Ahmet TEKİN

İlahiyatçı, yazar

Hz. Muhammed S.A. in Kelime-i Tevhiddeki Yeri

 Kelime-i Tevhid’in “Lâ ilâhe illallah, Muhammed’ ür-Rasülullah,, olduğunu, “ilâh (Hak ilâh) yalnızca Allah’tır. Muhammed s.a. Allahın Resülüdür.,, manasına geldiğini; bir kimsenin İslama, Kelime-i Tevhidi söyleyip kabullenerek, tastik ederek girebileceğini; Kelime-i Tevhidin kabullenilip tastik edilme şekline Kelime-i Şehadet dendiğini, “Eşhedü ellâ ilâhe illallah ve eşhedü enne muhammeden abdühü ve Rasülüh.,, şeklinde ifade edildiğini; “ilâhın (Hak ilâhın) yalnızca Allah olduğunu kabul ve şehâdet ederim. Muhammed S.A. in de Allah’ın kulu ve Rasülü olduğunu kabul ve şehadet ederim.,, manasına geldiğini hemen her müslüman bilmektedir.

Kelime-i Tevhidin veya Kelime-i Şehadetteki tevhidi ifade eden ilk cümlenin- rüknün olumsuzluk edatı “lâ” ile başlamasının, cümlenin “illâ” ile devamı sebebiyle, cümleye olumsuz mana verilmesine sebep olmayacağının; Allahın ilahlığını, varlığını, birliğini, yüceliğini, yani tevhidi ifade eden cümleyi bizim yukarıda manalandırdığımız gibi te’kitli olumlu cümle haline getirdiğinin altını çizerek belirtmek isterim.

Kültürümüzde Kelime – i Tevhid ve Kelime – i Şehadetin iki Kelime – i Tevhid veya iki Kelime – i Şehadet denilmek suretiyle aynı manaya geldikleri kabul edilmiş. Kelime – i Tevhide Kelime – i Şehadet, Kelime – i Şehadete Kelime – i Tevhid denilebileceği ifade edilmiştir.

Kelime – i Tevhid iki temel esas-rükün üzerine kurulmuştur. Kelime – i Tevhidin ilk rüknünde Allahın ilahlığı, varlığı, birliği ve yüceliği, emsalsizliği; ikinci rüknünde de, Allahın insanlarla irtibatını-münasebetini sağlayan peygamberlik ve Hz. Muhammed s.a.in cihanşumulluğu-evrenselliği, bütün peygamberleri tasdik eden son peygamberliği, 1.Hz. Muhammed s.a.den önceki bütün peygamberân-ı izamın görevlerinin sona erdiğini; bütün insanlığın tek peygamberin, Hz. Muhammed s.a.in ümmeti haline geldiğini vurgulamaktadır. 2.

Kelime – i Şehadette, Hz. Muhammed s.a.in kulluğu da zikredilmekte, kulluğunun Rasullüğünden önceliği ortaya konmaktadır. “Abd – kul” ibadet ve ubudiyyet kökünden türemiş bir kelimedir. “Abd” in Allaha nisbeti insanın, Allah’a kendi tercihi ve seçimiyle imanı, yani imandaki özgürlüğü, Allah tarafından sevilen insanı, Allahın emirlerini ifa eden, Allahın rızasını kazanma maksadı güden, nimeti lütfedene öncelik tanıyan insanı, Allah – insan irtibat ve münasebetindeki însânî planı, Allah tarafından sağlanan izzetle aziz olmayı, zilletten kurtulmayı ifade eder. Allah’a kullukta samimi davrananın kula kulluk-kölelik etmesi mümkün değildir.

Kelime – i Tevhid kavramı ile bütün peygamberlerin tebliğ ettiği dinin adı olan İslamın son mükemmel hali ve İslam Dinin getirdiği son ilahi nizam da ifade edilmiştir. Kuran-ı Kerim, İbrahim suresi 24. ayetteki “Kelime – i Tayyibe”, Âl – i İmran 64, Enam 115, Tevbe 40, Zuhruf 28, Fetih 26 daki “kelime”ler bu manayı teyit etmektedir.

Kelime – i Tevhid’in ilk rüknü Kur’an – ı Kerim’de 37 ayette zikredilmektedir. İkinci rükun ise 229 yerde yalnızca Hz. Muhammed s.a. e has olarak, 96 yerde de Hz. Muhammed s.a. diğer peygamberlerle birlikte zikredilmektedir. Kur’an – ı Kerimde 1. derecede Hz. Muhammed s.a. e raci olan zamirlerin geçtiği ayetleri de dikkate alırsak ilgili ayet sayısı 1000’i geçer.

