Ahmet TEKİN

İlahiyatçı, yazar

Hür İradeyi Öne Çıkaran Din: İslâm

وَاِذْ اَخَذَ رَبُّكَ مِنْ بَن۪ٓي اٰدَمَ مِنْ ظُهُورِهِمْ ذُرِّيَّتَهُمْ وَاَشْهَدَهُمْ عَلٰٓى اَنْفُسِهِمْۚ اَلَسْتُ بِرَبِّكُمْۜ قَالُوا بَلٰىۚۛ شَهِدْنَاۚۛ اَنْ تَقُولُوا يَوْمَ الْقِيٰمَةِ اِنَّا كُنَّا عَنْ هٰذَا غَافِل۪ينَۙ ﴿172
Allah Teala Araf Suresi 172. ayette “Ben sizin Rabbiniz değil miyim, diye soruyor. Adem oğullarından da elbette Rabbimizsin” cevabını alıyor. İsteseydi firavunun dediği gibi “ben sizin yüce Rabbinizim” diyebilirdi. Demesine  insani planda mani olabilecek hiçbir şey yoktu. Dünya hayatının bir imtihan dönemi olması dolayısıyla Allah Teala kula olabildiğince hürriyet vermiştir. Son Peygamberiyle gönderdiği Hak dine girmeye de kimsenin zorlanmayacağını açık bir şekilde beyan buyurmuştur.

Kur’anda çokça kullanılan ihtedâ ve ittekâ kelimeleri var. Bu kelimeler iftial babında(kalıbında) kullanılmıştır. Bu kalıbın kuruluş sebebi insanların hür iradeleriyle yaptıkları fiil ve davranışları ifade içindir. Filan adam ihtida etti denildiği zaman hür iradesiyle, kendi istek ve tercihiyle hidayet yolunu, hak yolu seçti demektir. Batıl bir inançtan hak dine geçene mühtedi denir. İhtidada hakkın tercihi söz konusudur.
Takva, ittika, müttekî  kelimelerinde de hür iradeyle takva esaslarını, Kur’an esaslarını seçerek korunma söz konusudur. Muhammed Suresi 17. ayette “takva esaslarının sorumluluğunu hak yolu tercih edenlere verdi”  buyurulmaktadır. İttekâ denildiği zaman kendi hür iradesiyle takva esaslarını benimseyerek Allah’ın azabından korundu denilmek isteniyor. Bu kelime ve türevleri Kur’anda 274 yerde kullanılmaktadır.  Kesinlikle  korkma, çekinme sakınma manasına değildir. Kur’an-ı Kerim’de  korkmanın çeşitleriyle ilgili 140 a yakın yerde 8 ayrı kelime kullanılmaktadır. Takva ile ilgili kelimeleri de korku manasına alırsanız korku ile ilgili 414 kelime eder. Kur’an korku kitabı olmuş olur. Halbuki  Kur’an korunma kitabıdır. Çükü itteka vekâ dan türemiştir. Beş harfli kalıpta kullanıldığı zaman hür iradesiyle, kendi isteği ile Kur’an esaslarını benimseyerek korunma manasındadır.  Burada korunan öznenin kendisidir. Başkası tarafında korunma söz konusu değildir.   Meşhur Kur’an lügatçısı Ragıbı Isfahani döneminde iki lügat alimi, korunma korkmayı gerektirir, korkma da korunmayı gerektirir. Biz  korunmaya korkma diyebiliriz demişler. Bu, lügatlara da geçmiş. Ancak korkmaya korunmayı yazamamışlar.  Kendileri de bunun farkına varmışlar. Fakat ittekanın karşısına hafe yazıldığından onu değiştirmemişler. Ayrıca Kur’an da kullanılan kelimelerle ilgili  müfessirlerin ittifak ettikleri bir anlayışları var.  Eğer bir manada bir kelime kullanılmışsa, farklı bir kelimeyi  aynı manada kullanamazsınız diyorlar. Korkmanın değişik şekilleri 8 ayrı kelimeyle Kur’an da ifade ediliyor. Hâvf: endişe ederek korkmak; haşyet: saygı duyarak kokmak; rahbet: dehşete düşerek korkmak; irhâb: dehşete düşürerek korkutmak; feza’: titreyerek korkmak ; hazer: çekinmek; içtinab : kaçınmak; işfak: korkarak ihtiyatlı davranmak,  reca: korkmak, ümit etmek. Korkuyla ilgili bu kadar kelime varken takva türevlerini de bunların manasında kullanmanın hiç mi hiç gereği yoktur.
