Ahmet TEKİN

İlahiyatçı, yazar

Hulefâi Râşidinin ve Valilerin Maaşları

ا اَيُّهَا الرُّسُلُ كُلُوا مِنَ الطَّيِّبَاتِ وَاعْمَلُوا صَالِحًاۜ اِنّ۪ي بِمَا تَعْمَلُونَ عَل۪يمٌۜ ﴿51
23/51 “- İlahi hükümleri icra, dünya düzenini kurma ve sağlama ile görevlendirilen, bütün peygamberleri tasdik eden ey evrensel tek yetkili son Rasûl! Allahın Rasulünün davetini, tebliğini, teşriini, devletini, hayırda teşkilatlanmasını, ümmetin birliğini devam ettirerek İslami sorumluluklarını ifa eden ey müslüman halifeler-görevliler! Emeğinizin karşılığını helal maldan-paradan oluşturulan beytülmalden-bütçeden, helal-meşru kabul edilebilir miktarda  alın yiyin. Hâlis niyet ve amaçlarla, İslâm esaslarını, İslâmî düzeni hayata geçirin, iş barışı içinde bilinçli, planlı, mükemmel, meşrû, faydalı, verimli çalışarak  nimetin-ürünün bollaşmasını sağlayın, yerinde, haklı çıkışlar yaparak, düzelmeye, iyiliğe, iyileştirmeye ön ayak olun, cârî-kalıcı hayırlar, şeriata uygun işler yapın, sâlih ameller işleyin. Ben sizin bilinçli maksatlı amellerinizi biliyorum.” 
23/51-2334 Müstevrid b. Şeddad r.a.’den:
Peygamber s.a. şöyle buyurdu:
“Kim bize vali-amir olursa evlenme harcamalarını yapsın ve ücretini ödeyerek hizmetkar tutsun. Hizmetkarı, oturacağı daire yoksa, bir bina satın alsın.” Ebû Bekir r.a. Peygamber s.a.’in şöyle buyurduğunu bana haber verdi, dedi: “Kim bundan fazla mal-mülk edinirse devlet malına hıyanet etmiş olur (yahut devlet malını çalmış olur).”
23/51-2372 Mugire b. Şu’benin kardeşinin oğlu Hâris b. Amr Muazın hemşehrileri Hımıslılardan naklediyor:
Peygamber s.a. Muaz r.a.’ı Yemen’e Kâdî olarak gönderirken kendisine:
- Ey Muaz, bir meselede nasıl hüküm vereceksin? diye sordu.
Muaz:
- Allah’ın kitabında olan kurallara dayanarak hüküm vereceğim, dedi.
- Allah’ın kitabında böyle bir kural yoksa ne yapacaksın?
- O takdirde Resûlüllah’ın sünnetine dayanarak hüküm vereceğim.
- Resûlüllah’ın sünnetinde de böyle bir kural yoksa ne yapacaksın?
- O zaman kendi görüşüme dayanarak ictihat ederim, dedi.
Bunun üzerine Resûlüllah s.a.:
“- Resûlünün elçisini, görevlisini böyle bir başarıya ulaştıran Allah’a hamdolsun.” diye dua etti.
23/51-6288 Şeddad b. Evs’in kız kardeşi,Abdullah’ın annesi Rasulullaha bir tas süt gönderdi. Rasulullah oruç, hava aşırı sıcak, vakit iftar zamanıydı. Rasulullah süt tasını almadı. Hizmetkara :
“ Bu süt sana nerden geldi?” diye sordu. Hizmetkar :
“ Benim koyunumun sütü.” dedi.
“ Bu koyun sana nerden geldi?” diye sordu.
“ Onu paramla satın aldım.” deyince, Rasulullah süt tasını aldı.  Daha sonra Abdullahın annesi geldi.
“ Ya Rasulallah, niçin önce sütü kabul etmedin.” diye sordu. Allahın Rasulü:
“ Peygamberler böyle yapmakla emrolundu. Yalınızca temiz, helal ve sağlıklı gıdalar yerler. Kesinlikle Salih ameller işlerler.” buyurdu.
23/51-5138 Ebû Hüreyre r.a.’den:Peygamber s.a. şöyle buyurdu:
Yedi sıkıntı ile karşılaşmadan önce acilen, süratle salih ameller işleyiniz, salih amele sarılınız. Ya size her şeyi unutturan, unuttuğunuz fakirlikle karşılaşırsınız. Ya sizi azgınlığa sevkeden zenginlikle karşılaşırsınız. Ya vücut sağlığınızı bozan hastalıkla karşılaşırsınız. Ya sizi şaşkın şaşkın konuşturan ihtiyarlıkla karşılaşırsınız, Ya aniden süratle gelen ölümle karşılaşırsınız. Ya Deccâl, -ki bu beklenen bilinmeyen bir sıkıntıdır- ile karşı karşıya kalırsınız. Ya da Kıyamet -ki bu her şeyden şiddetli ve zordur- ile yüzyüze gelirsiniz, bunlardan başka bir şeyi mi bekliyorsunuz?
23/51-5139 Ebû Hüreyre r.a.’den: Peygamber s.a. şöyle buyurdu:
Altı şey gerçekleşmeden önce salih amellere sarılarak salih ameller işleyin. Güneşin batıdan doğmaya başlamasından önce, göğü ceza dumanı kaplamadan veya Deccâl veya Dâbbetu’l-arz ortaya çıkmadan önce veya ölüm yahut ciddi bir meşguliyet veya her tarafı kasıp kavuran bir fitneden, veya kıyametin kopmasından önce salih ameller işlemeye devam edin.
23/51-3871 Ebû Hüreyre r.a.’den:
Peygamber s.a. şöyle buyurdu:
Ey insanlar! Allah, eşsiz sıfatları olan üstün bir varlıktır. Bu sebeple, yalnız iyiyi, güzeli, helâli, içinde fesad olmayanı kabul eder. Allah, Peygamberlere emrettiğini mü’minlere emretmiştir: “-İlahi hükümleri icra, dünya düzenini kurma ve sağlama ile görevlendirilen, bütün peygamberleri tasdik eden ey evrensel tek yetkili son Rasûl! Allahın Rasulünün davetini, tebliğini, teşriini, devletini, hayırda teşkilatlanmasını, ümmetin birliğini devam ettirerek İslami sorumluluklarını ifa eden ey müslüman görevliler! Emeğinizin karşılığını helalinden, size helal sayılacak   meşru miktarda  yiyin. Hâlis niyet ve amaçlarla, İslâm esaslarını, İslâmî düzeni hayata geçirin, iş barışı içinde bilinçli, planlı, mükemmel, meşrû, faydalı, verimli çalışarak  nimetin-ürünün bollaşmasını sağlayın, yerinde, haklı çıkışlar yaparak, düzelmeye, iyiliğe, iyileştirmeye ön ayak olun, cârî-kalıcı hayırlar, şeriata uygun işler yapın, sâlih ameller işleyin. Ben sizin bilinçli maksatlı amellerinizi biliyorum.” KK 23/51 buyururken “Ey iman edenler, size rızık olarak verdiklerimizin, helâlinden temizinden, sağlıklısından ve lezizinden yiyiniz. Eğer siz yalnız Allah'ı ilâh tanıyor, candan müslümanlar olarak ona bağlanıyor, saygıyla Allah’a kulluk ve ibadet ediyor, O’nun şeriatına bağlanıyor, O’na boyun eğiyorsanız, Allah'a şükrediniz.” KK 2/172 buyurmuştur.
Ebû Hüreyre r.a. der ki: Sonra Peygamber s.a., dünyanın dört tarafını dolaşan, saçı başı dağınık, toz toprak içinde, ellerini daima semâya kaldıran: “Yâ Rabbu, yâ Rabbu!” diye duâ eden, yediği haram, içtiği haram, giydiği haram olan ve haram ile beslenen bir şahıstan söz etti. Ve:
“- Böyle bir kimsenin duâsı hiç kabul olunur mu?” buyurdu.
23/51-8286 Aişe (r.a.) anlatıyor: Ebû Bekr (r.a.) vefat ettiğinde ne bir dinar, ne de, bir dirhem bıraktı. Halife olmadan önceki servetini de Beyt’ül- Mâl’e koymuştu.
Urve’nin rivayetine göre, Ebû Bekr (r.a.) halife olunca, bütün parasını pulunu Beyt ul-Mâl’e bıraktı ve:
«— Ben bu servetimle ticaret yapıp, kâr elde ediyordum. Fakat Halife olunca, artık ticaretle uğraşamıyorum.» dedi.
23/51-8287 Atâ b. Sâib anlatıyor: Ebû Bekr (r.a.), Halife seçilişinin ertesi günü kolunda hırkalarla pazara gidiyordu. Hz. Ömer onu gördü ve:
«— Nereye gidiyorsun?» diye sordu. O da:
«— Pazara.» diye cevap verdi. Hz. Ömer:
«—Sen artık Halife oldun, pazarda ne işin var?» diye sorunca, Hz. Ebû Bekr:
«—Peki, pazara gitmeyeceğim de çocuklarımı nasıl besleyeceğim?»
