Oğuz ÇETİNOĞLU

Ekonomist, Araştırmacı-Yazar

ocetinoglu1@gmail.com

Büyük Şâirimiz Bâkî

Divan edebiyatımızın en büyük şâirlerinden Bâkî  07 Nisan 1600 târihinde İstanbul’da vefat etti. Doğumu: İstanbul, 1526.

Asıl adı: Mahmud AbdülBâkî idi.  Fâtih Camii müezzinlerinden Mehmet Efendi’nin oğludur. İlim ve sanat hasreti ile döneminin en büyük hocalarından dersler aldı. Öğrendikleri ve yazdıkları ile genç yaşta servet ve şöhret sâhibi oldu. Kanunî Sultan Süleyman Han’ın himâyesine mazhar olmuştu. Ömrü boyunca  ilim, makam ve şöhretin en üst basamaklarında bulundu. Kitaplarını el yazması olarak hazırlayıp satanlar bile zengin oldular. Başlıca ve büyük eseri: Bâkî Divanı’ dır.  Fezâil-i Mekke, Fezâil-i Cihâd, Me’âlim-ül Yâkîn, Terceme-i Hadis-i Erbâin adlı, Arapçadan tercüme edilmiş eserleri vardır.

Osmanlı-Türk şiirinin en büyük  üç ustasından biri olan  Bâkî, aynı zamanda büyük bir devlet adamıdır. Kanuni  Sultan Süleyman Han  devrinde şair olarak parlamış ve ilmiye sınıfından olduğu için, muhtelif  kadılıklara tâyin edilmiştir. Haleb ve Haremeyn (Mekke  ve Medine) kadılıklarından sonra iki  kere de İstanbul Efendisi (Kadısı) olmuştur. Dört pâdişah devrini yaşayan ve şiirleriyle yaşatan AbdülBâkî Efendi, iki kere Anadolu kadı askeri, üç defa da Rumeli kadı askerliğine yükselmiştir. İlmiyye'nin son mertebesi olan Şeyhülislamlığa tâyini, büyük Allâme Hoca Saadeddin Efendiyle aynı asırda yaşaması yüzünden, mümkün olamamıştır.

Türk Edebiyatının ve Divan şiirinin en parlak yıldızlarından Rumeli Kadıaskeri AbdülBâkî, 1600 yılının temiz bir ilkbahar gününde, sevdiklerine kavuştu... Türk şiirinin Sultanı, sevdiği ve methettiği Sultan Süleymanlara Selimlere vâsıl oldu.

Cenâze namazını, bütün Der saadet sâkinleriyle birlikte kılan Şeyhülislam Sunullah Efendi,  cenâze töreninde yaptığı konuşmada, şu beyiti okuyarak  sözlerini bitirdi:

''... Kadrini, seng'i musallâ'da bilüb ey Bâkî,  /  Durub, el bağlıyalar karşına yâran, saf-saf...”

*   *   *

Bâkî Osmanlı medeniyetinin bütün dünyayı ihtişam güneşiyle aydınlattığı on altıncı asırda yükselen Dâvudî bir sestir. Öyle bir ses ki, aradan dört asır geçmesine rağmen âhenginden ve gürlüğünden hiçbir şey kaybetmeden günümüze kadar ulaşmıştır. O bu kubbede hoş şada bırakarak ebediyete göçmüş büyüklerimizdendir.

Bâkî, hayatı boyunca gösterdiği gayretlerle gelecek nesillere örnek olmuştur.

Fakir bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelen Bâkî, fakirliğin çalışmaya ve yükselmeye mâni bir hâl olmadığını hayatıyla ispat etmiştir. Babası Fatih Camii müezzinlerinden Mehmed Efendi’dir. Babası küçük Mahmud Abdülbâkî'yi ailedeki geçim sıkıntısı yüzünden saraç çıraklığına vermiştir. Fakat geleceğin Bâkî'si ilim tahsili aşkını bir türlü kalbinden söküp atamamıştır. Bir müddet ailesinden gizli olarak Fatih medresesine devam etmiş ve hocalarının güzide talebesi olma başarısını göstermiştir. Daha sonra mesele anlaşılınca ailesi okumasına izin vermiş, Abdülbâkî de yeni bir şevkle tahsiline devam etmiştir.

Kanunî Sultan Süleyman Han'ın özel iltifatını da gören Bâkî, Padişahla sık sık sohbet etme imkânını da bulmuş ve "Muhibbi" mahlasıyla şiirler yazan padişahın gazel ve kasidelerine nazireler yazmıştır.

Henüz hayattayken "Sultanüş'şuâra" sıfatına lâyık görülen Bâkî,  Sultan İkinci Selim Han  ve Sultan Üçüncü Murad  Han  devirlerinde de büyük alâka görmüş ilim ve sanat adamıdır.

Kanûnî Sultan Süleyman Han’ı, on üçüncü ve sonuncu sefer-i hümayunu olan  Zigetvar seferine:

                           Duâmız oldur ey Bâkî, hatâdan saklasın Bârî

                           Hüdâvend-i cihan Sultan-ı âdil Şah-ı Süleymân’ı.

Diyerek uğurlamıştı. Bâkî’nin şiirlerinde; Akdeniz’i bir Türk gölü hâline getiren, vatan topraklarını Süleymâniye Camii gibi muhteşem anıtlarla süsleyen  pâdişahın bahtiyar halkının gür sesi vardır.

 Kanûnî’nin Zigetvar seferde ölümü üzerine, şu mersiyeyi yazmıştır:

                            Gün doğdu. Şâh-ı âlem uyanmaz mı hâbdan

                            Kılmaz mı cilve hayme-i gerdûn tınâbdan ?

                            Yollarda kaldı gözlerimiz gelmedi haber

                            Şemşiîr gibi rûy-i zemine taraf taraf.

Bâkî, sadece on altınca asrın değil bütün asırların mümtaz sanatkârları arasında yer almıştır. Geniş bir ilmî ve ebedî kültüre sahip olan Bâkî,  ince bir zevkle, hassasiyetle seçtiği kelimelerle nazmı mücevher gibi işlemiş ve nazım diline yeni bir ahenk, yeni bir akıcılık getirmiş, nazım tekniğini mükemmelleştirmiştir. Kusursuz bir şekil güzelliği taşıyan şiirleri aynı zamanda kulakta hoş tesirler bırakan cazip musikisiyle de edebiyatımızda ayrı bir yer tutmaktadır. Çok yazmaktan ziyade "iyi" yazmaya dikkat etmiş, sanata saygı göstererek söylediğini mükemmel söylemek istemiştir.

Büyük Sultan Kanunî, “Dönemimde, Bâkî gibi bir insanın yetişmiş olmasından iftihar ederim.”  Demiştir.