Oğuz ÇETİNOĞLU

Ekonomist, Araştırmacı-Yazar

ocetinoglu1@gmail.com

Ahıskalı Türkler

Kıpçak Türklerinin önemli bir kolu olan Ahıskalı Türkler, günümüzde Gürcistan sınırları içerisinde bulunan ata yurduna M. Ö. 4. yüzyılda gelip yerleştiler. 1268 yılında İlhanlı Devleti’nin hakanı Abaka Han’ın desteğini alarak Atabeylik şeklinde bağımsız bir devlet kurdular. Osmanlı Türkleriyle iyi ilişkiler içerisinde bulundular. Tarih boyunca Türklerin hep yanında yer aldılar. Savaşlarda silâh arkadaşı, barışta can dostu oldular. Yavuz Selim Han’ın doğu seferlerinde yanında oldular.

Ahıska Atabeyliği 308 yıl hüküm sürdükten sonra, 1578 yılında, savaşsız olarak Osmanlı hâkimiyetine girdi. Ahıskalıların İslâmiyet’le gönüllü olarak şereflenmeleri de bu yıllardadır. Ahıskalılar 250 yıl boyunca Osmanlı Devleti’nin yönetiminde en huzurlu ve en güvenli ortamda, mutlu bir hayat yaşadılar.

1500’lü yıllarda Altın Orda Devleti’nin yıkılmasından sonra Ruslar Kafkaslara inmeye başladılar. Rusların Kafkaslardaki ilerlemeleri 300 yıl sürdü. 1800’lü yıllarda saldırılarını hızlandırdılar. Ahıska topraklarına ilk saldırı 1807 yılında oldu. 21 yıl boyunca Ahıskalılar ata yurtlarını, erkeği-kadını, çocuk yaşta olanlarla geçkinler, tek vücut hâlinde kahramanca korudular.

28 Ağustos 1828’de Ahıska, Rusların eline geçti. O tarihten 15 Kasım 1944 tarihine kadar 116 yıl Rus zulmünde yaşadılar. Bu yıllarda bir kısım Ahıskalılar, Osmanlı topraklarına göç ettiler.

15 Kasım 1944’te Sovyetler Birliği’nin Gürcü asıllı kanlı kızıl diktatörü Stalin, bölgede kalan son Ahıskalıları topyekûn sürgüne gönderdi.

Sürgündeki Ahıska Türkleri; 15 ayrı devletin 265 farklı şehrinde, 4.264 adet değişik yerleşim biriminde hayatta kalma mücâdelesi veriyorlar. Yayın organlarında yer alan gayrı resmî bilgilere göre; Rusya Federasyonu’nun 28 ayrı yerleşim biriminde 70.000; Kazakistan’da 145.000, Azerbaycan’da 80.000, Kırgızistan’da 57.000, Özbekistan’da 30.000, Ukrayna’da 18.000, ABD’de 12.000 olmak üzere yaklaşık 450.000 Ahıskalı Türk, bulundukları yerlerde azınlık konumunda yaşamaktadır.

Stalin’in sürgüne gönderdiği diğer Müslüman Türklerle Çerkezler, Abazalar, Çeçenler… gibi akraba toplulukların hepsi, ata yurtlarına dönme hakkına kavuştular. Yalnızca Ahıska Türklerinden bu hak esirgendi. Gürcistan’a dönebilen çok az sayıda Ahıskalı, ata yurtlarında, Rus zulmünü andıran baskılar altında hayatta kalma mücâdelesi veriyor.

Gürcü yöneticiler, Ahıskalılardan, Türk ismini bırakmalarını, Gürcülere mahsus isimleri kullanmalarını hatta açıktan söylenmese de Hıristiyan olmalarını istemektedir.

Asırlardır Türk ve Müslüman kimlikleriyle yaşayan Ahıskalı kardeşlerimizin, millî ve mânevî değerlerine bağlılıkları, pek çok insanı gıpta ettirecek derecede kuvvetlidir. Baskılara boyun eğmeleri, kendi değerlerinden vazgeçmeleri mümkün değil.

Hâlis Türk

Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra Türk yurtlarını gezip Türklerle tanışma imkânı bulanlar, Türk olmadığını, Azerî, Özbek, Tatar, Kırgız, Kazak vs. olarak isimlendirilen milletlerden (?!) birine mensup olduğunu iddia eden Türk’lerle karşılaşabilirler. Bunun iki istisnası vardır: Ahıskalı Türkler ve Gagauz (Gökoğuz) Türkleri…

Ahıskalıların Müslümanlıklarını hamd ile Türklüklerini gururla söylerler. O kadar ki, onlar ‘Ahıska Türk’ü’ isimlendirmesinden bile rahatsızdırlar. Onları memnun edecek isimlendirme; ‘Ahıskalı Türkler’ şeklindedir. Hepsinde aynı hasletleri; ruh asâletini, kalp ve beden temizliğini, samimiyeti, dürüstlüğü, inançta şaşmaz kaviliği ve dolayısıyla öz değerlerine bağlılığı görmek mümkündür. Bulundukları bölgede azınlık konumunda yaşıyor olmalarına rağmen Ahıskalı Türkler kadar kendileri olarak kalabilen, kültürel asimilasyona (hiç ama hiç etkilenmeden) karşı koyabilen çok az insan vardır. Ahıska Türkleri, bin yıllar geçse de öz benliklerinden hiçbir şey kaybetmeyeceklerdir. Fakat kendilerine bir gün bile gecikmeden insanca yaşama hakkı tanınmalıdır. Herkes, bu hakkı tanımayı, insanlık borcu olarak kabul etmeli, kul hakkı olduğuna inanarak ödemeye çalışmalıdır.

Bu gün Ahıskalı Türklere sâhip çıkamazsak, yarınlarda Anadolu’daki insanlarımıza sâhip çıkabileceğimizden endişe edilir.