«— Ebû Ubeyde'ye gidelim de sana maaş bağlasın.» Sonra ikisi de Ebû Ubeyde’ye gittiler. Ebû Ubeyde, Hz. Ebû Bekr’e:
«— Sana, muhacirlerden birinin aldığı kadar maaş bağlayacağım. Ne fazla ne de eksik. Kışlık ve yazlık elbise vereceğim. Eskiyeni getirir, yenisini alırsın.» dedi. Ebû Bekr'e her gün için, başı ve karnı hariç yarım koyun ayırdılar.
23/51-8288 Humeyd b. Hilâl’den: Ebû Bekr (r.a.) Halife olunca, eshab-ı kirâm:
«— Rasûlüllah’ın halifesine, ihtiyacı kadar maaş bağlansın, iki elbise verilsin, eskiyince getirip yenisini alsın, yolculuk yaparken bir binek hayvanı tahsis edilsin, Halife olmadan önce ailesi için harcadığı kadar nafaka ayrılsın.» dediler.
Ebû Bekr:
«— Peki, kabul.» dedi.
23/51-8289 Salim b. Abdullah anlatıyor:
Hz. Ömer, devlet başkanı seçildiğinde, Ebû Bekr’e tayin edilen maaş kadar ücret almaya başladı. Bu şekilde devam ederken, bir keresinde sıkıntıya düştü. Muhacirlerden bir grup ki, Osman b. Affan, Ali b.
Ebu Talip ve Zübeyr b. Avvam'dan  bir araya gelip bu mevzuu görüştüler. Zübeyr:
«—Ömer'e söylesek de, maaşını biraz arttırsak.» dedi. Hz. Ali:
«— Umarız ki kabul eder.» dedi. Sonra:
«— Haydi gidelim.» deyip kalktılar.
Hz. Osman:
«— Ömer'in ne kadar sert olduğunu biliyorsunuz. Bu isteğimizi kendisini kırmayacağı birine söyletelim. Kızı Hafsa'ya gidip bu meseleyi anlatalım. Bizim ismimizi vermeden, arzumuzu ona bildirsin.» dedi. Kabul ettiler ve doğru Hafsa’nın yanına gittiler. Ona, durumu anlattılar ve bunu kabul etmeden Ömer’e kimsenin adını söylememesini tembih ettiler. Sonra da dışarı çıktılar.
Bunun üzerine Hafsa, Hz. Ömer’in yanına gitti ve durumu anlattı» Yüzünden, öfkelendiğini anladı. Hz. Ömer:
«— Kimdir onlar?» diye sordu. Hafsa:
«— Fikrini öğrenmeden, kim olduklarını söylemem.» dedi.
Hz. Ömer:
«— Eğer kim olduklarını bilseydim iyice haşlardım. Ama dua etsinler ki, arada sen varsın. Peki, Hafsa, Allah aşkına söyle: Rasûlüllah senin evinde kalırken giydiği, en kıymetli elbise neydi?»
«—İki tane, renkli elbisesi vardı. Elçileri onlarla karşılar, cuma hutbelerini onlarla okurdu.»
«— Peki, yediği en iyi yemek neydi?»
«— Bizim yediğimiz ekmek, arpa ekmeğiydi. O sıcacıkken, yağ kabının altına koyardık. Ekmek yumuşar ve yağlanırdı onu yerdik ve güzel bulduğumuz için, başkalarına da yedirirdik.»
«Senin yanında kaldığı zamanlarda kullandığı en geniş ve rahat yaygı neydi?»
«— Kaba kumaştan yapılma bir örtümüz vardı. Yazın dörde katlar ve altımıza yayardık. Kış gelince de yarısını altımıza yayar, yarısını da üstümüze örterdik.»
«—Yâ Hafsa, benim tarafımdan onlara söyle: Rasûlüllah (s.a.v.) kendine yetecek miktarı tesbit eder, fazlasını ihtiyaç sahiplerine verir ve kalanla yetinirdi. Vallahi ben de kendime yetecek kadarını tesbit ettim. Artanı ihtiyaç sahiplerine vereceğim ve bununla yetineceğim. Ben ve iki arkadaşım (Rasûlüllah (s.a.v.) ve Hz. Ebû Bekr), bir yol takip eden üç kişi gibiyiz. Onlardan ilki nasibini aldı ve yolun sonuna vardı. Diğeri de aynı yolu takip etti ve ona kavuştu. Sonra, üçüncüsü yola koyuldu. Eğer o da öncekilerin gittikleri yolu takip eder, onlar gibi yaşarsa, onlara kavuşur ve onlarla beraber olur. Eğer, öncekilerin gittikleri yoldan başka bir yol takip ederse, onlarla buluşamaz.»
23/51-8290 Hasan  Basrî anlatıyor:
Basra, Camiine gittim. Baktım, eshabdan bir grup zevat, Ebû Bekr ve Ömer’in zühd  ü takvalarından bahsedip, Allah’ın onlara nasip ettiği hakikî müslümanlıktan ve yaşayışlarının güzelliğinden konuşuyorlar. Onlara yaklaştım. Bir de baktım ki; Ahnef b. Kays et-Temimî de aralarında. O şunları anlatıyordu:
«—Ömer b. Hattab bizi, bir askeri birlikle Irak’a gönderdi. Allah’ın yardımıyla Irak ve Fars ülkesini fethettik. Oralarda kıymetli Fars ve Horasan kumaşları gördük. Onları alıp elbise diktirdik. Medine’ye gelip de Hz. Ömer’in huzuruna çıktığımızda, bizden yüz çevirdi ve bizimle konuşmadı. Bu, eshabın çok ağırına gitti. Oğlu Abdullah mesciddeydi. Yanına gittik. Mü'minlerin Emîri Ömer b. Hattab'ın yaptığından yakındık. Abdullah şöyle dedi: «Mü’minlerin emîri, ne Rasûlüllah’ın, ne de Ebû Bekr’in üzerinde görmediği elbiseleri sizin üzerinizde gördüğü için böyle yapmış.» Bunun üzerine biz evlerimize gittik ve üzerimizdekini çıkarıp, daha öncekileri giydik. Tekrar Hz. Ömer’in yanına gittik. O, her birimizin tek tek selâmını aldı ve hepimizi teker teker kucakladı. Sanki daha önce gelen biz değildik. Ona, savaşta ele geçirdiğimiz ganimetleri verdik. Aramızda müsavî olarak taksim etti. Daha sonra, hurma ve yağdan mamul sarı, kırmızı çeşit çeşit tatlıları sunduk. Hz. Ömer bir tadımlık aldı. Tadını çok beğendi. Bize dönerek: «Ey muhacirler ve ensar, bu yemek o kadar leziz ki, bunun için sizin çocuklarınız babalarını, kardeşler kardeşlerini öldürebilirler.» dedi. Sonra bu tatlıyı, Resûlüllah'ın zamanında şehit olan muhacir ve ensarın çocuklarına vermelerini emretti. Sonra, Hz. Ömer kalktı ve gitti. Sahabe de arkasından kalktı. Bunlar: «Ey muhacirler ve ensar, bu adamın zühd ü takvası ve giydiği elbise hakkında ne diyorsunuz? Allah bize onun vasıtasıyla Kisra ve Kayser'in diyarını doğuyu ve batıyı fethi müyesser kıldığından beri ne yapacağımızı şaşırdık. Çünkü, Arap ve Acemlerden birçok heyetler geliyor ve üzerindeki on iki yamalı elbiseyi görüyorlar, ey Muhammed’in eshabı! Rasûlüllah’la beraber bütün savaşlarda bulunan, ensar ve muhacirlerin ileri gelenleri, ona söyleseniz de, üzerindeki bu yamalı elbiseyi değiştirip, daha zarif ve gösterişli bir elbise giysin. Gelenlere karşı daha heybetli gözüksün. Sabah ve akşam ona hususî yemek gitse de kendisi, muhacir ve ensar yanında bulunanlar yeseler.» dediler. Oradakilerin hepsi birden:
«--İçimizde Ömer'e karşı en cesaretliniz Ali b. Ebi Talib’dir. Üstelik Ömer, kızı tarafından da onunla akrabadır. Bunu ancak o yapabilir. Çünkü, Hafsa, Rasûlüllah’ın zevcesidir. Binaenaleyh Ömer, Rasûlüllah’a yakınlığı sebebiyle, Hafsa’ya karşı saygılı davranır.» dediler ve Hz. Ali’ye meseleyi anlattılar. Hz. Ali:
«--Ben yapamam. Siz, Peygamber (s.a.v.) in zevcelerine gidin. Onlar, mü’ minlerin anneleridir. Ve Hz. Ömer’e karşı da cesur hareket ederler.» dedi. Onlar bir arada bulunan Hz. Aişe ve Hafsa’nın yanına gittiler. Hâdiseyi naklettiler. Hz. Aişe:
«--Bunun, mü’minlerin emîrine ben söylerim.» dedi. Hafsa da:
«--Sen de bilirsin ya, yapacağını sanmam.» diye fikrini belirtti. Sonra her ikisi de mü’minlerin emîrinin yanına girdi. Hz. Ömer onları buyur etti. Hz. Aişe:
«--Yâ Emîr'el-Mü’minîn, sana bir şey söylememe müsaade eder misin?» dedi. Hz. Ömer:
«— Buyur söyle, ey mü'minlerin anası?» dedi. Hz. Aişe:
«— Rasûlüllah (s.a.v.) bir yol takip edip cennete vardı. Ne dünyaya heves etti ne de dünya ona. Ebû Bekr de, Rasûlüllah'ın sünnetini ihya edip, yalancı peygamberlerle savaşarak, yine onun izinden yürüdü. Batılı müdafaa edenlerin delillerini çürütürken, halk arasında da adaletle hükmetti. Ganimetleri eşit şekilde dağıttı. Rabbini hoşnut etti. Rabbi de onu peygamberine kavuşturdu. Ne dünyaya heves etti. Ne de dünya ona, Allah sana da Kisra ve Kayser’in ülkelerinin fethini ve hâzinelerini nasip etti. Onların bütün mülkleri senin eline geçti. Dünyanın her tarafına hükmeden biri oldun. Allah'tan İslâm'ı daha da güçlendirmesini dileriz. Senin yanına Acem elçileri ve Arap heyetleri geliyorlar. Halbuki senin sırtında şu on iki yerinden yamalı elbise var. Onu güzel bir elbiseyle değiştirsen daha iyi olur. Gelen heyetlere karşı daha heybetli gözükürsün. Sabah ve akşam sana yemek gelsin. Sen ve yanında bulunan muhacirlerle ensar yiyin.» dedi. Bunları duyunca Hz. Ömer ağlamaya başladı. Sonra şöyle dedi:
«--Allah aşkına söyle, Rasûlüllah (s.a.v.) vefat edinceye kadar hiç on gün, beş gün veya üç gün doyuncaya kadar buğday ekmeği yahut da sabah ve akşam yemeği yedi mi?» Hz. Aişe:
«--Hayır, yemedi.» dedi. Hz. Ömer, Aişe'ye dönerek:.