Burada bir noktaya daha dikkat çekmek istiyorum. Kur’anda iktisab ve irtifak kelimeri de kullanılıyor iftial kalıbından. Âmenarrasulü de “ leha ma kesebet ve aleyha mektesebet” cümlesi kullanılıyor. İnsanın lehine olan kazançları kesebe ile ifade edilirken, aleyhine olan, sorumlu oluğu veballeri, günahları iktesebe ile ifade ediliyor. Hür iradenizle kazanmadığınız fiillerinizden sorumlu değilsiniz demek isteniyor bu cümleyle.
Bir misal daha verirsek daha iyi anlaşılacak. Kehf Suresinin 29 ve 31. ayetlerinde, ayet sonları sâet mürtefekâ-orası insanların hür iradeleriyle tercih ettikleri ne kötü bir dost meclisi ve hasünet mürtefekâ-insanların hür iradeleriyle tercih ettikleri ne güzel bir dost meclisi ile bitiyor. Öbür alemdeki kötü meclisi de, güzel meclisi de kendi irademizle seçmiş oluyoruz.
2/2 Geçmiş kutsal kitaplarda, Muhammed’e vahyedileceği müjdelenen, bütün insanların iman etmekle, uygulamakla yükümlü olduğu, yürürlükteki tek ve son ilâhî kitap yalnızca bu mükemmel, kutsal kitaptır, Kur’an’dır. Allah katından indirildiğinde, kaynağında, vahyinde ve içindeki bilgilerde; geçmiş kitaplarda müjdelenen, bütün insanları muhatap alan, yürürlükteki tek ve son kitap olduğunda, şüphe ve tereddüt yoktur.
Allah'a sığınıp, emirlerine yapışarak, günahlardan arınıp, azaptan korunanlar, kulluk ve sorumluluk şuuruyla, haklarına ve özgürlüklerine sahip çıkarak şahsiyetli davranan, dinî ve sosyal görevlerinin bilincinde olan, Kur’an esaslarını benimseyerek korunan mü’minler için, hidayet kaynağı-hidayet rehberidir.
2/256 Din ve vicdan hürriyeti, baskıyla, zorbalıkla tahdit edilemez. Kimse baskıyla, tehditle İslâm dinine girmeye zorlanamaz. Hak, doğru, huzurlu ve aydınlık yol, sonu pişmanlıkla biten, haince düşünceler içeren, helake maruz sapık yollardan ayırt edilerek iyice açıklanmıştır.
Her kim, putlaştırılmış, zalim, azgın diktatörlerle, idarelerle şeytanî güçlerle, tağut ile ilişiğini keser, geçmişin kirlerinden arınarak Allah'a, Allah’a imanın gerektirdiği esaslara iman ederse, sağlam, kopması mümkün olmayan bir kulpa, İslâm'a yapışmış, hukukun üstün, hakkın ve adaletin belirleyici güç  olduğu en güvenli bir topluma, İslâm toplumuna katılmış olur. Allah her şeyi işitir, her şeyi bilir.
2/286 Allah herkesi, ancak gücünün yettiği ölçüde mükellef kılar.
Herkesin, işlediği sâlih ameller, yaptığı hayırlar, kazandığı sevaplar lehine değerlendirilecektir. Hür iradesiyle bilerek işlediği günahlar, yaptığı kötülükler de aleyhine değerlendirilecektir.
