Oğuz ÇETİNOĞLU

Ekonomist, Araştırmacı-Yazar

ocetinoglu1@gmail.com

Türk Tarihinin 40.000 Yıl Önce Başladığını İddia Eden Bir Muhterem Zata Cevabım

 

Öncelikle; yazılarını gıpta ederek okuduğum, lütfettiği bilgilerden çok yararlandığım, benden daha engin ve derin kültüre sâhip olduğuna inandığım zat-ı âlinizin, yazıma gösterdiği ilgi ve açıklama göndermek suretiyle esirgemediği zahmetten fevkalade mütehassis olduğumu belirtmek isterim.

Yakudistan’a gitme imkânın olmadı. Ancak, ne vesile ile orada bulunduklarını hatırlamadığım, Yakut Türklerinden kalabalıkça bir grup ile Mohaçkala’da görüştüm. Görüştüğüm kişilerin selamı ile 3 kişilik bir grup da İstanbul’da ziyâretime geldi. Yakut Türkleri ile ilgili bilgilerim; bu temaslarım sonucunda ve (şâyet var ise, sizin yazdıklarınız dışında) okuduğum makalelerden oluşmuştur. Yanılıyor olabilirim. Fakat daha inandırıcı bilgilere ulaşıncaya kadar, Yakut Türkleri hakkındaki fikirlerim, aynı kalıp içerisinde kalacaktır.

Muhtemelen meşgul ve yorgun bir zaman diliminde kaleme aldığınız cevabî yazınızın, intibalarımın ve edinebildiğim bilgilerin tortusu olan fikirlerimi değiştirmeye yardımcı olamadığını üzülerek belirtirsem, beni bağışlayınız. Daha doğruya, daha güzele dâima açık bir insandaki bu sâbitliğin bir sebebi olmalı.

Dünyanın neresinde  bir Türk varsa Müslüman olsun-olmasın kardeşimdir. Yakutların Türk olduğundan da asla şüphem yoktur. Yakut Türklerinin; tıpkı Bulgar Türkleri gibi, tıpkı Macar Türkleri gibi, Türk kültüründen tamâmen uzaklaştıkları gerçeği, benim olduğu kadar sizin de yürek tellerinizi titretiyordur. 

İnsan düştüğünün farkında değilse, kalkmaya teşebbüs edemez. Yakut Türklerinin Slavlaştığını, Slav kültürünü benimsediklerini kabul etmezsek, onları kazanma, Türklüklerine dönme imkânını  bulamayız.

Altay Türkleri ile bir araya geldiğimde, onların konuşmalarını anlayamadım. Fakat onlar benim konuştuklarımı anladıklarını ifâde ettiler. Memnun oldum. Aynı memnuniyeti Yakut Türkleriyle yaşayamadım. Bu durum onların değil bizim ayıbımızdır. 

Yakutça’nın en eski ve katıksız Türk dili olduğunu söylüyorsunuz. Yakut Türkleriyle bir araya geldiğimde, size ulaşabilseydim, tercümanlığınızdan yararlanmak şüphesiz kazançlı olurdu. Gelenek, görenek, halk kültürü konusundaki ortak yanlarımızı bulmama da şüpheniz katkılarınız olurdu. İş işten geçmiş değildir. Bu tür katkılarınızdan yararlanabilirsem, minnettar kalırım.

Yakutların dünya ile temasının çok az olduğunu söylüyorsunuz. Doğrudur. ‘Hiç yoktur’ da denilebilir. Rusya’nın ve Rusların Yakutlardan ayrı bir dünya olmadığını da belirtmek gerekir.  Kabul edilmesi gereken bir sosyolojik olaydır: Dünya ile temâsı olmayan topluluklar, kendilerinden güçlü olan, yönetici konumunda bulunan insanların kültürlerinden etkilenirler. Zaman içerisinde benzerlikler aynılaşmaya dönüşür. Yakudistan’da yaşanan budur.

Azerbaycan’da, Özbekistan’da ve Kırım’da bile, Rus kültürünün izleri hemen görülürken, Yakutların Rus kültüründen etkilenmediklerini, hatta aynılaşmadıklarını söylemek ne kadar gerçekçidir?