«--Hiç Resûlüllah (s.a.v.) a, topraktan bir karış yüksek bir yerde sofra kuruluyor muydu? Yemek istiyor, sofrayı yere kurduruyor, yüksek sofra tahtasını kaldırtıyordu, değil mi?» dedi.
«--Evet.» dediler. Bunun üzerine Hz. Ömer onlara şöyle dedi:
«— Siz Peygamberin zevceleri ve mü'minlerinin annelerisiniz. Sizin, bütün mü'minlerde özellikle de benim üzerimde hakkınız var. Hal böyleyken siz beni dünya malına meylettirmek için geldiniz. İyi biliyorum ki, Rasûlüllah kaba kumaştan elbise giyerdi ve kumaşın sertliğinden cildi zedelenirdi. Siz bunu biliyor muydunuz?»
«--Evet.» dediler.
«--Yine biliyor musunuz, Rasûlüllah (s.a.v.) tek katlı örtü üzerinde yatardı.
Senin evinde hurma liflerinden yapılmış sert bir yaygı yok muydu, yâ  Aişe? Gündüz yaygı, gece ise yatak olarak kullanılırdı. Rasûlüllah'ın yanına vardığımızda vücudunda hasırın izlerini görürdük. Yâ Hafsa, sen demedin mi ki; bir gece, yatağı iki kat yapmıştın da, Rasûlüllah (s.a.v.) yumuşak ve rahat olduğu için uyumuş, Bilâl’in ezan sesiyle uyanabilmiş ve sana:
«--Yâ Hafsa, ne yaptın? Yatağı iki kat yapıp benim sabaha kadar uyumama, gece namazını kaçırmama sebep oldu. Dünya benim neyime? Niçin, yumuşak yatakla beni meşgul ediyorsunuz?» buyurmuştu. Yâ Hafsa, bilmiyor musun, Rasûlüllah’ın gelmiş geçmiş bütün günahları affedilmişti. Öyleyken, Rasûlüllah (s.a.v.), Rabbine kavuşuncaya kadar aç olarak geceler, secde ederek sabahlar, gece ve gündüz daima niyaz ve tezarru’da bulunur, rükû ve sucûd yapardı. Ömer de iyi şeyler yemivor, yumuşak şeyler giymiyor, iki arkadaşı onun için en iyi örnektir. Tuz ve yağ hariç iki katığı bir arada yemiyor. Eti de sadece ayda bir defa ve halktan birinin yediği kadar yiyor.» dedi. Bunun üzerine Hz. Aişe ve Hafsa dışarı çıkıp, eshabın yanına geldiler ve onlara durumu anlattılar. Hz. Ömer ruhunu teslim edinceye kadar bu hal üzere devam etti.»
23/51-8291 İkrime b. Halid’den: Hafsa, İbn Mutî’ ve Abdullah b. Ömer, Ömer b. Hattab’la konuştular ve ona:
«— İyi ve güzel yemekler yesen daha iyi olur herhalde.» dediler. O zaman Hz. Ömer:
«— Sizin niyetinizin samimî olduğunu biliyorum. Fakat ben, Rasûlüllah ve Ebû Bekr'in gittikleri yolu terk edersem, ileride onlarla buluşamam.» dedi.
23/51-8292 Ebû Ümâme b. Sehl b. Huneyf anlatıyor: Hz. Ömer uzun zaman Beyt’ül-Malden hiçbir şey yemedi. Nihayet maddî yönden daralınca, Rasûlüllah’ın eshabına haber göndererek onlara danıştı.
«— Hilâfet bütün zamanımı alıyor, hiç bir gelirim de yok. Geçimimi nasıl temin edeceğim.» dedi. Osman b. Affan:
«— Beyt'ül-Mâl’den ye ve başkalarına da yedir.» dedi. Said b. Amr b. Nufeyl’de böyle dedi. O zaman Hz. Ömer, Hz. Ali’ye:
«—Bu hususta sen ne diyorsun?» diye sordu. Hz. Ali de:
«—Sabah ve akşam yersin.» diye cevap verdi. Hz. Ömer, Hz. Ali’ nin dediğini yaptı.
23/51-8131 Abdullah b. Ömer, Hz. Aişe ve İbn’l-Müseyyeb anlatıyorlar: Rasûlüllah'ın Rabbine kavuştuğu, Hicrî on birinci senenin, Rebiülevvel ayının onikinci Pazartesi günü, Hz. Ebû Bekr’e biat edildi. O günlerde Sünuh' ta oturuyor, hanımı, Hâris b. Hazrec oğullarından. Hârice b. Zeyd b. Ebû Züheyr’in kızı, Habibe’nin yanında kalıyordu. Kıldan dokunma bir çadırı vardı. Medine'ye ininceye kadar, sadece bu çadırda oturdu. Kendisine biat edildikten sonra, altı ay Sünuh’ta ikamet etti. Oradan, şehre yaya gelip gidiyordu. Bazen at ile gelip giderdi. Üzerinde bir eteği, bir de boyalı bir hırkası vardı. Şehre muntazam olarak gelir, cemaate namazı kıldırırdı. Yatsıyı kıldırınca da Sünuh’a ailesinin yanına dönerdi. Geldiğinde, namazı, cemaate bizzat kendisi kıldırır; gelemediği zamanlarda da, namazı Hz. Ömer kıldırırdı. Cuma günü kuşluk vaktine kadar, Sünuh’ta kalır, saçını ve sakalını boyar, sonra cuma vaktinde şehre iner, cumayı kıldırırdı. Kendisi ticaretle uğraşırdı. Her gün erkence çarşıya iner, alış-veriş yapardı. Yaylıma çıkan bir koyun sürüsü vardı. Bazen sürüyü yaylıma kendisi götürürdü. Çok kere de, kendisi sürünün başında gidemez, bir çobana güttürürdü. Bir kabilenin koyunlarını sağardı. Hz. Ebû Bekr, halife olunca, bu kabileden bir cariye, kendisine:
«— Artık, davarlarımız sağılmayacak, değil mi?» dedi. Bu sözleri işiten Hz. Ebû Bekr:
«— O ne demek, yeminle söylüyorum, koyunlarınızı sağacağım. Halifeliğin, itiyatlarımı değiştirmemesini temenni ediyorum.» dedi. Onların sütlerini sağmaya devam etti. Bazen, bu cariyeye:
«— Yâ cariye, istersen, sana kaymak çalayım, dilersen ağız döndüreyim?» derdi. Cariye de bazen:
«— Kaymak çal.» Bazen de:
«— Ağız döndür!» derdi; Hz. Ebû Bekr, ne isterse, onu yapardı. Halife olduktan sonra, Sünuh'ta böyle altı ay geçirdi. Sonra, Medine’ye, şehrin içine yerleşti. Kendi durumunu bir gözden geçirdikten sonra:
«— Devlet işleri ticareti aksatıyor. Halkın işinin iyi görülmesi, onların durumlarıyla yakından ilgilenmek için boş olmak gerekir. Ailemin de birtakım ihtiyaçları var.» dedi. Ticareti terk ederek, hâzineden kendisine ve ailesine yetecek kadar günlük bir maaş bağladı. Hac ve Umre masrafları da buna dahildi. Senelik aldığı maaş, altı bin dirhemdi. Vefatına yakın günlerde:
«— Evimizde bulunan, müslümanlara ait malları teslim ediniz. Artık ben, bunlardan bir şey harcamayacağım. Şu şu yerlerdeki arazilerimi, hâzineden harcadıklarıma mahsup olmak üzere, hâzineye bırakıyorum.» dedi. Bunlar, bir dişi deve, kılıçları cilâlayan bir köle, beş dirhem değerindeki bir kumaş Hz. Ömer’e teslim edildi. Bunları alan Hz. Ömer:
«— Geride kalanları sıkıntı içinde bıraktı.» dedi.