Kelime – i Tevhid ile ilgili bu özet bilgiden sonra, Kelime – i Tevhidin ikinci rüknü ile ilgili biri bir hadis – i şerifteki eksik anlayışa istinad eden görüşleri; diğeri de diyalogcu birkaç cemaat önderinin şahsi indi tasarruflarını ifade eden görüşlerini irdeleyip tahlil edeceğiz.

Buhari, Müslim, Tirmizi ve Müsned-i Ahmed’de rivayet edilen hadiste Hz. Peygamber s.a “Kim lâilahe illallah derse cennete girer.,, buyurmaktadır.  mazhar olmak için Kelime-i Tevhidin ilk rüknünün yeterli olduğunu, ikinci rüknünü söylemeye ihtiyaç olmadığını belirten görüşler ileri sürmektedirler. İlahiyat alanındaki bazı akademisyenlerin de televizyonlarda üstüne basa basa bu tür görüşlere iştirak ettikleri görülmektedir. Bu tür anlayışlar toplumda giderek yayılmakta, takvim kartonlarına ve kapaklarına Kelime-i Tevhidin ikinci rüknü yazılmamakta, konferans salonlarına, kültür merkezlerine, milletlerarası dînî toplantıların yapıldığı platformlara Kelime-i Tevhidin sadece ilk rüknü yazılı olarak asılmakta; bu toplantıları organize edenler bu sakim anlayışlara dayanarak veya kendilerine göre bazı sebeplerle Kelime-i Tevhidin ikinci rüknünü yazmaktan özellikle kaçınmaktadırlar. Diyalogcu bir kısım cemaat önderleri ve bunlara bağlı olan cemaatler de hıristiyanları daha çabuk İslama sokmak ve hıristiyanlara karşı hoşgörülü davrandıklarını ispat etmek veya menfaat alış-verişleri dolayısı ile Kelime – i Tevhidin ikinci rüknünden yani “Muhammed s.a. Allahın Rasulüdür” den bir süre vazgeçtiklerini göstermekte veya öyle görünmektedirler. Hatta bununla da yetinmemekte, “Herkes Kelime – i Tevhidi esas alarak çevresine bakışı yeniden gözden geçirmeli ve ıslah etmelidir. Hatta Kelime – i Tevhidin ikinci bölümünü yani ‘Muhammed Allahın Rasulüdür’ ü söylemeksizin sadece ilk kısmını ikrar eden kimselere rahmet ve merhamet bakışıyla bakmalıdır.’ Çünkü hadislerde anlatıldığına göre, Allahın o engin rahmeti öyle tecelli edecektir ki, şeytan bile, acaba ben de istifade edebilir miyim diye ümide kapılacaktır. Şimdi böyle bir rahmet enginliği karşısında cimrilik yapmak ve o cimriliği temsil etmek bize yaraşmaz. Hem bize ne; mülk onun, hazine onun, kul onun, öyleyse herkes haddini bilmeli.”  diyerek Müslümanın çevresine bakışını ıslah etmesini,doğru anlayışları ortaya koyanları küçümser bir ifade ile emretmektedirler. Güçlü cemaatlerin ve bazı akademisyenlerin belediyecilere ve siyasetçilere de bu düşünceleri empoze ettikleri belediyelerin açtıkları sergilerde, siyasetçilerin katıldığı diyalog ve medeniyetler buluşması toplantılarında değişik boyutlar ve kompozisyonlar içinde görülmektedir. ?

Geçmişte olduğu gibi, insanlar, oyuncağını bozan çocuklar gibi, peygamberlerin tebliğ ettiği dinin ruhunu, şeklini ve adını bozma çabalarını devam ettiriyorlar. Geçmiş şeriatlar ahmaklar, düzenbazlar, menfaatperestler, münafıklar, ajanlar ve işgüzarlar eliyle tahrif edilerek aslıyla ilişkileri kesilmiş, yap – boz tahtası haline dönüştürülmüş, kanlı hadiselerin, büyük problemlerin kaynağı olmuştur. Bugün de büyük şeytan, taşeronları, avaneleri ve kuyrukları aynı olayların tezgahı içindedirler. Kelime – i Tevhidin ikinci rüknünün yok sayılmasını tezgahlayanlar, hadisin zahirine istinaden görüş ileri sürenler istisna edilirse, büyük şeytanın avaneleri, kuyrukları ve taşeronlarıdır.