Okumakla şeref duyduğum yazınız, sizinle doğrudan ilgisi olmamakla birlikte;  bende iki ayrı çağrışıma yol açtı:

Târihçi değilim. ‘Amatör târihçi’ veya ‘iyi bir târih okuyucusu-meraklısı’ sıfatlarının da uzağındayım. İnandığım târihçilerden edindiğim bilgilerle yetinmek mecburiyetindeyim. Bir de çok kısır olsa bile gözlemlerimden…

Târihçilik dışındaki mesleklerden gelen meraklı bazı kimseler Türk târihinin başlangıcını kendilerine göre belirliyorlar. Böylece on binlerce yıl evvele dayanan târih başlangıçları ileri sürüyorlar. Bir Türk olarak bu bilgilerin doğru olmasından, gurur ve saadetin dışında bir duyguya ulaşmak asla söz konusu olamaz.

Türk târihinin bu kadar eskiye dayanmasından gurur duyan iyi niyetli kimseler de bu görüşleri benimsiyorlar. Benimsedikleri görüşleri çevrelerine ve dünyaya kabul ettirmeye çalışıyorlar.

Ancak, uzman Türk târihçileri bu gibi yaklaşımları ciddiye almıyorlar. Dünya târihçileri arasında ise ileri sürülen iddiaların lâfı bile edilmiyor. Târih öncesi dönemlere ait bilgi birikimimiz kesin hükümler vermek için yeterli değil. Öyle olunca yorumlamaya başvuruluyor. Az malzemeyle geniş yorumlar yapılınca da mesele târih konusu olmaktan çıkıyor, faraziyeye ve hattâ fanteziye kadar gidiyor. Türk târihi hakkında en az iki yüz yıldan beri yapılan araştırmalar, incelemeler, geniş çaplı gayretler sâyesinde varılan sonuçlar bir çırpıda ret ve inkâr ediliveriyor. Önemli olayların târihleri yüzlerce yıl geriye kaydırılıyor. Birbirinden uzak çeşitli bölgelerde kullanılmış runik yazılar tek bir yazı tipine irca edilerek hiyeroglifin bile Türklerin eseri olduğu gibi garip iddialar ortaya atılıyor. Böyle olunca da tabiatıyla işin ciddiyeti ortadan kalkıyor.

Ciddiyetine inanılmayan bilgilerin doğruluğuna nasıl inanılabilir ki?

İkinci husus; Türk kültürünü İslamiyet’ten soyutlama gayretleridir.

Türk kültürü, elbette İslamiyet’ten önce de vardı. Kültürün statik değil, dinamik bir yapıya sâhip olduğunu göz önünde bulundurursak, kadim Türk kültürünün aslî motiflerini koruyarak İslamiyet’ten etkilendiğini ve yeniden şekillendiğini kabul etmemiz gerekir.  İfâde buyurduğunuz gibi İslam kültürünün kökeninde de Ön-Türk kültürü vardır. O halde, sözünü ettiğim etkilenmeden rahatsızlık duymaya gerek yoktur.

Kültürümüzün kökeninde İslam bulunduğu gerçeğini kabul etmek istemeyenleri; önyargılarıyla baş başa bırakmak da, Türk-İslam kültürünü özümsemiş insanların tercihi olarak hoşgörü ile karşılanır. 

Târihimizi ve öz kültürümüzü inkâr etmemizi isteyenlerle mücâdele etmeyi müşterek çalışma zemini kabul edebilirsek… sanırım daha doğru hareket edilmiş olur. Birbirimizi sıfırlamaya çalışırsak, sonuçta bizden olmayanlar kârlı çıkarlar. 

Yüksek müsaadelerinizle son bir hususa temas etmek isterim: Dil, kültürümüzün aslî unsurudur. Dilimizi koruyamayanların, kültürümüzü koruma konusundaki samimiyetleri tartışmalı olur. Kültürümüzün savunucuları, düzgün ifâdelerle yazmak mecburiyetini hissetmelidirler. Yazım kurallarına uyma imkânı bulamayanların,  yazmaya teşebbüs etmemeleri arzu edilir.  

Meşgul ve yorgun olmadığınız zamanlardaki titiz ilgilerinizin devamı dileğiyle saygılar sunarım efendim.

Not: 90’a yaklaşan yaşı sebebiyle kendisini üzmek istemediğim için ismini açıklamayı doğru bulmadığım muhterem zatın, e-posta olarak şahsıma gönderdiği mektuba cevaptır. Mektubumun kendisine ulaştığını, cevap vermeye değer bulmadığını kendisiyle görüşen bir dostumdan öğrendim.