Hz. Ebû Bekr, Hicrî on birinci sene, Hz. Ömer’i hac emîri olarak tayin etti. Kendisi, Hicrî on ikinci senenin Receb ayında Umre yaptı. Bu umre için gittiğinde bir kuşluk vakti, Mekke'ye girdi. Ebû Kuhâfe, kapıda otururken evine geldi. Ebû Kuhâfe’nin, sohbet ettiği, yanında oturan iki genç:
«— Oğlun geldi.» dediler. Bunu duyan Ebû Kuhâfe ayağa kalktı. Hz. Ebû Bekr de, devesini çöktürmek için acele etti. Deve henüz çökmeden, üzerinden atladı. Ve:
«— Babacığım, kalkma!» demeye başladı. Sonra babasını kucakladı. Bir müddet bırakmadı. Babasının alnından öptü. İhtiyar, oğlunun gelişi sebebiyle sevincinden ağladı. Hz. Ebû Bekr’den başka, Attâb b. Üseyd, Süheyl b. Amr, İkrime b. Ebû Cehl, Haris b. Hişam da Mekke' ye gelmişlerdi. Bunlar, Hz. Ebû Bekr’in yanına gelerek:
«— Selâmün aleyküm, ey Rasûlüllah'ın halifesi.» diyerek, halifeyi selâmladılar. Hepsi teker teker elini, sıktı. Onlar, Rasûlüllah'ın adını anınca, Hz. Ebû Bekr ağlamaya başladı. Bu dört kişi, sonra da Ebû Kuhâfe'ye selâm verdiler. Ebû Kuhâfe:
«— Yâ Ebû Bekr, bunlara iyi muamele et!» dedi. Hz. Ebû Bekr:
«— Hakka ve hayra dönüşü sağlayacak, hakkı ve hayrı gerçekleştirecek güç ve kuvvet Allah’ın izni ve yardımıyla işe yarar. Üzerime büyük bir mesuliyet aldım. Allah'ın yardımı olmadan, bu mesuliyetin altından kalkamam.» dedi. Sonra içeri girdi. Yıkandı. Dışarı çıktı. Arkadaşları da yanındaydı. Arkadaşlarına:
«— Siz yavaş yavaş yürüyün.» dedi. Daha sonra kendisi de, önünden gidenlere yetişti. Hz. Ebû Bekr ağlarken, arkadaşları, onun Hz. Peygamberin yanında bulunmakla kazandığı şereflerden bahsediyorlar dı. Nihayet, Kabe’ye vardılar. Hz. Ebû Bekr, üzerinde hırkası olduğu halde, tavafa başladı. Hacer-i Esved’i öperek ziyaret etti. Kâbe’yi yedi defa tavaf etti. İki rekât namaz kıldı. Evine döndü. Öğle vakti tekrar ‘evden çıkarak, Kâbeyi yeniden tavaf etti. Sonra Dar’ün-Nedve'ye yakın bir yere oturdu:
«— Zulümden şikâyet eden veya bir hak talebinde bulunan var mı?» dedi. Kimse herhangi bir talepte bulunmadı. Halk, valileri (Attab b. Üseyd) ni övdü. Sonra ikindi namazını kıldı. Cemaatle sohbet etti. Halk ile vedalaşarak, Medine'ye müteveccihen yola çıktı. Hicri on ikinci sene, hac vakti gelince, Hz. Ebû Bekr bizzat kendisi hac emîri olarak hacca gitti. Hacc-ı ifrâd yaptı. Medine’de, yerine Osman b. Affan’ı bırakmıştı.
23/51-8132 Umeyr b. Sa'd anlatıyor: Hz. Ömer beni Humus’a vali olarak gönderdi. Aradan bir sene geçtiği halde, benden haber alamayınca, kâtibine:
«— Umeyr'e bir mektup yaz. Bize hıyânet ettiğini sanıyorum.» dedi. Bana gelen mektupta şunlar yazılıydı:
«Bu mektubumu alınca gel. Bu âna kadar elinde biriken vergiyi de getir.»
İçine azığımı koyduğum dağarcığımı ve çanağımı aldım. Mataramı belime taktım. Sopamı yanıma aldım. Humus’tan, Medine'ye kadar yürüyerek geldim. Medine'ye vardığımda, rengim değişmiş, yüzüm gözüm toza belenmiş, saçım sakalım uzamıştı. Hz. Ömer'in huzuruna girdim:
«— Esselâm ü aleyküm ve rahmetullahi ve berakâtühü, ey mü'minlerin emîri!» dedim. Hz. Ömer:
«— Bu halin ne?» diye sordu. Ben de:
«— Halimde ne var? Sıhhatli, canlı değil miyim? Dünyayı boynuzundan sürüklemiyor muyum?» dedim. Hz. Ömer:
«— Yanında ne var?» diye sordu. Humus'tan bir şeyler getirdiğimi sanıyordu. Ben:
«— Yanımda azığımı koyduğum bir dağarcığım, içinde yemek yediğim, başımı ve çamaşırlarımı yıkadığım bir çanağım, içecek ve abdest suyumu taşıdığım bir mataram, dayandığım ye düşman saldırısına karşı silâh olarak kullandığım bir sopam var. Vallahi dünya, benim öteberimden daha değerli değil.» dedim. Hz. Ömer:
«— Yürüyerek mi geldin?» diye sordu.
«—Evet!» dedim.
“---Sana, binebileceğin bir hayvan verecek bir müslüman yok, muydu?» diye sordu.
«— Onlar, kendiliklerinden bir şey vermediler. Ben de istemedim.» .dedim.
«— Ne kötüymüş, bu yanlarından ayrıldığın müslümanlar!» dedi.
Ben:
«— Allah'ın emirlerine muhalefetten korun ey Ömer! Allah seni onların arkalarından konuşmaktan men eder. Ben onları sabah namazını kılarlarken gördüm.» dedim. Hz. Ömer:
«— Seni nereye göndermiştim? Neler yaptın?» diye sordu. Ben:
«— Bu suallerin sebebi ne, ey müminlerin emîri?» dedim. Hz. Ömer:
«— Sübhanallah!» dedi. Ben:
«— Söyleyeceklerimle seni üzmek istemediğim için anlatmayı arzu etmiyorum. Sen beni vali olarak gönderdin. Ben de, gönderdiğin kasabaya gittim. Kasaba halkından iyi insanları topladım. Onları vergi memuru olarak tayin ettim. Toplanan vergiyi, verilmesi gerekli yerlere dağıttım. Eğer bir şey artsaydı, onu da sana getirirdim.» dedim. Hz. Ömer:
«— Hiçbir şey getirmedin mi?» diye sordu.
«-— Hayır!» dedim. Bunun üzerine Hz. Ömer:
«— Umeyr'i yeniden vali tayin edin!» emrini verdi. Ben:
«— Ben vali olmak istemiyorum. Ne senin adına, ne de senden sonra bir başkası adına valilik edeceğim. Günahtan kurtulamadım. Belki Kurtulamayacağım da. Bir Hıristiyana, Allah cezasını versin! demiştim. Belki de, sen bu sebeple beni hesaba çekiyorsun. En kötü günlerim, arkadaşlarımla beraber Rabbime kavuşamayarak seninle beraber geçirdiğim günlerdir, yâ Ömer!» dedim. Hz. Ömer'den müsaade istedim. Hz. Ömer de bana müsaade etti.. Evime döndüm. Evim ile Medine arasında, millerce mesafe vardı. Ben gidince, Hz. Ömer:
        «— Onun hıyanet ettiğini  sanmıştım.» demiş.
Haris adındaki bir zâta yüz dinar vererek peşimden yolladı. Bu zâtı gönderirken de:
«—- Umeyr'e, bir yabancıymış gibi gidip misafir olacaksın. Eğer durumunu iyi görürsen geri dön. Sıkıntı içinde olduğunu farkedersen, bu yüz dinarı ona ver.» diye tembih etmiş. Haris yanıma geldiğinde, ben, duvarın dibinde oturmuş, gömleğimi temizliyordum. Selâm verdi. Ben:
«— Buyur in, Allah senden merhametiyle muamele yapsın!» dedim. Haris hayvandan indi.