Bu kısa girizgahtan sonra hadisin tahliline başlayabiliriz.

“Rasullullah s.a. şöyle buyurdu:

Kim Lailahe illallah derse cennete girer”

Bu sözü söyleyen kim? Allahın Rasulü Hz. Muhammed s.a.

Söylediği ne? Kelime – i Tevhidin ilk rüknünü kabul edenle ilgili mükafaat.

Hz. Muhammed s.a.e itimat ve iman olmadan sözüne itimat edilmesi, sözlerinin kendisine karşı kullanılması mümkün mü?

Daha hadis “kâle rasullullah (en-nebi) diye başlarken Hz. Muhammed s.a.e itimat ve iman, Hz. Muhammed s.a. i kabul söz konusudur. Bu Hz. Muhammed s.a.in risâletinin-misyonun gereğidir. Onu kabullenmeyenin ona itimat ve iman etmeyenin, sözünü kabullenmesi asla söz konusu olamaz. Söylediği söz Kelime – i Tevhidin ilk rüknü ve imanı gerektiren bir sözdür. Bir filozofun özdeyişi değildir. Bu söze iman edenin, Rasulullah s.a.e. öncelikle iman etmesi gerekir.

Rasulullah s.a.in söylediği söz bir şart edatı olan “men-kim … ise” ile başlamaktadır. Bu tür şart edatlarıyla başlayan cümlelerdeki hükümlere aykırı olan mezkur veya melhuz önceki kabuller artık yok sayılır. “Kim hak ilah yalnızca Allahtır, derse şartı, diyenin küfürden, şirkten, nifaktan arınarak, Allahı ilah kabul ettiğini ifade eder.

Zührînin de söylediği gibi, Allahın Rasulü, tevhidi ifade eden bu hadisi, kendisine, İslamı âşikâre tebliğ ve yayma emrinin verildiği ilk günlerde dile getirmiştir. Kabe ve civarında 360 putun bulunduğu, putperestlerin hakimiyetinin zirvede olduğu günlerde Hz. Muhammed s.a. tarafından söylenmiş bir sözdür. Hz. Muhammed s.a. e güvenenlerin, ona iman edenlerin, onun peygamberliğini kabul ve tasdik edenlerin, onun safında putperestlerle, müşriklerle mücadeleyi göze alabilenlerin söyleyebildiği bir sözdür. Allahın varlığının, birliğinin kabul ve tasdikini, Hz. Muhammed s.a. e inmeye devam eden vahyin, Kur’anın emir ve hükümlerine itaati, Hz. Muhammed s.a. in emir ve kararlarını hayata geçirmeyi, onun çevresinde kenetlenmeyi içeren bir sözdür. Çünkü tevhide dayalı düzen ona gelen vahiylerin, onun tarafından insanlara ulaştırılmasıyla, onun teşrii ve onun eliyle gerçekleştirilmektedir. Bedeli de çok ağırdır: Emsallerine müşriklerin yaptıkları tehditleri, eziyetleri, işkenceleri göre göre, Hz. Muhammed s.a. ile birlikte bunları göğüslemenin, canlarını ortaya koymanın kararlılığını gösterebilenlerin söyleyebildiği, Mekkedeki putperest düzenin, idarenin yıkılmasını tetikleyen bir sözdür.Hz. Muhammed s.a. in hayatını ortaya koyarak söylediği bu sözden, insanların dünyevi ve uhrevi kurtuluşlarında, ona imanın gerekmediği hükmünü çıkarmak, tedavisi mümkün olmayan ahmaklık değilse eğer, Hz. Muhammed s.a e, Kur’ana, bu dine, bu ümmete hıyanettir.

Ebu Talip, Ebu Cehil ve Ebu Leheb gibi müşrik ileri gelenlerinin, Hz. Muhammed s.a. i şikayet için yanında bulunduğu sırada:

”-Yeğenim, bu halk senden niçin şikayet ediyor?..” sualine karşılık, Hz. Peygamber s.a.,

“- Amcacığım ben onların öyle bir söz üzerinde birleşmelerini istiyorum ki, o sözü söyledikleri takdirde bütün Araplar onlara boyun eğecek…” buyurunca, müşrikler “-Eğer mesele bir sözden ibaretse ,evet; isterse on söz olsun…” demelerine rağmen, Kelime-i Tevhidin söylenmesi istenince, yakalarını silkerek kalkıp gitmişlerdir. Ebu Cehil ve Ebu Leheb gibi müşrik ileri gelenleri, Kelime-i Tevhidin ne manaya geldiğini anladıkları halde, bizim bazı cemaat önderlerinin, onlarla irtibatlı hocaların Kelime-i Tevhidin ne anlama geldiğini bilmezlikten gelmeleri, Kelime-i Tevhidi parçalamaya çalışmaları, Kur’anı Kerimden kendilerine dayanak aramaları hayli düşündürücüdür.

