C. Yakup ŞİMŞEK

Eğitimci, redaktör

C.Yakup_Simsek@hotmail.com

Dilde Takrîr-i Sükûn

Tam 94 yıl önce dün (4 Mart 1925) TBMM’de Takrîr-i Sükûn Kaanûnu kabûl edildi. 

Birinci maddesi şuydu:

“İrticâya ve isyâna ve memleketin nizâm-ı içtimâîsini ve huzur ve sükûnunu ve emniyet ve âsâyişini ihlâle bâis bilûmum teşkîlât ve tahrîkaat ve teşvîkaat ve teşebbüsât ve neşriyâtı, Hükûmet, Reîsicumhûr'un tasdîkiyle re'sen ve idâreten men'e mêzundur. İşbu ef'âl erbâbını Hükûmet, İstiklâl Mahkemesine tevdî edebilir...”

***

Aradan daha yüz yıl geçmedi; ama bu Kaanûn metni bugünkü nesiller için İngilizce kadar yabancı..

TBMM’de o günlerde bu Kaanûn müzâkere edilirken -lehinde veyâ aleyhinde-fikir bildiren mebusların sözleri, torunlarının anlamadığı bir dil hâline ge[tiri]lmiş...

Bu Kaanûn isminde geçen “Takrîr” kelimesi 1980’li, hattâ 90’lı yıllarda, hiç olmazsa “ders verme usulleri”nden birinin adı olarak kullanılırdı.

Artık o da unutulan sözler kervanına katıldı, dilden atıldı.

Yaşı müsâit olanlar kelimeye belki âşinâdır; fakat onlar da “Takrîr-i Sükûn”daki mânâsını (yerleştirme, yerleştirilme) anlayabilmek için lügate bakmak zorundalar.

Yâni bu “takrîr” başka...

“Takrîr edemem çekdiğim âlâm-ı felekden / Zîrâ ki anın zikri de bir gûne elemdir.”beytindeki değil...  

***

Takrîr-i Sükûn Kaanûnu...

İsmi bile bugün bize tuhaf ve değişik geliyor...

Yeni rejim tarafından Türkçeye yapılan müdâhaleler de Takrîr-i Sükûn Kaanûnu gibi...

Biri milletin hürriyet ve diğer haklarını tepeledi; diğeri ise düşünce, hâfıza ve hâtırasını...

Hangisinin daha zararlı olduğuna siz karar verin: 
Binlerce kelimenin katli mi, binlerce insanın katli mi?..

***

Kâzım Karabekir Paşa, o meclis kürsüsünden Takrîr-i Sükûn Kaanûnu aleyhinde konuşuyordu: 
“Huzûr-ı âlînize getirilen Kaanûn gayr-ı vâzıh ve elâstikîdir...” 
“Bu Kaanûn’u kabûl etmek, Cumhûriyet târihi için bir şeref değildir...” 

Türk Dilinde Kemalizm (TDK) hareketinin kaanunları da net değildir, lâstiklidir. 
Onu kabûl etmek de Türkçenin târihi için bir şeref değildir... 
*** 
Takrîr-i Sükûn işinin İstiklâl Mahkemeleriyle süreceği bilinmekteydi. 
Ergün Aybars’ın tesbitleriyle “Delil ihtiyâcı ve temyîzi olmayan, vicdânî kanaatine göre karar verme yetkisi bulunan ve kararları derhâl uygulanan, tüm asker ve sivil görevlilere emir verme yetkisiyle çalışan İstiklal Mahkemeleri...” 
TDK da Türkçe sahasında hükümler verirken delil ihtiyâcı duymadı.