«— Nereden geliyorsun?» diye sordum.
«— Medine'den.» dedi.
«— Mü'minlerin emîri nasıl?» diye sordum. «— İyi.» dedi.
«—Müslümanlar nasıl?» dedim.
“— Onlar da iyi.» diye cevap verdi.
«—Cezaları tatbik ediyor, değil mi?» dedim.
«—Evet, suç işleyen oğlunu dövdü. O da, bu dayak sebebiyle öldü.» dedi. Ben:
«— Allah'ım, Ömer'e yardım et. Ben onun, sevdiğine dahi sert muamele yaptığını biliyorum.» dedim. Haris evimizde üç gün misafir kaldı. Bizim biraz arpadan başka hiçbir şeyimiz yoktu. Onu da misafire yediriyor, biz aç karnına uyuyorduk. Ben ona:
«—Bizi de aç bıraktın, eğer gitmeyi düşünüyorsan hemen git.» dedim. Haris, cebinden yüz dinarı çıkarıp bana verdi.
  «— Bunu sana, mü'minlerin emîri gönderdi. Bununla ihtiyaçlarını gör.» dedi. Bağırdım ve:
«—Benim bunlara ihtiyacım yok.» dedim. Geri verdim. Karım bana:
«— İhtiyacın varsa, bunları sen kullan, ihtiyacın yoksa, ihtiyaç sahiplerine ver.» dedi. Ben ise:
«—Bunları koyacak bir şeyim yok.» dedim. Karım eteğinden bir parça bez kopararak bana verdi. Bu paraları ona koydum. Bunları şehitlerin ve fakirlerin çocuklarına dağıttım, sonra döndüm. Elçi, bu paradan kendisine de bir şey vereceğimi sanıyordu. Ona:
«— Halifeye benden selâm söyle!» dedim. Haris, Medine'ye Hz. Ömer'in yanına döndü. Hz. Ömer:
«— Neler gördün?» diye sormuş. O da:
«— Ey mü'minlerin emîri, onu sıkıntı içinde gördüm.» demiş. Hz. Ömer:
«— Parayı ne yaptı?» diye sormuş. O da:
 «—Bilmiyorum.» demiş. Bunun üzerine Hz. Ömer, bu mektubum eline geçer geçmez, acele gel, diye mektup yazmış. Ben de Hz. Ömer’ in yanma gittim. Yanına vardığımda bana:
«-—Paraları ne yaptın?» dedi. ,
«— İstediğim yere harcadım. Niye soruyorsun?» dedim.
«—Allah adı veriyorum, onları ne yaptığını bana söyle!» dedi.
«— Kendim için harcadım.» dedim.
«— Allah sana merhametiyle muamele etsin!» dedi. Bir vesk yiyecek, iki elbise verilmesini emretti. Ben:
Yiyeceğe ihtiyacım yok. Çünkü evde iki sa' arpa var. Onları yiyip bitirinceye kadar, Allah yenisini verir.» dedim. Yiyeceği, almadım.
«— Elbiselere gelince, falanın annesinin elbisesi yok.» dedim. Elbiseleri aldım. Evime döndüm.
Antere diyor ki: Bu hâdiseden çok geçmeden Umeyr vefat etti. Allah rahmet eylesin. Hz. Ömer, onun ölümünü duyunca üzüldü ve merhamet damarları kabardı. Yanındakilerle beraber Garkad mezarlığına kadar yürüyerek geldi. Arkadaşlarına:
«— Her biriniz, yapmak istediğiniz hayırları söyleyin!» dedi. Birisi;
«— Ey müminlerin emîri, Allah rızası için, bedelini vererek bir köle azâd etmeyi arzu ediyorum.» dedi. Bir diğeri:
«— Ey mü'minlerin emîri, ben de malımı Allah yolunda sarfetmek istiyorum.» dedi. Bir başkası da:
«— Benim gücüm kuvvetim yerinde. Allah'ın evini ziyaret edenlere, kova ile zemzem suyu çekip dağıtmayı arzu ediyorum.» dedi. Hz. Ömer ise:
«— Ben de, Umeyr b. Sa'd gibi adamlarımın olmasını, onları müslümanların başına idareci tayin etmeyi istiyorum.» dedi.
23/51-8133 Hâlid b. Ma'dân anlatıyor: Hz. Ömer, Said b. Âmir b. Hızyem'i bize, Humusa vali tayin etti. Kendisi Humus'a geldiğinde:
«— Ey Humuslular, valinizi nasıl buluyorsunuz?» diye sordu. Halk, kendisine, validen şikâyet etti. Valileri şikâyetleri sebebiyle Humus'a Küçük Küfe denilir.—
«— Biz dört hususta ondan şikâyetçiyiz.   Kuşluğa doğru bizimle görüşüyor.» dediler. Hz. Ömer:
«—Ne kötü! Daha?..» dedi.
«— Gece vakti kimsenin işini görmüyor.» dediler. Hz. Ömer: 
«—Bu da kötü! Daha?..» dedi.
«— Ayda bir gün bizimle hiç görüşmüyor.» dediler. Hz. Ömer:
«— Fena!.. Daha?..» dedi.
«— Bazen deliliği tutuyor:» dediler.
Bunun üzerine Hz. Ömer, şikâyetçilerle valiyi bir araya getirdi. Ve:
«— Allah'ım, bugün valimin hakkındaki düşüncelerimde yanılmadığımı göster.» diye dua etti. Sonra da  Humuslulara:
«— Hangi hususlarda ondan şikâyetçiydiniz?» diye sordu. Onlar:
«— Bizimle kuşluğa doğru görüşüyor.» dediler. Vali:
«— Vallahi anlatmam hoş olmayacak ama, yine de anlatayım: Hizmetçim yok. Hamuru kendim yoğuruyor, oturup mayalanmasını bekliyorum. Sonra ekmek yapıyorum. Sonra da, abdest alıp bunların yanına geliyorum.» diye cevap verdi. Hz. Ömer:
«— Daha neden şikâyetçiydiniz?» diye sordu.
«— Geceleyin hiçbirimizin işini görmüyor.» dediler. Hz. Ömer valiye:
«— Ne dersin?» diye sordu. Vali:
«— Söylemem hoş olmamakla beraber yine de anlatayım: Bütün günü onlara hasrediyorum. Geceyi de, Allah'a ibadet ve taâtla ihya ediyorum.» dedi. Hz. Ömer:
«— Daha neden şikayetçisiniz?» diye sordu. Onlar:
«— Ayda bir gün bizimle hiç görüşmüyor.» dediler. Hz. Ömer, valiye:
«— Bu hususta ne dersin?» diye sordu. Vali:
«—Çamaşırımı yıkayacak hizmetçim olmadığı gibi, değişik çamaşırım da yok. Çamaşırlarımı yıkayıp kuruluncaya kadar evde oturuyorum. Banyomu yapıp, akşama doğru onların yanına çıkıyorum.» diye cevap verdi. Hz. Ömer:
«— Daha ne şikâyetiniz var?» diye sorunca, onlar:
«— Bazen deliliği tutuyor.” dediler. Hz. Ömer, valiye:
«—Buna ne dersin?» diye sordu. Vali:
«—- Ben, Mekke'de, ensardan Hubeyb'in şehit edilmesine şahit oldum. Kureyş onu parçalamış, bir kütük üzerine koymuştu. Onu şehit etmeden önce, kendisine, Muhammed (s.a.v.) in senin yerinde olmasını ister misin? dediler. O da, vallahi, Muhammed (s.a.v.) in ayağına bir diken batsa, ben, çoluk çocuğumun içinde bile rahat edemem, dedi. Sonra da, yâ Muhammed! diye nidâ etti. O güne ait hatırladığım şeyler; Hubeyb'e o durumda yardım edememem; Allah'a inanmayan bir müşrik olmam sebepleriyle Allah'ın beni hiç bir zaman affetmeyeceği düşüncesine kapıldım. İşte bu sebeple, ara sıra şuurumu kaybediyorum.» dedi. Bunun üzerine Hz. Ömer:
«— Beni, görüşlerimde isabetsiz çıkarmayan Allah'a hamdederim.» dedi. Valiye bin dinar verdi.
«— Bununla işlerini gör.» dedi. Bunun üzerine, Said'in hanımı:
«— Senin hizmetin sebebiyle bizi zengin eden Allah'a hamd ederim.» dedi: Said de, hanımına:
«— Senin, bundan bir istifaden olacak mı? Biz bunları, en çok muhtaç olacağımız anda (kıyamette) bize verilmek, üzere, şimdi bizden daha muhtaç olanlara verelim.» dedi. Karısı da:
«—Olur.» diye cevap verdi. Said, ailesinden itimat ettiği birisini çağırarak kendisine birkaç kese verdi:
«— Bunları falan ailedeki dul kadına, filan ailedeki yetime, falanca ailedeki fakire, filanca ailedeki sıkıntıya düşmüş kimseye götür.» dedi.