Hadisin içinde, öncesinde veya devamında Hz. Muhammed s.a.e imanı Kelime-i Tevhidin dışında bırakmayı gerektirecek açık bir lafız olmadığı gibi, bir imâ bile söz konusu değildir.

Böyle bir durumda kim, ne hakla Hz. Muhammed s.a.e. imanın üstünü örtebilir?

Allahın ilahlığını, varlığını, birliğini, yüceliğini kabullenmek, buna iman etmek, bunu tasdik etmek, imanın anayasasını kabullenmek manasına gelir. Bir ülkenin anayasasını kabul ederek vatandaşlığına girenlerin, vatandaşlık yemini yapanların kanunları, tüzükleri, yönetmelikleri kabul etmeme gibi bir haklarının, bir lükslerinin olduğu nerde görülmüştür? Bu sebeple, en küçük bir detayın kabullenilmemesi tevhide zarar verir. Mü’mini iman dairesi dışına çıkarır.

Hz. Muhammed s.a.in peygamber olarak görevlendirilmesi ilahi bir emir ve hüküm gereği olduğuna, Allaha imanın peygamberlerin uyarıları, tebliğleri sonucu gerçekleştiğine göre, Hz. Muhammed s.a.in Kelime – i Tevhid dışında bırakılması Kelime – i Tevhidin ilk rüknüne iman bırakır mı? Emrini, hükmünü saymadığın, dinlemediğin yüce varlığa sözde iman ettim demekle iman edilmiş olur mu? Fiilen inkarın bulunduğu yerde iman etme sözünün ne kadar manası olur? Bir Rasulü-elçiyi tanımak, onu göndereni tanıma manasına geldiği gibi, elçiyi tanımamak da onu göndereni tanımama manasını ifade eder. Bu sebeple Kelime-i Tevhiddeki ikinci rüknü ilkinden ayırmak mümkün değildir.

Hz. Muhammed s.a. in peygamberliği sarahaten kabul edilmedikçe Allah’ın ilahlığına, varlığına, birliğine Allahın kendi şehadeti gibi hakiki ve sıhhatli bir şehadet yapılmamış olacaktır. Çünkü ilahlık ile kulluğu birbirinden, karışıklığa meydan bırakmayacak şekilde ayıran kesin çizgiler bu iki rüknün birlikte zikriyle ortaya konmaktadır. İslamda bu iki rüknün bu sebeple de birlikte ikrar ve tastiki şarttır.

Kur’an – ı Kerim Yunus suresi 100. ayette Allahın iradesiyle bilgilendirme olmadan hiç kimsenin iman edemeyeceği çok açık bir şekilde ortaya konmaktadır. Allahın îrâdî bilgilendirmesi ise, melek, kitap ve peygamberle gerçekleştirilmektedir. İslam ulemâsı ve özellikle müfessirleri, Allah’a imanın söz konusu olduğu yerlerde, Allah’a imanın gerektirdiği esasları meleğe, kitaba, peygambere imanı da Allah’a imanın içinde zikretmişlerdir. Demek oluyor ki, insanları Allah’a imana götüren sistemin insânî ayağı peygamberdir. Peygamberi dolayısıyla kitabı ve meleği aradan çıkardığınız zaman ortada iman kalmamaktadır. Netice itibariyle din de ortadan kalkmaktadır. Putperest geleneğinden gelen, bugünkü hıristiyanlığın kurucusu Pavlos, Allahın peygamberi Hz. İsa a.s.ın peygamber vasfından sıyrılmadan, onun tebliğ ettiği dini, İslamı putperest gelenekle birleştirip hıristiyanlık haline getiremeyeceğini bildiği için, önce onu peygamberlik vasfından ayırıp üç ilahtan biri haline getirerek planını gerçekleştirmiştir. Bugünkü çok iyi yetişmiş kilise adamları ve papaz kadroları İslamın hıristiyanlaştırılmasının yolunun Allah’ın Rasulü Muhammed s.a.e imanı ortadan kaldırmakla gerçekleştirileceğini çok iyi bildiklerinden taşeronlarını işe buradan başlatmışlardır. Onlar, Hz. Muhammed s.a.e. imanı terk ettirmeden tek ve ortağı olmayan yüce varlığa, Allah’a imanı ortadan kaldırıp insanları teslise – üç ortaklı tanrılara götüremeyeceklerinin hesabını iyi yaptıklarından İslam kalesinin bu stratejik burcunu düşürmeye çalışmaktadırlar.