Dildeki yanlış, haksız ve adâletsiz icraatlarının temyîzi olmadı... 
*** 
Kâzım Karabekir Paşa, İstiklâl Mahkemelerinin artık zararlı olacağını Başvekil İsmet Paşa karşısında söyler: 
“İstiklâl Mahkemelerine gelince: İstiklâl Mahkemeleri, isminin medlûlü veçhile, istiklâl harplerimiz esnâsında yapılmış ve yapılması lâzım gelen bir mahkeme idi. Binâenaleyh bunların târihe karıştırılması da Meclis-i Âlî’niz için târihî bir şereftir. İsmet Paşa Hazretleri eğer İstiklâl Mahkemelerini ıslâhat âleti zannediyorlarsa pek ziyâde yanılıyorlar.” 
Türkçe de yüzlerce yıldır asıl sâhibinin (milletin) dilinde ve elinde nesilden nesile geldi. 
Onların irâdesi ve ifâdesiyle şekillendi. 
Fakat 1930’lardan îtibâren Türk Dilinde Kemalizm (TDK) rejiminin Öz Türkçe foyalı İstiklâl Mahkemelerine sevk edildi. 
Binlerce kelimeye îdam cezâsı verildi... 
*** 
1925’te Gümüşhâne Mebusu Zeki (Kadirbeyoğlu) İstiklâl Mahkemelerinin “Hâkimiyet-i milliyeye bir hâtime: Milletin hâkimiyetine son...” olduğunu haykırdı. 
1932’den îtibâren de Türkçede milletin hâkimiyetine son verildi. 
 
1932’den îtibâren de Türkçede milletin hâkimiyetine son verildi. 
*** 
1925’teki Takrîr-i Sükûn müzâkereleri sonunda 22 cesur mebus, bu Kaanûn’un Teşkîlât-ı Esâsiye ve amme hukuukuna aykırı olduğunu beyân edip reddini istediler.  
Tabii ki bu îtirâzın kaale alınması mümkün değildi. 
Teşkîlât-ı Esâsiye (Anayasa) ve amme hukukuna tamâmen aykırı olsa da önceden karar ve hüküm verilmişti bir kere. 
Bu 22 kişinin beş katı mebus kabul için rey verdi, nitekim...  
Meclis âzâları da kendilerini seçip oraya oturtan grubun emirlerini yerine getirmekle mükellefti. 
TDK’ya seçilenler de kendilerini oraya koyanların emirlerini yerine getirmekle... 
Bunda da aykırı sesler -meselâ Hüseyin Câhid Yalçın konuşturuldu; ama önceden karar ve hüküm verilmişti bir kere... 
*** 
Takrîr-i Sükûn’a muhâlif olanlardan Feridun Fikri Bey, atılacak olan tehlikeli adımın önüne geçilemeyeceğini biliyordu ve diyordu ki: 
“Bu hakîkat ayan iken bu yanlış yola gitmek, sizi têmin ederim ki, vicdânımın en elemli ukdelerinden birini teşkîl etmektedir. Yalnız yegâne tesellim, encümende bu hususta muhâlif kalmak gibi bir saâdet-i azîmeyi bana bahşetmesidir.” 
Türkçe için alınan vahim kararlara muhâlif olanlar da -seslerini fazla çıkaramasalar da- hiç olmazsa “bu hususta muhâlif kalmak gibi bir saâdet-i azîmeyi” hissettiler
Hüseyin Câhid Yalçın ve Yahyâ Kemal gibi...

*** 
Takrîr-i Sükûn Kaanûnu’nun ikinci maddesi şöyleydi: 
“İşbu Kaanûn, târih-i neşrinden îtibâren iki sene müddetle mer'iyülicrâdır.” 
Türkçeyi Daraltma Kaanûnu
 (TDK) ise yalnızca iki sene değil, 87 yıl mer'iyülicrâ oldu. Ne zaman kaldırılacağı meçhul... 
*** 
Takrîr-i Sükûn’un üçüncü ve son maddesi: 
“İşbu Kaanûn’un tatbîkine İcrâ Vekilleri Heyeti mêmurdur.” 
Türkçeyi Daraltma Kaanûnu
’nun tatbîkine ise bütün mektepler, resmî makamlar, üniversiteler ve devlet personeli “mêmur”dur...