Mehmet Cemal ÇİFTÇİGÜZELİ

Gazeteci - Yazar

Demokrasi ve Cumhuriyet ile Tanışmak

Bir süredir İstanbul’da TEK RUMELİ TELEVİZYONU’nda Prof. Dr. Nevzat Yalçıntaş ile Hocaların Hocası olarak yaşadığı yakın tarihteki olayları, günümüzle örtüştürmeye çalışarak ekrana yansıtıyoruz. Her Pazar günü saat 10.00 ile 11.00 arasında yayındayız. Hedef kitlemiz ise genel kamuoyu içinde gençlerimiz oluyor.

1933 doğumlu Prof. Dr. Nevzat Yalçıntaş 82 yaşında olduğuna göre son 80 yılı gündeme taşıyoruz programda. Hem 20. hem de 21. Asrı görmüş, yaşamış, birikim ve tecrübeleriyle değerlendirmesi bir hayli dikkat çeken Prof. Dr. Nevzat Yalçıntaş ile zaman zaman bazı aydınlarımızı, devlet adamlarımızı, edebiyatçı ve politikacılarımızı, kanaat önderlerimizi, diplomatlarımızı konuk edeceğiz. Sayın 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, 3. Cumhurbaşkanı Celal Bayar’ın torunu Prof. r. Emine Gürsoy Naskali, Prof.Dr. İlber Ortaylı, eskimezlerden Devlet Bakanı Kazım Oksay, Cumhuriyeti kuran heyet içinde yer alan İstiklal Madalyası sahibi İstanbul Valisi ve Sağlık Bakanı Lütfi Kırdar’ın oğlu Büyükelçilerden Üner Kırdar, Milletvekilleri Rasim Cinisli, Tayyar Altıkulaç, Hasan Celal Güzel, Milli Eğitim Bakanı Tevfik İleri rahmetlinin oğlu Cahit İleri, sonra ünlü ediplerimiz,  sanatçı ve gazetecilerimiz de konuğum olacak.

NİŞANTAŞI’NDA VİRA BİSMİLLAH

İlk programı Prof.Dr. Nevzat Yalçıntaş’ın Nişantaşı’ndaki evinde çektik. Ah bu evin dili olsa da konuşsa! Duvarları yakın tarihimizin şahididir. Özellikle de 1960 sonrasından günümüze kadar ulusal ve uluslararası ilişkiler, siyasi, kültürel, sanat, yayın, örgütsel  ve bilimsel tarihimizin bilgi ve belgeleri vardır bu dünyanın muhtelif yerlerinden gelen, getirilen antika dolu salonda.

İlk çekimde Tek Rumeli Televizyonu’nun Yönetim Kurulu Başkanı Atila Baykal da vardı. Tek Rumeli’yi anlattı. TEK Tekirdağ, Edirne ve Kırklareli illerimizin adındaki ilk harflerden oluştuğu için Trakya ve Rumeli bölgesini kapsıyor.

Tek Rumeli Televizyonu’nu Smart’ta 135., Kablolu TV’de 108.’de, internette ise istenirse rahat bulunan bir kanal. Karadeniz, Marmara, Balkanların ve Doğu Avrupa’nın tümü televizyonu rahat izliyor.

Yayına geçtikten sonra gördüm ki izleyicilerimizin bir bölümü Ankara, Erzurum, Bakü, Kazan’a kadar varıyor.

Ben sordum, 21. ve 22. Dönem Milletvekili, hocaların Hocası, kısa adı EMU olan Avrupa Müslümanlar Birliği ve Rotterdam İslam Üniversitesi Şeref Başkanı Prof. Dr. Nevzat Yalçıntaş anlattı.

DEMOKRASİYE NASIL GİRDİK?

İlk konumuz oldu. İstiklal Savaşı’ndan yeni çıkmış olan yorgun Türkiye’nin etrafında kan revan devam ediyor. Krallıklar var. Faşizm, Nazizim, Komünizm almış başını gidiyor. Güya bunların tümü de sandıktan çıkıyor. Öyle ki SSCB’de bunun adı “halk demokrasisi”. Eğer inanan olursa. Neticede de deniyor ki “Liderimiz ve partimiz sandıktan çıktı?”  Diktatörler Hitler de, Mussoloni de, Stalin de öyle diyor; “Sandıktan çıktık”. Balkanlarda Tito var, uzak doğuda Sukarno ve  Suharto.

