp adama veriyor. Sürüyü alan kişi, orada bulunan adamlarına dönüyor ve diyor ki; “Aman Müslüman olun. Öyle bir peygamber ki, cimrilikten korkmuyor, cömertlik membaı” diyor. Yâni cömertlik güzel bir özellik, güzel bir haslet... İnsanları birbirine kaynaştırır, birbirini sevdirir, birbirine kenetleştirir. Sosyal yaraların iyileşmesi için ümmetin birbirini sevmesi, sayması için bu yardımlaşma meselesi çok mühim bir yer tutuyor. Her Müslüman’ın kendi durumuna göre bu harmanda, bu çorbada katkısı olması lâzım. Öyle düşünüyorum.

Çetinoğlu: Çok teşekkür ederim.

Kaya: Ben de çok teşekkür ederim.

SELAHATTİN KAYA 

02.01.1934 târihinde Erzincan İli’nin Kemaliye İlçe’sine bağlı Başarı (Şıhlar) Köyü’nde doğdu. Babası Hüseyin Efendi’dir. İlkokulu köyünde bitirdikten sonra, 1946 yılında İstanbul’a gelerek Nuruosmaniye Kuran Kursu’na kaydoldu. Burada hocası Hafız Hasan Akkuş’tan hıfzını ve talimini ikmal etti. Ayrıca başka hocalardan özel Arapça dersleri aldı. 1951-1952 ders yılında açılan İstanbul İmam-Hatip Okulu’na kaydoldu ve bu okulun ilk öğrencileri arasında yer aldı. 30.06.1959 târihinde buradan mezun olduktan sonra askerliğini yedek subay olarak yaptı. Terhis olduktan sonra 28.06.1961 târihinde Beyoğlu Müftü Müsevvidi (gönderilecek yazıların alt yapısını hazırlayan eleman) olarak göreve başladı. Bu görevde iken İstanbul Yüksek İslâm Enstitüsü’ne devam etti ve 30.09.1965 târihinde mezun oldu.

Mezuniyetini müteakip 15.10.1965 – 28.01.1966 târihleri arasında aynı ilçe Müftü Yardımcılığı yaptıktan sonra 28.01.1966 târihinde Beyoğlu Müftülüğü’ne tayin edildi. Bu hizmeti yürütürken 12.04.1978 gün ve 7/15221 sayılı kararname ile Din İşleri Yüksek Kurulu Üyeliği’ne getirilmesi üzerine bu görevinden 24.04.1978’de yeni vazifesine başlamak üzere ayrıldı. Kısa bir müddet bu vazifede bulunduktan sonra 18.05.1978 târihinde İstanbul Müftülüğü’ne vekaleten; 24.10.1978 târihinde de asaleten tayin edildi.

İstanbul Müftüsü olarak, yaş haddinden emekliye ayrıldığı 22 Aralık 1998 târihine kadar hizmet verdi.

Meslekî konularda neşredilmiş makale ve tercümeleri, Seyyid Kutup’un Fizilalil-Kuran  adlı eserinin tercümesi, Elmalı Hamdi Yazır Tefsiri’nin sadeleştirme çalışmaları ve aynı yazarın mealinin de neşrine yardımcı olan Selahattin Kaya, evli ve üç çocuk babasıdır.