Bu paradan bir altın arttı. Karısına:
«— Bunu da sen harca.» dedi. Sonra işinin başına döndü. Karısı: «— Bu para neye yarar? Bana bir hizmetçi tutmayacak mısın?» dedi. Said:
«— Bu paraya muhtaç olacağın bir zaman gelecek.» dedi.
23/51-8134Sa'lebe b. Ebû Mâlik anlatıyor:
Ebû Hüreyre, sırtında bir yük odunla çarşıya geldi. O zaman Merva'nın yardımcısı idi.  Ve:
«—Valinin yolundan çekil, ey İbn"i Ebî Mâlik!» dedi. Ben de:
«—Bu kadar yeter.» dedim. Ebû Hüreyre:.
«— Sırtında odun yükü olan valinin yolundan çekil!» dedi. 23/51-8149 Câbir (r.a.) anlatıyor: Muaz b. Cebel, insanların en yakışıklılarından, en güzel ahlâklılarından, en cömertlerindendi. Büyük bir borca girdi. Alacaklılar sıkıştırmaya başlayınca, birkaç gün evinden çıkmadı. Alacaklılar da Rasûlüllah'a şikâyet ettiler. Rasûlüllah, Muaz’ı çağırdı. Alacaklılar da geldiler. Onlar:
«— Yâ Rasûlallah, bizim hakkımızı Muaz’dan al.» dediler. Rasûlüllah da:
«— Ona yardım edene Allah rahmetiyle muamele etsin.» dedi. Bunun üzerine  bazıları bir kısım alacaklarını bağışladılar. Fakat bazıları bunu kabul etmediler ve:
«-— Yâ Rasûlallah, bizim hakkımızı ondan mutlaka al!» dediler. Rasûlüllah da Muaz'a:
«— Sabırlı ol, yâ Muaz.» dedi. Sonra da borcuna karşılık Muaz’ ın malını aldı ve alacaklılara verdi. Onlar da kendi aralarında taksim ettiler. Fakat alacaklarının yedide beşi ancak karşılanabildi. Alacaklılar:
«— Yâ Rasûlallah, kalan borcuna karşılık onu bize sat.» dediler. Rasûlüllah da:
«— Bırakın, artık üzerine gitmeyin!» dedi. Muaz, Benî Seleme'ye döndü. Orada birisi, ona:
“— Yâ Ebâ Abdurrahman, Rasûlüllah’tan biraz yardım isteseydin. Şimdi tamamıyla fakir oldun.» deyince:
«— Hayır, isteyemem.» dedi. Muaz birkaç gün bekledi. Daha sonra Rasûlüllah onu çağırdı ve şöyle diyerek Yemen'e gönderdi:
«— Umulur ki, Allah durumunu düzeltir ve borçlarını ödemeni kolaylaştırır.» Muaz, Yemen'e gitti ve Peygamber vefat edinceye kadar orada kaldı. Ebû Bekr tarafından gönderilen Ömer b. el-Hattab'ın, hac için Mekke’ye geldiği sene Muaz da oraya geldi ve Terviye günü Hz. Ömer ile buluştu. Kucaklaştılar. Birbirlerine başsağlığı dilediler. Sonra bir yere oturdular ve konuşmaya başladılar. Hz. Ömer, Muaz'ın yanında birçok köle gördü...
Abdullah (r.a.) anlatıyor: Peygamber (s.a.v.) vefat edip de Ebû Bekr halife seçildiğinde, Muaz, Yemen’de bulunuyordu. Ebû Bekr, Ömer'i o sene hac mevsiminde Mekke'ye göndermişti. Hz. Ömer, Mekke'de Muaz'a rastladı. Yanında kölelerde vardı. Hz. Ömer:
«— Bunlar ne?» diye sordu. Muaz da:
«—Şunlar bana hediye edildiler, onlar da Ebû Bekr’in, yani devletin.» dedi. O zaman Hz. Ömer:
«—Onların hepsini Ebû Bekir'e götürmelisin;», dedi. Ertesi gün Muaz, Hz. Ömer’i buldu ve:
«— Ey Hattab’ın oğlu, dün bir rüya gördüm. Tam ateşe düşmek üzereyken, sen benim belimden tuttun ve beni kurtardın. Sana itaatten başka çarem yok.» dedi. Daha sonra onları Ebû Bekr’e getirdi ve:
«— Bunlar bana hediye edilenler, şunlar da senin.» dedi. Ebû Bekr de: «—Sana hediye edilenleri yine sana bırakıyoruz.» dedi. Muaz namaz kılmaya gitti. Bir de baktı ki, köleleri arkasında namaz kılıyorlar. Onlara:
«— Kimin için namaz kılıyorsunuz?» diye sorunca:
«— Allah için.» dediler. Bunun üzerine Muaz da:
«— Öyleyse siz Allah'ın kulusunuz, benim değil.» dedi ve onları âzat etti.
23/51-8151  Eslem anlatıyor:
Ömer b. Hattab’la beraber çarşıya çıktım. Genç bir kadın yanımıza gelerek, Hz. Ömer'e:
«— Yâ Emîr’el-Mü’minîn, kocam öldü. Geride küçük çocuklar bıraktı. Onlar, kendi yiyeceklerini temin edemiyorlar. Ekinleri ve davarları da yok. Onların kıtlık sebebiyle, yok olup gitmelerinden korkuyorum. Ben Hufaf b. İyma’el-Gıfarî’nin kızıyım. Babam Hudeybiye’de peygamberle beraber bulundu.» dedi.
O zaman Hz. Ömer durdu ve:
«— Bu ne büyük şeref!» dedi. Ve evinin önünde bağlı duran besili devenin yanına gitti. Yiyecek, nafaka ve elbise dolu iki çuvalı deveye yükledi. Yularını ona vererek:
«—Bunu al, götür. Bitince Allah daha hayırlısını verir.» dedi. Orada bulunan bir adam:
«—Yâ Emîr’el-Mü’minîn, o kadına çok verdin.» deyince, Hz. Ömer:
    «— Sus be mübarek! Onun babası, Hudeybiye’de Peygamberle beraber bulundu. Yemin ederim ki, bu kadının babası ve kardeşi bir kaleyi, bir süre muhasara ederek fethettiler. Sonra oradan biz faydalandık.» dedi.
23/51-8152 Hassan b. Atıyye anlatıyor:
Ömer b. Hattab, Muaviye’yi Şam valiliğinden azledince yerine Saîd b. Amir b. Hizyem el-Cümehî’yi tayin etti. Saîd b. Amir, Kureyşli, güzel bir cariyesiyle beraber oraya gitti. Aradan çok az bir zaman geçmişti ki, sıkıntıya düştüler. Onların bu durumu, Hz. Ömer’e ulaşınca, bin dinar gönderdi. Saîd parayı alıp karısının yanına geldi ve:
«— Hz. Ömer bize gördüğün parayı göndermiş.» dedi. Karısı da:
 «— Bunlarla ekmek ve katık alırsın, geri kalanını da bir tarafa koyarsın.» dedi. Saîd de:
     “--Sana bundan daha hayırlısını söyleyeyim mi? Geri kalanını birine veririz. O bunu işletir. Çalıştırması ona ait olur. Biz de kazançtan yeriz.» dedi. Karısı da:
«— Böylesi daha güzel.» diye cevap verdi. Saîd yiyecek, iki deve ve hizmetlerini görecek iki köle aldı. Geri kalanını da ihtiyaç sahiplerine ve biçarelere dağıttı. Aradan çok az bir zaman geçmişti ki, karısı:
«— Aldığın şeyler tükendi. O adama gitsen de kazançtan hissemize düşeni alıp bize bir şeyler alsan.» dedi. Fakat Saîd hiç cevap vermedi. Karısı sözünü tekrarladı. Saîd yine sustu. Karısının bu sorularına üzüldüğünden eve sadece akşamdan akşama geliyordu. Bir gün Saîd’in akrabalarından biri de, kendisiyle beraber eve geldi ve karısına:.
«— Sen ne yapıyorsun? Kocanı üzdün. O geri kalan malını tasadduk etti.» dedi. Bunun üzerine karısı, giden mala üzülerek ağlamaya başladı. Daha sonra bir gün Saîd karısının yanına gelerek:
«— Hele bir sakin ol. Arkadaşlarım kısa bir müddet önce benden  ayrıldılar, öldüler. Onların gittikleri yoldan ayrılmak istemem. Biz daha sağız. Dünya ve nimetlerinden faydalanabiliriz. Eğer cennet hurilerinden biri gökyüzünde görünse, bütün yeryüzündekileri aydınlatır ve yüzünün güzelliği güneş ve ayın parlaklığını yok eder. Hurinin başındaki örtü, dünya ve içindekilerden daha hayırlıdır. Onlara kavuşmak için senin ihtiyacını karşılamamam, senin ihtiyacını  yerine getirerek onları bırakmamdan daha hayırlıdır.» dedi.75
23/51-8153 Abdurrahman b. Sabıt el-Cümehî anlatıyor:
Saîd’e Hz. Ömer tarafından gönderilen para gelince, bir kısmıyla ailesi için erzak aldı, geri kalanını da tasadduk etti. Karısı ona:
«—Paranın geri kalanı nerde?» diye sordu. O da:
«—Allah yolunda ödünç verdim.» diye cevap verdi. O sırada yanına gelenler:
«— Ailenin, senin üzerinde hakkı vardır. Akrabalarının da senin üzerinde hakkı vardır. Niçin tasadduk ettin?» dediler.