Aklıma bir anektod geldi yayında anlattım;

-Kruşcev zamanında bir parti komiseri hızla polit büroya girerek heyecanla anlatmaya başlıyor. “Efendim önümüzdeki yıl yapılacak seçim sonuçları çalınmış!”

Böyle halkın demokrasisi işte!. Gülüyoruz. Eğer bir ülkede hürriyetler varsa demokrasi olur. Üstelik bu özgürlük yazmayı, konuşmayı, teşkilatlanmayı da güvence altına almalı.

Demokrasi maceramız şöyle. Önce Tanzimat(1839), sonra Islahat (1856) Fermanı ilan edildi.

1. Meşrutiyet’te(1876) mutlak otoriteden  seçimle Meclis-i Mebusan’a geçildi. 7 dil konuşulan bir parlamentoydu burası. Osmanlı tebasını oluşturan bütün teba meclise girerek temsil edildi. 2. Abdülhamit Han bir müddet sonra bu meclisi feshetti. Çünkü yeni düzenleme ile gavura gavur, müslümana müslüman denilemiyordu!. Manastırda Osmanlı Komutan katledildi. İsyanlar başlatıldı.

FETHİ OKYAR’IN 50 SENE SONRA YAYINLANAN HATIRALARI

Peşinden 2. Meşrutiyet ilan edildi(24 Temmuz 1908).  Osmanlı ilk defa  parlamenter demokrasi, seçim, siyasi partiler, darbe, diktatörlük gibi batılı terimlerle tanıştı. Bir yandan da Balkan Savaşı ve Birinci Dünya Harbi başlamıştı. Enver Paşa’nın himayelerinde İttihat ve Terakki Partisi devreye girdi. Otoriteye başkaldırı bastırılsa da bu macera Sultan Vahdettin tarafından sonlandırıldı.

Türkiye böylece bir demokrasi tecrübesi kazanmıştı. Türkiye’de Cumhuriyet kurulunca(23 Nisan 1923) demokrasinin ayak sesleri de işitildi. Fethi Okyar Mustafa Kemal’in izni ile Serbest Fırka’yı kurdu. Kurumuş otlara kirbit çalınmış gibi Serbest Fırka büyüyünce, otorite tarafından kapatıldı.

Fethi Okyar hatıralarında bu dönemi anlatır. Vasiyet eder ve hatıraları 50 yıl sonra yayınlanır. Tercüman’da da tefrika edilir. Fethi Okyar bunun sebebini “ Rejim bağlıları  tutucular bunları anlayamaz” diye mazeret gösterir. Fethi Okyar hatıralarında Selanik’e sürgüne gönderilen 2. Abdülhamit Han ile koruması olarak birlikte gittiğini anlatarak padişahın ne kadar büyük bir devlet adamı ve uluslararası bir politikacı olduğunu daha iyi anladığına dikkat çeker.

Ben hemen hatırlatıyorum  “Son Halife Abdülmecid’in kalem-i mahsusası Şair Nigar’ın oğlu Keramet Nigar Bey ile Ortaköy’deki evinde röportaj yapmıştım (1976). Hatıralarını Topkapı Müzesine 50 yıl sonra açıklanmak üzere verdiğini anlatmıştı. Gerekçesi de “hanedanın hayatta kalanlarının can güvenliği için” demişti. Oysa aynı hatıra Londra’da deşifre bile edilmişti. Yine Sevr ve Lozan Anlaşmalarının açıklanmayan maddelerine ambargo konulan 75 yıl geçmesine rağmen hala yaprak kıpırdamıyor. Tarihi hakikatler hapis.”

BİR ZAMANLAR AVRUPA

İnönü döneminde İkinci Dünya Savaşı’na Türkiye girmedi. Savaşta SSCB 25, Almanya 8, Fransa 2 milyon insanını kaybetmişti. Çorçil’in(Çhurchill) emriyle Almanya’nın Dresden kenti bombalandı ve en fazla sivil insan burada öldü. Göçler başladı. Çorçil, Stalin ve Rozvelt(Roosevelt)  Tahran, Yalta ve Kahire Konferanslarında birlikte kararlar alıyorlardı. Stalin de hem Türkiye’den üç ilimizi istiyor, Boğazlarda hak talep ediyor, ayrıca Rumeli’ye inmek arzuluyordu. Türk nüfus Rumeli de ağırlıklıydı. Çorçil ve Rozvelt’e, Stalin ; “Bunlardan bizde 50 milyon var” diyerek  küçümsüyordu. Ancak sonunda  batıda totaliter cephe çöktü, demokrasi tarafı kazandı.