Kelime – i Tevhidin ikinci rüknü “Muhammedür Rasulllah” isim cümlesidir. İstimrar – devamlılık ve genellik ifade eder. Muhammed s.a.in peygamberliğinin zamanla, bölgeyle sınırlı olmadığının, yani onun bütün insanların kıyamete kadar peygamberi olduğunun en açık ifadesidir. Bu isim cümlesinin yapısı ve Hz. Muhammed s.a.in adının te’kitli bir cümlede zikri, onun dışında görevli peygamber olmadığının delilidir. Kur’an – ı Kerimdeki bir kısım ayetler, Rasulullah s.a.’ın bu ayetleri açıklayan hadisleri Kelime – i Tevhidin bu ikinci rüknündeki manayı teyit eder. Kur’an ve sünnet-i seniyye ile teyit edilen böyle bir mana ise, kilisenin ve papazların hiç mi hiç işine gelmez. Böyle bir mana onların varlık sebeplerini, hıristiyanlığı ortadan kaldıran İslamı bâki kılan bir kaziyye – i muhkemedir. Bu sebeple, elbette Kelime – i Tevhiddeki “Muhammed ‘ür Rasulullah”a tahammülleri söz konusu olamaz.

Kelime – i Tevhidin ikinci rüknü Fetih suresinin 29. ayetinin başlangıcıdır. Âl – i İmran 144, Ahzab 40, Muhammed 2. ayetlerinin içeriğindeki kazıyye – i muhkeme şeklinde zikredilen ifadelerdir. Bu dört ayetin dışında 225 ayette onun Rasullüğü, 96 ayette de diğer peygamberlerle birlikte zikri geçmektedir. Kelime – i Tevhidi insanlığa öğretip belleten de Allah ve Rasulüdür. Hiçbir sebep ve maksat, hiçbir dini ve siyasi taktik, hiçbir yetki sahibinin tasarrufu Kur’an hükmü, ilahi kanun niteliğindeki Kelime – i Tevhidin “Muhammed’ür – Rasulullah” şeklindeki ikinci rüknünü hazfetmeyi, saklamayı, örtmeyi, bu konuda temerrüdü haklı kılmaz. Tevbe suresi 65. ayette belirtildiği gibi, Allah, Allahın ayetleri, Allahın Rasulü insanların istedikleri gibi tasarruf edecekleri, oyuncak haline getirecekleri konular değildir.

Kelime – i Tevhidin ikinci esası, Kelime – i Tevhidin ikinci cümlesi, ikinci kısımdır amma rükun olan bir ikinci cümle, rükün olan bir ikinci kısımdır. Bir konuda rükun olan bir esası ortadan kaldırdınız mı, o konu ,o esas ile sağlanan nizam çöker. Hz. Muhammed s.a. İslamın son mükemmel evrensel halinde, kemerdeki kilit taşı gibidir. Onu aradan çıkardınız mı, kemer diye, İslam diye ortada bir şey kalmaz. Kur’an – ı Kerim Allah kelamıdır amma Hz. Muhammed s.a.in dilinden dökülerek insanlığa ulaşmıştır. Sünnet vahiy gayr –i metlüvdür amma, Hz.Muhammed s.a. ile hayat bulmuştur. Hz. Muhammed s.a.in Kelime – i Tevhidden çıkarılması, Kur’anı, Sünneti, ibadeti ve itaati de ortadan kaldırır. Hz. Muhammed s.a.in azıcık yokluğu müslümanlığın tamamının yokluğunu doğurur.

Bugün taktik gereği, takıyye gereği, siyaset gereği kısa süreli bir menfaat gereği, ahmaklık sonucu, faraza cemaat liderlerinin hıyaneti sonucu Kelime – i Tevhiddeki kısa süreli bu tür bir tavizin, bu tür bir bozulmanın yakın gelecekte değiştirilemez bir kural haline gelmeyeceğini kim garanti edebilir? Önceki peygamberlerin tebliğlerindeki tahriflerin başka türlü mü oluşarak kalıcı hale geldiğini zannediyorsunuz? Ayyaşlığın hatır için içilen bir kadehle, iffetsizliğin basite alınan, önemsenmeyen dil ve el şakalarıyla başladığını bilmeyeniniz var mı?