«—Cennet hurileri varken ben şunun bunun rızasını gözetemem. Eğer cennet hurilerinden biri semada gözükseydi, güneş gibi her tarafı aydınlatırdı. Hele ben, Rasûlüllah'tan şunu duyduktan sonra o ilk taifeden asla ayrılmam. Rasûlüllah şöyle buyurmuştu;
«— Allah Teâlâ, mahşerde bütün insanları hesap için bir araya topladığında, fakir mü'minler, güvercinlerin uçuşu gibi süratle gelirler Onlara:
 “— Hesap vermek için bekleyin.» denir. Onlar da:
«— Bize bir şey  vermediniz ki, hesabını verelim.» derler. O zaman Cenab-ı Hak:
      “--Kullarım doğru söylediler.» buyurur. Onlara cennet kapısı açılır ve diğer insanlardan yetmiş sene önce içeri girerler.» İşte ben bu ilk taifeden olmak için tasadduk ettim.» der.
Bir başka rivayette: Sâîd, karısına:
«—Daha hayırlısını istiyor musun, parayı, en çok muhtaç olduğumuz bir zamanda bize getirecek birine verelim.» deyince, karısı da:
«— Peki, ver.» dedi.
Daha sonra Saîd, kendi akrabalarından, güvendiği bir adam çağırdı, parayı keselere ayırdı ve:
«— Bunu, filân oğullarının dul kadınına, filânların yetimine, filân ailedeki bîçareye, filânların hastasına ver,» dedi. Geriye az bir altın kaldı. Saîd:
“— Bunu da sen harca.» dedi ve işinin başına gitti. Karısı:
«— Bize bir hizmetçi alsan, o para ne işe yarar ki.» dedi. Saîd ise:
«— Bu verdiğimiz mal karşılığında, öbür dünyada en çok muhtaç olduğumuz şey gelecek.» diye cevap verdi.
23/51-8163 Numan b. Humeyd diyor ki:
Dayımla beraber, Medâin’deki Selmân-ı Farisî’nin yanına gittim. O hurma yapraklarıyla sepet yapıyordu. Bize şöyle dedi:
«— Bir dirheme hurma yaprağı alıyor, onlarla sepet yapıp, üç dirheme satıyor, bu üç dirhemin biriyle tekrar hurma yaprağı alıyor, birini ailemin geçimi için ayırıyor, bir dirhemini de tasadduk ediyorum. Eğer Ömer b. Hattab bunu bıraktırmasaydı yapmaya devam ederdim.» (Selman Hz. Ömer’in Medâin’deki valisiydi.)
23/51-8172 Eslem anlatıyor: Ömer b. Hattab’a:
«— Zahr’da kör bir deve var.» dediler. Hz. Ömer de:
«— Onu ehl-i Beyt'e götürün de faydalansınlar.» dedi. Ben:
«— O kördür.» dedim. Hz. Ömer:
«— Onu diğer develerin arasına katarlar.» dedi. Ben yine:
«— Nasıl otlayacak?» dedim. Hz. Ömer:
«—Bu deve cizye olarak toplanan hayvanlardan mı? Yoksa zekât olarak alınan hayvanlardan mı?» diye sordu.
«— Cizye olarak toplanan hayvanlardan.» dedim. O zaman Hz. Ömer:
«— Herhalde siz onu yemek istiyorsunuz?» dedi. Ben de:
«— Üzerinde cizye hayvanlarına vurulan damga var.» dedim. Hz. Ömer, onun getirilmesini emretti. Deve getirildi ve boğazlandı. Hz. Ömer' in yanında dokuz tabak vardı. O tabaklara meyve ve nefis yiyecekler koyar ve Nebî (s.a.v.) in zevcelerine gönderirdi. Kendi kızı Hafsa’ya ise en son gönderdiğinden, bazen ona düşen pay eksik de oluyordu. O gün yine o tabaklara, kesilen devenin etinden koydu ve peygamberin zevcelerine gönderdi. Etin geri kalan kısmının pişirilmesini emretti. Sonra, Muhâcirleri ve Ensarı yemeğe davet etti.
23/51-8201  Muhammed b. Sellâm’dan:
Ömer b. Hattab, Abdullah el-Adeviyye’nin kızı Şifa’ya, yanına gelmesi için haber gönderdi. Şifa şunları anlatıyor: Hemen gittim. Esîd b. Ebûl'-Îs'in kızı Atike'yi Hz. Ömer’in kapısı önünde buldum. Beraberce içeri girdik. Bir saat kadar konuştuk. Sonra Hz. Ömer, bir örtü getirtti ve ona verdi. Bir başka örtü daha getirtip onu da bana verdi. Ben:
  «— Yâ Ömer, ben ondan daha önce müslüman oldum. Üstelik senin amca kızınım. Beni sen çağırdın. Halbuki o, kendiliğinden geldi. Öyleyken niye önce ona veriyorsun?» diye sordum. Hz. Ömer:
«—Ben, bunu yalnız sana ayırmıştım. Fakat ikiniz bir araya gelince, onun Rasûlüllah (s.a.v.) a senden daha yakın olduğunu hatırladım. Onun için böyle yaptım.» dedi.
23/51-8202 Esbağ’ b. Nübâte’den: Bir adam Hz. Ali’ye gelerek:
«—Yâ Emir’el-Mü’minin, benim bir ihtiyacım var. Onu önce Allah'a arzettim. Şimdi de sana söylüyorum. Eğer ihtiyacımı giderirsen Allah'a hamdeder, sana da teşekkür ederim. Şayet ihtiyacımı gideremezsen, yine Allah’a hamdeder ve seni de mazur görürüm.» dedi. Hz. Ali:
«— İhtiyacın neyse, toprağın üstüne yaz. Çünkü ben, senin yüzünde bir şey istemenin verdiği ezikliği görmek istemem.» dedi. Adam, toprağın üstüne, «Ben muhtacım» diye yazdı. O zaman Hz. Ali:
«— Bana bir elbise getirin.» dedi. Hemen bir elbise getirdiler. Hz. Ali, elbiseyi o adama verdi. Adam da elbiseyi alıp giydi ve şunları söyledi:
«— Sen bana, güzelliği bir gün kaybolacak ve eskiyecek bir elbise giydirdin. Ben ise seni, güzel övgüden yapılma elbiselerle donatacağım (seni medhedeceğim). Benim söylediklerime sen bir karşılık istemediğin halde ben, seni övünce, senin şerefin daha da artacak. Övgü damlaları, dağları ve ovaları dirilten yağmur gibidir. Övülen kimsenin hatırasını canlandırır. Yaşadığın müddetçe, yapabileceğin bir hayrı yapmaktan çekinme, çünkü her kul, yaptığından sorulacaktır.» Bunları duyunca, Hz. Ali:
«— Bana bir miktar da para getirin.» dedi. Yüz dinar getirildi. Hz. Ali onları da o adama verdi. Ben dayanamadım, ve:
«— Yâ Emîr’el-Mü'minîn, bir elbise verdin, üstelik de yüz dinar veriyorsun.» dedim.
«— Evet.» dedi ve şöyle devam etti: «Rasûlüllah (s.a.v.) ın: «Herkese İçtimaî mevkiine göre muamele edin.» buyurduğunu işittim. Bu adama bu lâyıktır.»
23/51-8214 Ömer (r.a.) den: Ben Allah’ın malını (Beyt’ül-Mâl'deki müslümanların malını), yetimlerin malı gibi düşünür, eğer muhtaç değilsem, ona hiç dokunmam, muhtaç isem meşru surette alır, harcarım.» dedi.
Başka bir rivayette şöyle deniyor. Hz. Ömer:
«— Ben, Allah’ın malını, yetimlerin malı ile bir tutarım. Allah şöyle buyurmuştur: “Evlilik çağına gelinceye kadar yetimleri gözetip deneyin. Onların olgunlaştıkları, akıllı ve tedbirli davranır hale geldikleri konusunda samimi kanaatiniz oluşursa, vakit geçirmeden mallarını, paralarını kendilerine verin. Büyüyüp reşit olunca mallarındaki tasarrufu elimizden alırlar düşüncesiyle meşru-kanuni harcama sınırını aşarak alelacele yetimlerin mallarını yemeyin.
Zengin olan veli iffetli olmaya, onların malına elini sürmemeye çalışsın. Yoksul olan da, Kur’ân’ın ve sünnetin belirlediği meşru ölçüler içinde, İslâmî kurallarla örtüşen, örfe göre, hakkaniyetle yesin.
Mallarını kendilerine verdiğiniz zaman yanlarında şâhit de bulundurun. Hesap görücü olarak Allah yeter.»