Türkiye savaşa girmedi ama askerlik süresi çok uzundu. Ekmek karne ile veriliyordu. Askerin herhangi bir savaşa karşı iyi beslenmesi gerekiyordu.  Halk çamurlu ekmek yemek zorunda kaldı. Ankara bu açıdan mazur olsa bile özgürlükleri kısmada, dini ibadetlerin yerine getirilmesinde ve değişik siyasi görüşlerin açıklanmasındaki yasaklarda ölçülü ve demokratik değildi. Ayrıca Kıbrıs  ile yeteri kadar ilgilenilmiyordu.

KUZU PARTİSİ

CHP Milletvekilleri Celal Bayar, Adnan Menderes, Refik Koraltan ve Fuat Köprülü dört imza ile takrir verdiler.  “Ne zaman demokrasiye geçilecektir?” diye sordular. Celal Bayar Plevne’den gelme bir ailenin çocuğu. Atatürk vefat ettiğinde de İsmet Paşa’yı “öldü” biliyordu. Daha sonra Başbakanlığa gelecek Doktor Refik Saydam İnönü’yü Dolmabahçe’ye hiç yaklaştırmıyor, her iki tarafın da güvenini sağlıyordu.

Türkiye’de ilk uçağı yapan, demiryollarını inşa eden, Boğaziçi’ne köprü, Keban’a baraj yapma teklifi veren  işadamı Nuri Demirağ Milli Kalkınma Partisi’nin kurdu. Verdiği kuzu çevirme ziyafetleriyle adı Kuzu Partisi’ne çıkmıştı. Böylece Demokrat Partiden önce demokratik hayatımıza demir atmıştı.

1946 seçimlerine hile karışmıştı. Recep Peker’den sonra İsmet Paşa, kendisini muhtemel bir suikastten kurtaran Dr. Refik Saydam’ı Başbakan yaptı. Sonra Şükrü Saraçoğlu görev aldı. Dini baskıların artmasının ardından toplumda daha demokratik bir yapı arzusu artınca Şemsettin Günaltay Başbakanlığa, ılımlı politikaları olan Kasım Gülek, Nihat Erim, ve Prof.Dr. Tahsin Banguoğlu değişik bakanlıklara getirildiler.  Zulmetten Nura adlı önemli bir eserin sahibi Şemsettin Günaltay, İsmet İnönü’nün de rızasını alarak İmam Hatip Okulları ve İlahiyat Fakültesi’nin temelini attı. İslamın batı medeniyetine yaptığı katkıları anlatan çalışmalarını neşretti.

Diyanet İşleri Başkanı Ahmet Hamdi Akseki’nin Askerin Din Kitabı adlı eseri yeniden okutulmaya başlandı. Oysa daha önce askeri birliklerde tabur imamları bulunuyordu. Matbuat Genel Müdürü Vedat Nedim Tör’ün  gazetelerde “dini yayın yasağı, İslam peygamberine karşı olan tavır” tamimi, Mersin Aslanköy ve Isparta Senirkent’teki halka yönetimlerin yaptığı baskı sonrasındaki facialar ancak böyle unutturabilinirdi.

“MEDENİ ÖLÇÜLERDE UZLAŞALIM!”

Gelişmeler hızlanınca Cumhurbaşkanı İsmet İnönü 12 Temmuz’da bir beyanname neşrederek, inançlara karşı uyguladığı politikasını yumuşattığını ilan etti. Öyle ki muhalefete çağrıda bulunarak “Medeni ölçülerde uzlaşalım” demek durumunda kaldı.

Böylece Genç Türkiye Cumhuriyeti’nin demokrasi macerası önemli bir kavşağa gelmiş oldu. Peki bundan sonra neler oldu? Demokrat Parti 14 Mayıs 1950 seçimini kazanarak tek başına iktidara geliyordu.