Oğuz ÇETİNOĞLU

Ekonomist, Araştırmacı-Yazar

ocetinoglu1@gmail.com

Ekonomi ve Para Politikaları - 2

Para… para… para… Varlığı bir dert, yokluğu yara…

Ekonomi ve Para Politikaları - 2

(İKİNCİ BÖLÜM)

 

Ekonomimizin Doktor Raporu

Bir ülkede, ekonomi mekanizmasının sağlıklı olup olmadığının, gelecekte nasıl bir seyir tâkip edeceğinin bilinmesi için, belli başlı beş ana gösterge vardır:

1- Ülke parası, döviz denilen diğer ülke paraları karşısında değerini koruyabiliyor mu?         

2- Millî gelir her sene istikrarlı bir şekilde artıyor mu?

3- Ülkede gelir dağılımı dengeli mi?                                                                             

4- Dış ticareti açık veriyor mu?

5- Borç stokları / gayri sâfi millî hasılâ oranı beynelmilel standartlara uygun mu?

Ülkemizde bu soruların hiçbirine olumlu cevap vermek mümkün değil. Dışarıda bir kedi miyavlasa, borsa-faiz-döviz dengesi alt-üst oluyor. Ekonomimiz, iskambil kâğıtlarından oluşturulmuş bir kule gibi. Püf denilse, yıkılıyor.

Sözün burasında bir açıklama yapmama izin veriniz!

 

Ülkemiz, demokrasi ile idâre ediliyor. Siyâsî partiler, demokrasilerin vazgeçilmez unsurlarıdır. Bu gün, ülkemizde yaşadığımız her olumlu pozisyonda,  geçmiş dönemlerde hükümet olan siyâsî partilerimizin her birinin payı vardır. Cenab-ı Allah, onlardan râzı olsun. İyi işler de yaptılar. Fakat, kabul etmek mecburiyetindeyiz: Karşı karşıya bulunduğumuz olumsuzlukların, sıkıntıların da sorumlusu, yine aynı siyasî partilerdir.

Gelecekte Neler  Olabilir ?

Türkiye ekonomisi, geçmişte iyi bir performans göstermiştir. Aynı performansı gelecekte de gösterebilir mi?

Göstermemesi için hiçbir sebep yok. Bundan kimsenin şüphesi olmasın.

Ancak, gelir dağılımındaki dengesizliğin giderilmesi konusunda, ne kadar iyimser olunursa olunsun... olumlu sonuç alınabileceğini söylemek çok zor. Açıkça ifade etmek gerekirse: Zengin daha zengin, fakir daha fakir olacak.  İnsanlar, meşru zeminlerde bir yarışa girip, kendilerini kurtarmaya çalışacaklar.

Nasıl bir yarış? Bunu bir fıkra ile anlatayım:

Bir İngiliz ile bir Japon arkadaş olmuşlar, dünyayı geziyorlar. Bir gün yolları bir ormana düşer. Görürler ki uzaklardan bir arslan, üzerlerine doğru gelmektedir. Japon, sırt çantasından koşu ayakkabılarını çıkarır.

Onları giyerken İngiliz:

- Sen, bir arslandan daha hızlı koşacağını mı zannediyorsun?  Diye sorar.

Japon, koşu ayakkabılarının bağcıklarını bağlarken arkadaşına cevap verir:

- Arslandan değil, senden hızlı koşarsam, ben kendimi kurtarabilirim.

İnsanlarımız arasında işte böyle bir yarış yaşanacak. 

*   *   *     

Bu gün,  krizden nasıl kurtuluruz, yeni bir krizle karşılaşmamak için neler yapılmalı?  Sorularına cevap aranıyor. Dün, enflâsyonu nasıl düşürürüz?  Diyorduk. Ondan önceki problemlerimiz daha başka idi. O çabalar hep gerilerde kaldı. Hangi problemlerin ele alındığını şöyle bir hatırlayalım. Gelir dağılımının sağlıklı bir dengeye kavuşturulması konusu, hiçbir dönemde, hiçbir iktidarın ele aldığı konu olmadı.

Rakam verip sizleri sıkmak istemiyorum. Ancak, gelir dağılımı dengesi konusunu, şöyle bir açmak lâzım: Ülkemizde 1950’ye kadar herkes fakirdi. 1950’den sonra kimi kişilerin zenginleştiğini gördük. Zengin insanların varlığı, ülkemiz açısından elbette yararlı olmuştur. İster takdir-i İlâhî  denilsin, ister başka bir ifâde kullanılsın...

Zaman içerisinde gelir dağılımında büyük uçurumlar meydana geldi. Millî gelirin % 80’i, nüfusumuzun % 20’si arasında paylaşılıyor. Ülkemizde; en üst düzeyde gelir sâhibi 500.000 kişinin her biri  ayda  on milyar lira kazanırken,  en alt düzeydeki 2.000.000 kişinin her biri  ayda yalnızca 40.000.000 lira gelir elde edebiliyor. Fark: 250 kat. Bir ülkede halk söylemi ile ‘yağ ve bal yiyenlerle peynir ekmeği bulamayanlar’ın bir arada huzur içerisinde yaşayabilmeleri için millî şuurun ve moral değerlerin çok güçlü olması gerekir. Toplumumuzda çok şükür her ikisi de var. İnşallah eksilmez, artar. Yoksa Allah korusun, sonumuz felâket olur.