Kelime – i Tevhidin ilk rüknündeki Allah’a imanın içinde, Hz. Muhammed s.a.e iman da mündemiç olmasına rağmen ikinci cümlenin Kelime – i Tevhide rükün olarak konulmasının, açıkça ikrarının ve tasdikinin ciddi gerekçeleri vardır.

İkinci rükun “Muhammed Allah’ın Rasulüdür” şeklinde ifade edilerek Hz. Muhammed s.a. cümlede ağırlık merkezi olmuştur. Bu ifadeyle sadece ona iman kastedilmemiş, geçmişte görevlendirilen Rasullerin görevlerinin sona erdiği, onun dışında, ondan sonra rasul de görevlendirilmeyeceği, Hz. Muhammed s.a.in tek görevli Rasul olduğu, onun görevlendirilmesiyle, önceki peygamberlere tâbiliğin ortadan kalkacağı,6 dolayısıyla bütün insanlığın bir tek peygamberin, Hz. Muhammed s.a.in ümmeti haline geldiği de ifade edilmiştir. Netice itibariyle Hz. Muhammed s.a.e gelen kitabın Kur’anın diğer kutsal kitapları, onun sünnetinin önceki peygamberlerin sünnetini ilga ettiği; Hatem’ül – enbiya (son peygamber, bütün peygamberleri tasdik eden peygamber) olması sebebiyle onu tasdikin önceki peygamberleri de tasdik, onu inkarın ondan önceki bütün peygamberleri inkar manasına geldiği;7 onu inkar edenin, iman ettiğini zannetiği kendi peygamberine iman etmiş olamayacağı da kastedilmiştir.

Kelime – i Tevhidin bu ikinci rüknünün kabulü insanı Kelime – i Tevhid ile gelen nizamın yani İslamın içine sokmaktadır. Kelime-i Tevhit İslama girmenin ilk şartı olduğu gibi, sosyoljik bakımdan İslam dünyasındaki, Müslümanlar arasındaki birliğin olmazsa olmaz birinci şartıdır. Hz.Muhammed s.a. sünnetiyle, hadisleriyle, müslümanın kafasındaki, gönlündeki, ibadetlerindeki, ailesindeki, toplumundaki yeriyle on beş asırdır Müslümanların birliğini bütün canlılığı ile korumaktadır. Kelime-i Tevhitte Hz.Muhammed s.a. in adı söylenmese de , ilâhi rahmetten istifade mümkündür diyenler , Müslümanları kafa karışıklığına düşürerek Müslümanların birliğini bozma kastı taşıyanlardır. Müslümanlığa giriş kapısında, olmazsa olmaz şartının içinde , Ona imanı gerekli saymamanın asıl amacı, müslümanın günlük hayatındaki Onun bıraktığı ,nesilleri birbirine bağlayan izleri silmenin kolaylaştırılmasıdır. Müslümanlığa atılan ilk adımda , İslamın kadük hale getirilmek istenmesidir. Onların bu anlayışı, Hz.Muhammed s. a.e iman perçinlenmeden Müslüman olunamayacağının delilidir. Ona iman olmadan Kelime-i Tevhidin sağladığı rahmetten kimse imtiyazlı bir şekilde faydalanamaz. Müslümanın kitabından, mevzuatından gayr-i müslime imtiyazlı muamele çıkmaz.

İkinci rüknün kabulünün savsaklanması , tehiri, temerrüdü ve reddi ise insanı din dışı, İslam dışı bırakır. İkinci rüknü kabul etmeyenler Kelime-i Tevhidin sağladığı nimetlerden faydalanamazlar. Çünkü ilâhî ve Kur’ânî manada (sosyolojik manada değil) İslamdan başka din yoktur. Bu sebeplerle, Kelime i Tevhidde Hz. Muhammed s.a.in adının sarahaten zikri zaruridir.

Hz. Muhammed s.a. Hz. Adem a.s.dan peygamberler silsilesi ile kendisine kadar gelen tek din İslamın8 son mükemmel evrensel şeriatının son evrensel mübelleğidir. Kelime – i Tevhidde açıkça ifade edilen onun mübarek ismini bırakın başka maksatlarla, zühul eseri dahi olsa kaldırmak İslama Kur’ana, müslümana zarar verir. İslama planlı düşmanlık edenler onun adını ortadan kaldırmadan maksatlarını gerçekleştiremezler. Onun isminin Kelime-i Tevhidde açıkça ifadesinin sebeplerinden birisi de budur.

