Oğuz ÇETİNOĞLU

Ekonomist, Araştırmacı-Yazar

ocetinoglu1@gmail.com

Rüşvet ve Yolsuzluk

Rüşvet; ‘Bir görevlinin, görev ve yetkilerini kötüye kullanarak kendisine veya yakınlarına çıkar sağlaması  olarak târif edilebilir. Burada sözü edilen çıkar, para veya para ile ölçülebilir değerler olabileceği gibi, seyahat ve diğer zevklerin tatmini de olabilir. Çıkarlar, kanunun yapılmasını emrettiği işi yapmamak veya yapılmaması gereken işi yapmak suretiyle sağlanıyor.

Yolsuzluk ise; ‘Devleti zarara uğratan her türlü uygulamalar  olarak biliniyor. Yetkileri kullanmamak veya kötüye kullanmak, ihmal etmek suretiyle devletin uğradığı zararlar, yolsuzluk kapsamındadır.

Yolsuzluk ve rüşvet arasında yakın ilişki vardır. Her rüşvet olayında yolsuzluk vardır. Fakat her yolsuzlukta rüşvet olmayabilir.

Türk Ceza Kanunu; rüşveti, yolsuzluğu  ve yetkileri kötüye kullanmayı, görev ihmalini ‘devlet aleyhine işlenen suçlar’ olarak kabul eder. Kanunda, rüşvet alma ve verme suçları ayrı ayrı düzenlenmiştir.

Rüşvet ve yolsuzluk olaylarının çoğalarak devam etmesi, toplumun geleceği açısından endişe vericidir. Endişeleri artıran başka olaylar da yaşıyoruz. Bunlar, rüşvet ve yolsuzluklarla ilgili sorumsuz yazı, beyanat ve yorumlardır. Bunları dört grupta toplamak mümkündür:

1-Yolsuzlukların ve rüşvetin üzerine gidilecektir. Kökü kurutulacaktır. Faillerin elleri kırılacaktır.
2-Rüşvet ve yolsuzluk bizim içimize işlemiştir. Söküp atılamaz!                                                                         
3-Ben bunları yıllardan beri söylüyorum, dinleyen yok.                                                                                        
4-Şurada, şu kadar yolsuzluk yapıldı. Devlet (veya halk)  soyuluyor.

Dikkat edilirse; rüşvet konusunda yukarıda belirtilenlerden farklı bir şeyler söylenmiyor. Bir de halkın söyledikleri – konuştukları var.  Onları da söyle özetlemek mümkündür: “Rüşvet ve yolsuzluk olaylarının üzerine gidilmiyor. Tencere dibin kara, seninki benimkinden kara meselesi...”  

Bu söylemlerin hepsi ağır tahribata yol açıyor. Tahribatın sonuçları şöyle açıklanabilir:                                      
1-İtimatsızlık ortamı oluşuyor. Mükellefler, ödemeleri gerektiği kadar vergi vermiyorlar.                                     
2- Rüşvet ve yolsuzluk olayları ispat edilip failleri cezalandırılmıyor. Bu durumda:                                                               
2.1- Rüşvet, alan kişinin yanına kâr kalıyor.                                                                                                                                     
2.2-İddialar mesnetsiz ise, temiz insanlar lekeleniyor. Başka bir iftiraya mâruz kalmamak için memurlar aşırı titiz davranıyorlar, devlet çarkı işlemiyor veya çok ağır dönüyor.       
2.3- Herkes alıyor, ben niye almayayım?  Düşüncesi yaygınlaşıyor. Gizli teşvik ortamı oluşuyor.

ÇARESİZ MİYİZ?  HAYIR !