Çözümler

Buraya kadar söylenenler, kimsenin moralini bozmasın. Bir türkü vardır. Sözleri şöyle başlar: Mevlâ’m bana dert vermiş, berâber derman vermiş! Her derdimizin dermânı var. Şimdi sıra çözümleri konuşmaya geldi.

Devlet krizden nasıl kurtulur ve yeni bir krize düşmemesi için neler yapılmalı?

Önce verim artırılmalı. Verim artışının tipik örneğini tarım sektöründe görüyoruz. Hollanda, bizim Konya vilâyetimiz kadar bir yer. 1.000 metrekarelik bir tarladan, 20 ton patates elde ediyorlar. Bizde bu rakam 5 ton. Onlar, teknolojiye dayalı tarım yapıyorlar.

İsrail, bir başka teknoloji uyguluyor. Bu teknoloji ile yetiştirdiği tohumları satıyor. İsrail tohumu kullanıldığında, üretilen domateslerin her biri tornadan çıkmış gibi aynı boy ve ağırlıkta. Salatalıklar, biberler, patlıcanlar da öyle. Avrupa, standart boy ve ağırlıkta olmayan sebzeleri kat’iyyen satın almıyor. Avrupa’ya tarım ürünü ihraç edecekseniz, İsrail tohumu kullanmak mecburiyetindesiniz. Ve o tohumlardan yalnızca bir defa ürün alabiliyorsunuz, seneye yeni tohum alınacak. Çekirdeksiz karpuz da öyle… Tohum pahalı. O tohumdan elde edilen ürün, satıcısına para kazandırmıyor. Bizim, 1 ton mal satmakla elde ettiğimiz kazancı, onlar 1 kilo tohum satarak elde ediyorlar.

Biz o tohumu yapamıyoruz. Biz, Hollanda kadar verim elde edemiyoruz.

Neden?

Çünkü araştırma-geliştirme çalışmalarımız yok denecek kadar az.

Kalkınmasını tez zamanda tamamlamak azminde olan ülkeler, bütçelerinin % 25’ini, Ar-Ge çalışmalarına ayırıyorlar. Bizim, geçmiş yıllarda Ar-Ge için ayırdığımız pay, yalnızca % 5. Önümüzdeki senelerde onu bile ayıramayacağız. Çünkü toplanan vergiler, cârî masraflarımıza ve faizlere gidecek.

Tütünde de aynı olumsuzluklar yaşanıyor. Tiryakilerin sigara zevki değişti. Daha doğrusu değiştirildi. Virjinya tipi denilen geniş yapraklı tütünden yapılan sigaralar tercih ediliyor. Bu sebeple, bizim klâsik tütünümüze dış pazarlarda yeteri kadar talep yok. Devlet, trilyonlarca lira ödeyerek satın aldığı tütünü satamayınca, bir iki sene bekletiyor. Depolarda yer kalmayınca da merasimle yakıyor. Ha tütün yakılmış, ha 200 liralıklardan oluşan deste deste paralar...  Arada hiçbir fark yok. Fakat biz bu işi hep yapıyoruz.

Çözümlere gelince:

Önce alternatif gelir kaynakları bulunur.

Nedir onlar ?

Meselâ: GELİR ORTAKLIĞI SENETLERİ.

Hatırlarsınız: 1983’te  “Köprüyü satarım – Sattırmam”  tartışması yaşanmıştı.

Boğaziçi Köprüsü ve otoyolların gelir ortaklığı senetleri, satışa sunulduğu gün kapışıldı. Senetler, devlete faiz kamburu yüklemeden ödendi.

Şimdi pekalâ yenileri çıkartılabilir. Bu işlem ile döviz fiyatlarında da düşüş sağlanır.

Yap-İşlet-Devret modeli uygulanabilir. Hatta, Devret kelimesi kaldırılarak,  Yap – İşlet – Sahip ol  formülü  geçerli kılınır.  Tabii ki, kâr garantisi vermeden…

Devlet, büyük projeler için: ‘Ben gerçekleştireceğim!’  Dayatmasında bulunmamalı. Zaten büyük projeler için hazinede bu işlere tahsis edilecek para yok. Projeler, milletlerarası ihâleye çıkartılır, kârlı ise özel sektör hem daha kısa zamanda hem de daha ucuza yapar. İşletir, devlete vergi öder.

Hatırlanacaktır: Bâzı işletmeler zarar ediyordu. Satıldı, devlet zarardan kurtuldu. Özel sektör işletiyor, kâr ediyor ve devlete vergi ödüyor. Çift taraflı kazanç…

Enerji santralleri, petrol ve doğal gaz boru hatları konusunda Türkiye’nin yatırım yapma mecburiyeti var. Bu yatırımlar mutlaka Yap-İşlet-Sâhip ol veya Yatırım Ortaklığı Senetleri ile, yeni bir borç ve faiz yükü altına girmeden gerçekleştirilmeli.  (İkinci bölümün sonu. Devam edecek)