Kelime – i Tevhidin bu ikinci rüknündeki mana kilise ve papazlar tarafından iyi bilindiği için doğrudan veya taşeronları vasıtasıyla Kelime – i Tevhidin ikinci rüknünü bertaraf etmeye çalışmaktadırlar. Çünkü Kelime – i Tevhidin. İkinci rüknü onların varlık sebeplerini ortadan kaldırmaktadır.

Kelime – i Tevhidin ilk kısmını yeterli görelim, ilk kısmını söyleyenlere rahmet nazarıyla bakalım, bu konudaki görüşümüzü ıslah edelim diyenler, Hz. Muhammed s.a.in hadisini bu vadide kendilerine mesnet ittihaz edecek kadar şaşkındırlar. Varlığını kabul etmeyenler de cenneti hak eder dedikleri evrensel hak peygamberin sözünden nasıl medet umarlar? Hiçbir nizam kendisini boğmak isteyenlerin eline yağlı ip vermez. Hz. Muhammed s.a.in varlık sebebine aykırı bir konuda onun sözünü delil ittihaz etmek şaşkınlık değilse ahmaklıktır, hainliktir.

Kelime-i Tevhidde, müslümanların Kelime-i Tevhid anlayışında hata mı, pürüz mü, mantık dışı bir arıza mı var ki, müslümanlar bu konuda görüşlerini ıslah edecekler?

Bunu söyleyen haddini bilmezlerin aklından şüphe etmek gerekir.

Bu tür meczubların ve çevrelerinde toplanan taraftarlarının ve organizasyonlarının enternasyonel katkılarla üzerinde yaşadıkları zemini, kültürü, zihniyeti, bozarak hıristiyan misyonerlerinin önünü açmalarına yönelik yeni bir projedir bu. Misyonerliğin yeni biçimidir. Sureti haktan görünen işbirlikçilerle, batılın hakimiyetini sağlamaya çalışanların işbirliklerinin ürünüdür.

Kelime-i Tevhidin ilk rüknüne iman eden mi var ki, ikinci rüknüne imanı onlara şart koşmayalım, onlar da ilahi rahmetten faydalansınlar. Yarısı ateistleşen iki milyarlık hıristiyan dünyanın, kiliseden aforoz edilen iki milyon Üniteryeni – Ehl-i Tevhid olanı hariç tamamı teslise inanmaktadır. Teslis tevhid midir, Teslise inanmak tevhide inanmak mıdır ki, onları Kelime-i Tevhidin ilk rüknüne iman edenlerden sayalım, ikinci rüknüne imandan onları muaf tutalım, Allahın rahmetini onlardan esirgemeyelim. Bu müslüman mantığı olamaz. Bu müslümanı dininden, imanından etmek isteyenlerin mantığıdır. Bu tür meczuplar KK Al-i İmran suresi 32. ayeti okumamış olabilirler mi? Bu ayet-i kerimede Allah kendisine ve Rasulüne itaati birlikte zikrederek eşit tuttuğu gibi, kendisinden ve Rasulünden yüz çevirmeyi de birlikte zikredip eşit sayarak (sebebi ne olursa olsun ) karşı çıkanlara, yüz çevirenlere kafir damgası vurmaktadır.

Kilise ve iyi yetişmiş papaz kadrosu bu hasta mantığı çok beğendiği için, bu mantığı içeren beyanları milyonlarca bastırarak bütün kiliselere ve papazlara dağıtmıştır.

Kur’an – ı Kerim Hadid suresi 28. ayette, Üniteryen – Ehl – i Tevhid olan hıristiyanların veya Ehl – i Kitabın mağfiret (bağışlanma ve koruma kalkanı) kapsamına alınmasını, onların, Kur’anın getirdiği takva (korunma) esaslarını, tavkaya dayalı düzeni ve Hz. Muhammed s.a.e. imanı kabul etme şartlarına bağlamıştır. Yine Kur’an – ı Kerim Bakara suresi 137. ayette onların hidayeti, doğru , hak yolu bulmalarına müslümanların iman ettikleri esasların aynına, tamamına iman şartıyla kabul etmiştir.

Allahın rahmet hazinelerinin açılması görüldüğü gibi, müslümanın inandığı esasların kabulune bağlanmıştır. Bu durumda, Allahın rahmetini kıskanmaktan, bu konuda cimrilik etmekten söz edilebilir mi?