"- Ey Rabbimiz, unutursak veya istemeden, bilmeden hata edersek bizi sorumlu tutma, cezalandırma. Ey Rabbimiz, bize, bizden öncekileri sorumlu tuttuğun ağır ve katı hükümlere benzer, riayeti güç sınırlamalar, altından kalkılmaz ağır mükellefiyetler yükleme. Ey Rabbimiz bize gücümüzün yetmediği şeyleri de yükleme. Bizi sorgusuz sualsiz affet, bizi koruma kalkanına al, bağışla, bize merhamet et. Sen bizim mevlâmızsın, emrinde olduğumuz otoritesin, koruyucumuzsun. Kulluk sözleşmesindeki ortak taahhüdünü, Allah’a iman, kulluk ve sorumluluk bilincini şuur altına iterek örtbas edip inkârda ısrar eden kâfir kavimlere, nankör toplumlara karşı bize yardım et."
7/172 Rabbinin, gelecek nesillerinin dinî, ahlâkî ve insanî eğitimi ile ilgili, sorumluluklarını da sırtlarına yükleyerek  Âdemoğulları’ndan, kendisini tanıma, iman, kulluk, ibadet ve mükellefiyet taahhüdü aldığını ve onları kendilerine, birbirlerine şahit göstererek:
"- Ben sizin Rabbiniz değil miyim?" dediğinde:
"- Elbette Rabbimizsin, seni Rab tanıdığımıza, iman ettiğimize, sözleşmemizdeki ortak taahhüdümüze, Allah’a iman, kulluk, ibadet ve sorumluluk bilincimize biz de şâhidiz" dediklerini  insanlara hatırlat. Bunlar kıyamet günü:
"- Biz bundan habersizdik" diyerek itiraz edememeniz içindir.
17/13 Her insanın, uğurlu ve uğursuz saydıklarının, işledikleri hayır ve şerden paylarının sorumluluklarını, rızıklarını kazanma mükellefiyetlerini, kendi iradî tercihleri sebebiyle boyunlarına yükledik. Kıyamet günü, karşılaşacakları amel defterlerini açılmış halde önlerine çıkarırız.
17/14 “- Kitabını, amel defterini oku. Bugün hesap gören olarak sana nefsin yeter.”
17/15 Kim hür iradesiyle hidayeti tercih eder, İslâm’da sebat ederse, sadece kendi iyiliği, kurtuluşu için hak yola girmiş, İslâmî hayatı yaşamış olur. Kim de başına buyruk hareket ederek hak yoldan uzaklaşır, dalâleti, bozuk düzeni, helâki tercih ederse, yalnızca kendi felâketini hazırlamış, kendisi zarara, ziyana uğramış olur. Hiçbir günahkâr, günah yüklü, suçlu bir kişi, başkasının günahının suçunun cezasını çekmez. Biz, tebliğ ile görevli, özgürce sorumluluklarını yerine getirmek üzere bir Rasul göndermedikçe kimseye azap edecek değiliz.
18/29 “- Toplumda hakça bir düzen gerçekleştirecek olan hak kitap, Kur’an Rabbiniz tarafından gelmiştir. Allah'ın sünnetine, düzeninin yasalarına uygun iradesinin tecellisi içinde, kendi iradesi ve tercihini isabetli kullanan İslâm’a ve Kur’ân’a iman etsin. Allah'ın sünnetine, düzeninin yasalarına uygun iradesinin tecellisi  içinde, kendi iradesi ve tercihini isabetli kullandığını zanneden de bu hak dini inkâr etsin.” de. Biz inkâr ile isyan ile Kur’ân’ı hafife alan zâlimlere, duvarları, alevi, dumanı kendilerini saracak bir ateş hazırladık. Feryat edip yardım isteyecek olsalar, erimiş maden gibi yüzleri haşlayan bir su ile imdatlarına yetişilir. O ne kötü bir meşrubat ve orası insanların hür iradeleriyle tercih ettikleri ne kötü bir dost meclisi.
18/31 İşte onlar için altlarından ırmaklar akan Adn cennetlerinin konakları vardır. Onlar orada, altın bileziklerle süslenecekler, ince ve kalın ipekten yeşil elbiseler giyecekler, koltuklar üzerinde kurulup oturacaklar, yaslanacaklar. Bu ne güzel mükâfat, ne güzel karşılık, insanların hür iradeleriyle tercih ettikleri ne güzel bir dost meclisi.”
Müslümanların uyanışına vesile olması duasıyla.