Rüşvet ve yolsuzluk, tedâvisi olmayan bulaşıcı bir hastalık mı? Bulaşıcı olduğu kesin. Tedâvisi olmadığı iddiaları ise geçersiz. Hastalık ve sebep olduğu kayıplar en aza indirilebilir. Hatta tamamen önlenebilir de. Her şeyden önce şu hususu vurgulamakta yarar var. Hukukî, idarî ve malî hiçbir düzenleme yapılmasa bile rüşvet, yolsuzluk ve suiistimaller önlenebilir. Bu kanaati pekiştiren pek çok olay, konu ile ilgilenenlerce bilinmektedir. En çarpıcı örneği, 2002 yılının ilk ayında yaşandı. Hakkında çok sayıda ve kabarık yolsuzluk dosyaları bulunan bir üst düzey bürokrat için, dürüstlüğü herkesçe bilinen bir sayın bakan tarafından muhakeme izni verilmedi.

Temiz toplum oluşturmak için biri yekdiğerini tamamlayacak iki yol vardır: Hukuk ve eğitim. Önce hukuk yoluna bakalım: Adam, sıradan bir vatandaş iken; yaşayışı, mal varlığı ve giyimi ile dikkat çekmiyor. İmkânları bol bir mevkie; seçim veya tâyinle geldikten sonra, birden bire her şeyi değişiyor.  Pahalı giyim kuşam, lüks aksesuarlar,  gösterişli otomobiller, aşırı işret ve eğlence hayatı... Adam, bağıra bağıra ne mal olduğunu ilân ediyor.  Mahkemeye sevk edildiğinde, delil yetersizliğinden tâkipsizlik kararı alabiliyor.  Burada,  iyi niyetle hazırlanmış bir ‘Nereden Buldun kanunu’na ihtiyaç var.  Kim ne derse desin, hukuk sistemimizde, bu amaçla hazırlanmış bir kanun yoktur. Bu yönde bir çalışma da yoktur.

Delillerin yetersiz olduğu noktada, özel jürilerden yararlanılabilir. Hukuk düzenimiz, jüri sistemine kapalıdır.

Yolsuzluklarla birlikte, yolsuzluk söylentilerini de en aza indirecek düzenlemelere ihtiyaç vardır. Bir çirkinliğin sık sık yazılması, haber yapılması... olayın gerçek olması kadar tehlikelidir. Eskiler, “Şüyuu vukuundan beter.”  Derlerdi.  Yapılacak bir düzenleme ile yolsuzlukla suçlanan şahıs, iddia sahibini ispata dâvet eder. İspat edilirse suçlanan, edilemez ise suçlayan mahkûm olur.  Özetle; bildiği, gördüğü yolsuzluğu ispat edebilecek olan yazmalı, diğerleri susmalı.

Türkiye’mizde denetim sistemi dağınıktır. Etkin ve caydırıcı değildir. Denetim birimlerinin tamamı bir çatı altında toplanması ve  bağımsız  (fakat gerçek mânâ  bağımsız) bir hüviyete kavuşturulması elzemdir. Böyle bir kurum, caydırıcı olabilir. Memurin Muhakemat Kanunu ile milletvekili dokunulmazlığının, kötüye kullanılmaları önleyici tarzda sınırlandırılarak yeniden düzenlemesi şarttır. 

Bütün dünya ülkelerinde siyaset ‘çok şey’dir.  Bizde ise ‘her şey’dir. Siyâseti, normal tabanına oturtacak yeni bir  Siyasî Partiler Kanunu ile  Seçim Kanunu, yalnız yolsuzluk ve rüşvetin değil, başka rahatsızlıklarımızın da ilacıdır.

Rüşvet ve yolsuzluğun eğitimle önlenmesi zaman alır. Fakat en emin yoldur. Rüşvet – hırsızlık ilişkisinin şuurlara yerleştirilmesi, haram – helâl kavramlarının belletilmesi, perhizkâr ve hak ettikleri ile yetinen insanlar yetiştirilmesi hiç de zor değildir. Hedef; millî ve mânevî değerlerimize  perçinli bir nesil yetiştirmek olmalı. Böyleler, milletimiz içerisinde vardır. Sayıları hiç de az değildir. Ne yazık ki siyâsî sistem, onların önünde aşılmaz engeller gibi durmaktadır.