Sanki biz Allahın rahmetinin dağıtılmasında cimri davranıyormuşuz gibi “… Hem bize ne, mülk onun, hazine onun, kul onun, öyleyse herkes haddini bilmeli” diyerek yavuz hırsız rolü oynuyorlar. Bunu söyleyenler Allah’ın peygamberleriyle gönderdiği şeriatlara mantıklı bir açıklama getirmek mecburiyetindedirler. Şeriatın bulunduğu yerde bir dindarın “… bize ne !” demeye hakkı var mıdır? Allah Teala kainatı eşek ahırı saymadığı için kural -kanun içeren, müeyyidesi olan şeriatlar vazetmiştir.

Îlâhî rahmetin genişliği konusunda genel manada söylenen Rasûlullahın bir sözünü , işlerine geldiği şekilde yoruma tâbi tutanların ,bu konuda mecazlı ve kinâyeli manalar içermiyen , lafzî ve hakîkat manalarıyla kesin delil olan hadisleri ve Kur’an Âyetlerini görmezlikten gelmelerini anlamak mümkün değildir.

İslamın beş esas üzerine kurularak yükseleceğini ifade eden hadisteki ilk esas Kelime-i Şehadetin bütünüdür.9

Rasûlullah s.a. den bize kalan bütün belgeler ‘Allahın Rasûlü Muhammed’den….’ diye başlamakta ‘MUHAMMED’ür-RASÛLULLAH’ mührüyle damgalanmaktadır.10

Necâşiye, Kisraya, Münzire ve benzerlerine yazdığı diplomatik davet mektuplarında Kelime-i Tevhidin - Kelime-i Şehadetin bütününe îmana davet edilmektedirler.11

Arap Yarımadasındaki , hemen hemen bütün kabile ve aşîretlere, beyliklere, küçük küçük krallıklara Rasûlullah s.a. tarafından yazılan davet mektuplarının yüzde doksanında Kelime-i Tevhidin-Kelime-i Şehadetin tümüne imana ve İslam esaslarını yerine getirmeye davet edilmişler; verilen güvence belgelerinin tamamı, başta Kelime-i Şehadet olmak üzere İslam Dinindeki esasların tümünün uygulanması şartına bağlanmıştır.12

Hz. Muhammed s.a. in Veda Haccında bütün insanlığa yaptığı, çoğunlukla insan haklarını içeren hitabenin bir paragrafında: ‘Ey insanlar , yeryüzü Allah ve Rasûlüne aittir. İnsanlar ‘İlah yalınızca Allahtır.’ deyip benim Allahın Rasûlü olduğumu kabul edinceye kadar, insanlarla mücadele etmem, savaşmam emredildi. İnsanlar Kelime-i Tevhidi söyleyince , kanlarını , canlarını, mallarını korumuş olurlar. Ancak İslamın koyduğu sorumluluk gereği uygulanan gerekçeli kararlara dayalı cezalar müstesnadır. Ahıretteki hesapları ise Allaha aittir. Kendininze, birbirinize haksızlık etmeyin.’ buyurmaktadır.13

Dokuzunda sıcak temas sağlayarak savaştığı 28 askerî harekatın komutanlarına,Hz. Muhammed s.a. savaştan önce karşı tarfı mutlaka Kelime-i Tevhide imana davet etmelerini emretmiştir.Kelime-i Tevhidin bütününe davetin sözkonusu olduğunda da hiç şüphe ve tereddüt yoktur.14

Kur’anı Kerimde Nisa Suresinin 80. ayetinde, Rasûlullah s.a. e itaat Allaha itaat sayılmıştır. Rasûlullah s.a. in tevdi ettiği emanetlerin ,İslamî sorumlulukların mutlaka benimsenip yerine getirilmesi emredilmiştir.( KK 59/7 ).

Allaha ve Rasûlüne iman etmeyenler uyarılmış , azarlanmıştır.(KK57/8)

.Mü’minlerin, yalnızca Allaha ve Rasûlüne iman edenler olduğu açıkca te’kitli bir şekilde ifade edilmiştir.(KK 24/62)

Allaha ve Rasûlüne iman etmeyenlerin kafir olduğu, onlara Cehennem hazırlandığı açık seçik beyan edilmiştir.( KK 48/13 )

Münafıkların başlarına gelen felaketin, Allah ve Rasûlüne karşı çıkmanın , isyan etmenin, Allah ve Rasûlüne savaş açmanın doğurduğu kötü akıbetler olduğu insanlara hatırlatılmıştır.(KK4/115,5/33,58/5, 73/16)

Allahın