23/51-8215 Urve'den gelen rivayette Ömer b. Hattab şöyle demiştir:
«—Beyt’ül-Mâl'den, ancak kendi malımdan yediğim kadar yiyebilirim. Bu devlet malıdır, diye israfa gitmem.»
23/51-8216 İmran’dan: Ömer b. Hattab, bir şeye muhtaç olunca, Beyt’ül-Mâl' in memuruna gelir ve ondan borç alırdı. Çok kere de aldığını ödeyemez, Beyt’ül-Mâl'deki memur gelir alacağını ister. Hz. Ömer de tanıdıklarına koşar, para bulup borcunu öderdi.
23/51-8217 İbrahim'den: Ömer b. Hattab, halife iken bile ticaret yapardı. Şam'a gitmek üzere bir kervan hazırladı. Abdurrahman b. Avf’a adam gönderip, dört bin dirhem borç istedi. Abdurrahman da:
«— Ona söyle, Beyt’ül-Mâl’den alsın, sonra ödesin!» dedi. Adam geri dönüp de Hz. Ömer'e söyleyince, bu ona çok ağır geldi. Daha sonra Hz. Ömer onunla karşılaşınca-:
«—Beyt ul-Mâl'den alsın diye sen mi söyledin? Alsam da, borcumu ödemeden ölsem siz: Onu Emîr’ül-Mü’minîn almıştı. Borcunu bağışlayın, dersiniz. Kıyamet günü cezasını ben çekerim. Hayır, Beyt'ül-Mâl’ den almam. Ben senin gibi haris ve cimri bir adamdan almak istedim. Ben ölünce, gelir, malımdan alır.» dedi.
 23/51-8218 İbn Berâ b. Marun'dan: Bir gün Hz. Ömer evinden çıktı ve minberin yanına geldi. Rahatsızdı. Kendisine bal tavsiye edildi. Beyt’ül-Mâl’de de bir kap dolusu bal vardı. Hz. Ömer :
« — Siz müsaade ederseniz alırım. Yoksa o bana haramdır.» dedi. Müsaade ettiler.
23/51-8219 Hasan Basri’den: Hz. Ömer'e bir miktar mal getirdiler ve kızı Hafsa’ ya teslim ettiler. Hafsa babasına gelerek:
« — Yâ Emîr'el-Mü'minîn, bu mal’da akrabalarının da hakkı vardır. Çünkü Allah, akrabalara vermeyi emrediyor.» dedi. Hz. Ömer:
« — Benim iyi kalpli kızım. Akrabalarımın hakkı benim kendi malımdadır. Bu ise müslümanların malıdır. Akrabalarım, babanı aldatmasınlar.» dedi. Hafsa da eteklerini sürüyerek gitti.
23/51-8220 Eslem’den: Abdullah b. Erkâm’ın, Hz. Ömer’e geldiğini gördüm. Şöyle diyordu:
«— Yâ Emîr’el-Mü’minîn, evimizde Celûla elbiselerinden bir elbise ve gümüş kaplar var. Boş kaldığın bir gün gel de ne yapmamız gerektiğini söyle.» Hz. Ömer ise :
« — Boş kaldığımı görürsen beni çağır.» dedi. Bir gün Abdullah gelerek :
« — Bugün seni boş görüyorum.» dedi. Hz. Ömer:
« — Evet, bugün işim yok. Şuraya bir yaygı yay.» dedi. Ve evdeki malın-paranın üzerine dökülmesini emretti. Daha sonra örtünün yanına gelip durdu ve:
« — Allahım, sen kitabında bu malı zikredip şöyle buyurdun: « Gönül okşayan nefsanî arzular, özellikle kadınlara, oğullara, yığın yığın biriktirilmiş altın ve gümüşlere, soylu, alnı akıt-malı, ayakları sekili, eğitimli, asil, nişanlı yılkı atlara, sağmal hayvanlara, ekinlere, gelire, kazanca düşkünlük, insanlara, süslenip güzel gösterildi. Bunlar dünya hayatının geçici menfaatleridir. Halbuki aydınlık bir ömürlük güzel bir yol, güzel bir hayat Allah katındadır. » KK 3/14.Ve yine: « Allah bunu, elinizden çıkan servete ve imkânlara üzülmeyesiniz, Allah’ın ihsan ettiği nimetler ve imkânlarla şımarmayasınız diye size açıklamaktadır. Allah kendini beğenenleri, böbürlenenleri sevmez.» KK 57/23 buyurdun. Biz, ancak, bize güzel gösterdiğin şeylerle sevinebiliriz. Allahım, bu malı, yerine infâk etmeyi müyesser kıl, onun şerrinden sana sığınırım.» dedi. O esnada, Abdurrahman b. Behiyye adındaki oğlunu getirdiler. O :
« — Babacığım, bana bir yüzük ver.» diye yalvarmaya başladı. O zaman Hz. Ömer:
 «— Haydi, annenin yanına git de, çorbanı içirsin.» dedi. Vallahi çocuğa, o maldan bir şey vermedi.
23/51-8221 İsmail b. Muhammed b. Sa’d b. Ebî Vakkas’dan: Hz. Ömer’e Bah¬reyn’den misk ve amber gelmişti. Hz. Ömer:
«— Allah için güzel tartan bir kadın olsa da şu misk ü amberi müslümanlara taksim etsem.» dedi. Karısı Atîke binti Zeyd b. Amr b. Nüfeyl:
«— Ben güzel tartarım, haydi bana ver de, ölçeyim.» dedi. Hz. Ömer:
«— Hayır, sana vermem.» dedi. Karısı:
«— Niçin?» diye sorunca:
«— Ölçerken alıp da şöyle yapmandan parmaklarını yanaklarına sürdü ve boynuna sürmenden, dolayısıyla da diğerlerine üstünlük taslamandan korkarım.» dedi.
23/51-8222 Hasan-ı Basrî’den: Ömer b. Hattab, zayıf ve cılız bir kız gördü ve:
«— Kim bu kız?» diye sordu. Oğlu Abdullah:
«— Kızlarından biri.» dedi. Hz. Ömer:
«— Hangi kızımmış?» diye sorunca:
«— Benim kızım.» dedi.
«— Ne onun hali öyle?» diye sordu.
«,— Senin işin. Onlara bir şey vermiyorsun.» dedi. Hz. Ömer:
«— Ben ha, öyleyse sakın sen çocuğunu ihmal etme, onun nafakasını kısma oğlum, onlar için harcarken cimrilik etme.» dedi.
23/51-8223 Asım b. Ömer'den: Hz; Ömer beni evlendirdiğinde bir ay, bana Beyt’ül-Mâl’den yardım etti. Daha sonra Hz. Ömer, Yerfe’i gönderip beni çağırdı. Yanına vardım. Bana:
«— Vallahi, şu Beyt’ül-Mâl’deki mal halife olmadan önce, bana da helâl değildi. Ancak, diğer müslümanlar gibi yanıma bir şey düşerse alırdım. Ama, halife olduktan sonra, bu maldan gerektiği kadar (maaşını kastediyor) kullanmamda mahzur yoktur. Bu mal bende emanettir. Sana bir ay, Beyt’ül-Mâl’den verdim, artık daha fazla veremem. Fakat sana yardım ederim. Gâbe’deki hurmalığımın meyvelerini topla ve sat. Sonra, kendi kavminin tüccarlarından birini bul. Bu parayla, onun yanında ticaret yap. Bunun kazancından hem kendinin, hem de-ailenin ihtiyaçlarını gör.» dedi.
23/51-8224 Mâlik b. Evs b. Hadesân’dan: Rum kralından Ömer b. Hattab’a bir  posta geldi. Ömer b. Hattab’ın karısı bir dinar borç alıp, onunla bir miktar koku aldı. Ve bir kavanoza koyup, gelen postayla Rum kralının karısına gönderdi. Rum kralının karısı, hediyeyi alınca kavanozu boşaltıp içine mücevher doldurdu ve postacıya:
«— Bunu Ömer b. Hattab'ın karısına götür.» dedi. Hz. Ömer’in hanımı gelen mücevherleri bir yaygı üzerine döktü. Bu esnada, içeriye Hz. Ömer girdi. Mücevherleri görünce:
«— Bunlar da ne?» diye sordu. Hanımı olup bitenleri anlatınca, Hz. Ömer derhal mücevherleri sattı. Karısına bir dinar verip geri kalanı Beyt'ül-Mâl’e kovdu.
23/51-8225 İbn-i Ömer’den: Birkaç deve satın aldım. Yaylım için onları koruluğa götürdüm. İyice beslenince onları şehre, çarşıya getirdim. Hz. Ömer pazara geldiğinde, besili develeri görünce:
«— Bunlar kimin?» diye sormuş. Kendisine:
«— Abdullah b. Ömer’in.» demişler. Bunun üzerine kendi kendine:
«— Demek Abdullah b. Ömer’in! Şu mü’minlerin emîrinin oğluna da bak.» demeye başlamış. O sırada ben koşarak geldim ve:
«— Yâ Emîr’el-Mü’minîn, ne var, ne oldu?» diye sordum.
«— Nedir bu develer?» dedi. Ben de: